Söz&Kalem Dergisi - İbrahim Halil Parıltı
Günümüzde barbar İsrail'in Gazze özelinde Filistin'de yaptığı katliamlar ve Kudüs'ün siyonistler tarafından sinsice ve aşamalı olarak nasıl ele geçirildiğinde dair isabetli bir görüşe sahip olmak istiyorsak, Filistin'in tarihsel süreç içindeki konumunu, geçirdiği safhaları ve özellikle tedrici olarak işgal edilişini derinlikli bir şekilde okumamız gerekmektedir. Bilhassa, bütün bir Filistin tarihi boyunca belki en önemli kısmı teşkil eden 20. yüzyılın başından günümüze kadar olan süreci iyi bir şekilde anlamak ve analiz etmek gerekir. Bundan dolayı, bu makalemizde Filistin'in son 100 yüzyıllık tarihsel sürecini şekillendiren Balfour Deklarasyonu’nu ve bu deklarasyon‘un oryantalizm bağlamında Filistin üzerindeki Siyonizm projesini aydınlatmaya çalışacağız inşallah.
Oryantalizm, akademik bir disiplin olarak 19. yüzyılda icat edilmiştir. Oryantalizmin akademik bir disiplin olarak icat edilmesi, Batı’da genel olarak Haçlı Seferlerinden 19. yüzyıla değin Doğu'ya dair var olan çeşitli bilgilerin metodolojik, epistemolojik ve bilimsel bir düzlemde sınıflandırılmasını, manipüle edilmesini ve batılı formlarla yeniden tanımlanmasını sağlamıştır. Böylelikle, Doğu'ya dair bilinç ve bilgiler hakimiyet altına alınmış, öte taraftan “Öteki Toplumlar” a batının üstün ve ayrıcalıklı olduğu algısı aşılanmıştır. Oryantalizm, “Öteki” ini bilimsel bir nesne olarak konumlandırırken, onun öznel ve bağımsız bir varlık olmadığı varsayımından hareket eder. Şüphesiz ki oryantalizmin bu varsayımının etkisi, bugün batılıların ve siyonistlerin Doğu ve Müslüman toplumlarına yönelik politikalarında açıkça görülmektedir. Bundan hareketle, Filistin ile ilgili tarihte ve günümüzde meydana gelen olaylar ve gelişmeler, sadece Yahudiliğin dinî bir gerekliliği olarak değil, aynı zamanda belirli ve bilinçli bir zihin yapısının ifadesi olarak oryantalizm bağlamında da okunmalıdır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, dönemin İngiliz Hükümeti Dışişleri bakanı Lord Balfour, 2 Kasım 1917 tarihinde meşhur deklarasyonunu dünya kamuoyuna duyurdu. Bu deklarasyon, özet olarak Filistin’in yeni “Yahudi Ulusal Yurdu” olarak onaylanmasını, Yahudilerin Filistin göçüne serbestlik getirilmesini ve göç edenlere tüm siyasi ve medeni hakların tanınmasını, bir Yahudi şirketine imtiyaz verilmesini, Yahudi nüfusunu yönetecek bir yerel yönetimin oluşturulmasını ve İbranice dilinin resmen kabul edilmesini talep ediyordu. Balfour Deklarasyonu ilan edildiği vakit, birçok devletten tebrik ve destek mesajı gelmişti. Örneğin Balfour Deklarasyonu ilanı sonrası Siyonistlere, İtilaf devletlerinin eski müttefiki Rusya’dan destek gelmiştir.
Bolşeviklerin lideri Lev Troçki’nin İngiltere’nin Filistin’de bir Ulusal Yahudi Yurdu kurma röportajı yer almıştır. Bu konuda Troçki; “İngiltere Hükûmeti’nin bu planını tüm kalbimle destekliyorum. Yahudi halkına, diğer mağdur ve mazlum milletlerle birlikte, kendi hayatını ve kaderini kendi ulusal isteklerine göre düzenleme fırsatı verilmesi gerektiğine inanıyorum. İngiltere, yayımladığı deklarasyonla, Hristiyan dünyasının Yahudilere karşı iki bin yıldır süren hatasını telafi etmiştir. Zulüm gören ve ezilen tüm halkların kurtuluşu için mücadele eden tüm dünyanın devrimci unsuru, İngiltere’nin bu hareketini onaylamaktan başka
bir şey yapamaz.” [1] Buna benzer destek mesajları ABD, Fransa ve İtalya başta olmak üzere diğer devletlerden de gelmiştir.
Balfour Deklarasyonu, ilan edildiği şartlar ve öngördüğü vaatler bakımından göz önüne alınacak olursa, bahsettiğimiz oryantalizm politikası ortaya çıkacaktır. Öncelikle, Balfour Deklarasyonundan önce İngilizler ile Fransızlar arasında 29 Nisan 1916 tarihinde gizlice yapılan ve Orta Doğu'nun bu iki unsur arasında paylaşılmasını öngören Sykes-Picot antlaşması, burada dikkate değerdir. Balfour Deklarasyonu'nun ilanıyla beraber, İngiltere’nin, Filistin’i, Fransızlarla ortak yönetimine yönelik olarak daha önce yapmış olduğu önerinin yani Sykes-Picot Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilmesine yönelik girişimlerinin bir parçası olmuştur. İngilizlerin Kasım 1917’de Filistin’in işgaline başladıkları dönemde bu bölgede bir tek Fransız askeri bulunmayışı da İngilizlerin bölgenin fiili olarak yöneticisi konumuna geldiğini göstermektedir. Böylelikle Sykes-Picot Antlaşması, Filistin’e uygulanamamıştır ve İngilizler 1948 yılına kadar bölgede kalmayı sürdürmüşlerdir.[2] Öte yandan İngiliz Hükümeti, siyonizm emellerini açığa vurmama adına, Filistin'de bir “Yahudi Ulusal Yurdu” kurmayı, diğer bir sömürge olan Hindistan'a giden demiryolunun Hayfa'dan başlamasını ve buranın güvenliğinden emin olmak için tek tarafsız millet olan Yahudilerin yerleştirilmesini gerekçe olarak göstermiştir. Böyle bir iddia, her ne kadar Filistin üzerindeki Siyonizm emellerini örtbas ediyorsa da, bize İngilizlerin oryantalizm politikaları hakkında önemli ipuçları vermektedir.
Hindistan ve Mısır gibi Doğu'nun stratejik ve kültürel medeniyet merkezlerini sömürgeleştiren İngiliz Hükümeti, burada “Tampon Bölge” oluşturma ve Fransızları bu sahada etkisizleştirmek adına Filistin’e yönelik siyonist hedeflerini “Yahudi Ulusal Yurdu” adı altında sinsice saklamasını bilmiştir. Balfour Deklarasyonu’nun ilan tarihi ise tesadüfi değildir. 1917 yılının sonlarında İngiltere ve müttefikleri, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı yürüttükleri askerî harekâtların başarılı olabilmesi için kendilerine yeni müttefikler aramaya başlamışlardı. Ayrıca savaşın oldukça çetin geçmesi ve uzun mücadeleler yaşanması tarafların birbirine üstünlük sağlayamaması, insan gücü, askerî ve maddi kaynaklar açısından İngiltere ve Fransa’yı ekonomik olarak yıpratmaya başlamıştır. Bu yüzden de siyasi çıkarlarına uygun olarak Amerika’nın Almanya’ya karşı yanlarında müttefikleri olarak savaşa girmesini arzu etmişlerdi.
Amerika’yı savaşa çekmenin en etkili yollarından birisi de etkili mali çevrelerin ve sanayicilerin yardımını sağlamak olarak düşünmüşlerdir. Böylelikle Yahudi sermayesi, bu çevreler içinde tartışılmaz bir konuma sahip olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında siyasi olarak Almanya’ya daha yakın duruş sergiliyor gibi görülen Yahudileri bu sebeple yanlarına çekmek istemişlerdi. Bu noktada, askerî planlamacılar için Müttefikler, Amerika’nın savaşa dâhil olmasıyla Birinci Dünya Savaşı’nı kazanabileceklerdi. Balfour Deklarasyonu öncesi siyonizm, Batı'daki zengin ve elit Yahudiler açısından da lanetli bir şeydi; Balfour Deklarasyonu, Filistin'e Yahudi göçü ve Yahudilerin siyonizme dadanıp adanmaları bakımından kilit rol oynamıştır.[3]
Balfour Deklarasyonu'nun ilan edildiği 1917 tarihinden İsrail'in sözde devlet olarak kurulduğu 1948 tarihine kadar, Filistin'e sürekli ve organize bir şekilde göç politikası yürütülerek Filistin'in sosyal ve demografik yapısı değiştirilmeye çalışılmıştır. Bununla beraber, Yahudilerin soykırım ve acılarını istismar ederek bunu politik bir silah haline getiren “Holokost Endüstrisi” nin her sektörde (özellikle Sinema, Medya) etkin bir faaliyet göstermesi, Yahudilerin Filistin'i yurt edinmelerinin haklı bir hareket olduğu algısını aşılamıştır. Balfour Deklarasyonunda bizatihi ifade edilmese de Siyonistlerin davası açısından değerlendirildiği zaman anlaşılacağı üzere deklarasyonun Filistin'de bir Yahudi devleti kurulmasını öngördüğü açıktır. İsrail’in bağımsızlık bildirgesinde Balfour Deklarasyonu’na atıfta bulunulması, Deklarasyon ile İsrail arasındaki ilişkiyi teyit eder niteliktedir.[4] Dolayısıyla Balfour Deklarasyonu, o bölgede bir Yahudi Devleti kurulmasını vadeden belge olması hasebiyle hem umum Siyonist hareket hem de özelde Filistin açısından tarihi süreçte nirengi noktasıdır. Balfour Deklarasyonunu anlamak, bize hem Siyonizm'in Filistin üzerindeki kirli niyetlerini, hem de daha geniş bir çerçevede Batı'nın Doğu'ya yönelik beslediği emperyalist tutumları anlamamızı sağlayacaktır.
[1] Necmi Uyanık, Balfour Deklarasyonu'nun ilanı, destek ve tepkiler, S. 219.
[2] Havva Yavuz, İsrail Devleti'nin Kuruluş Süreci - Balfour Deklarasyonu’ndan Manda Yönetiminin Kurulmasına- 1917 1923, S. 80.
[3] Leon Simon, Ahad Ha- Am Asher Ginzberg: A Biography, S. 226.
[4] Rafael Medoff and Chaım I. Waxman, The A To Of Zionism: Appendix 6 Israel's Declaration of independence. S. 243.