Söz&Kalem Dergisi - İslam Karaalp / Akif Yıldız
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
Değerli Söz&Kalem okurları, Aksa Tufanı Harekatı’nın birinci yıl dönümündeyiz. Aksa Tufanı; özgür halkların direniş ile dirildiği, cihad ile kuşandığı ve kahramanca bir mücadele ile iman ve iradenin neler yapabileceğini tüm dünyaya gösterdiği bir süreçtir. Gazze’nin kahraman evlatları tarafından başlatılan bu şerefli mücadele, tüm zorluk ve meşakkatine rağmen bir yıldır devam ediyor. Hiç kuşkusuz verilen bedeller, zafere ve özgürlüğe gidilen yolun müjdecisidir.
İslam ümmeti için böylesine büyük bir hadisenin yıl dönümü vesilesiyle; el-Kassam Tugaylarının Batı Şeria’daki örgütlenmesine öncülük etmiş, Lider Yahya Sinwar ile birlikte 20 yıl siyonist zindanlarında kalmış, hareketin Şura Komisyonunda görev almış ve ömrünü cihad ve davet sahasında geçirmiş Gazi Üstad Teysir Hamdan Süleyman ile bir röportaj gerçekleştirdik.
Sizleri, birbirinden önemli sorular sorduğumuz ve direniş ile ilgili çok değerli cevaplar aldığımız röportajımız ile baş başa bırakıyoruz:
Değerli Üstad, öncelikle bize bu imkanı tanıdığınız için size teşekkür ediyoruz. Sorularımıza geçmeden önce bize kendinizi tanıtır mısınız?
Selamun aleyküm, nasılsınız, umarım iyisinizdir. Elhamdülillah salat ve selam Allah'ın Resulü üzerine olsun.
Ben kardeşiniz "Teysir Hamdan Süleyman". Kudüs'ün Eski Şehir bölgesinde doğdum. Biz Hamas içinde büyüdük, orada yetiştik ve çalıştık. 1991'in başlarında Hamas'taki askeri görevle görevlendirildik ve 1992-1993 yıllarında operasyonlar gerçekleştirdik. Bu operasyonlar sonucunda bazı israil askerleri ve subaylarının ölmesine sebep olduk. İşgalci beş İsrail askerinin ölümüne sebep olmakla suçlanarak müebbet hapis cezasına çarptırıldık ve 20 yıl boyunca İsrail hapishanelerinde kaldık. 2011'deki “Vefa Ahrar” Anlaşması kapsamında serbest bırakıldık ve yurtdışına sürgün edildik. O zamandan beri Türkiye'ye geldik ve işgal altındaki topraklardan uzak yaşıyoruz.
Aksa Tufanı Harekâtı öncesi bölgede nasıl bir atmosfer hâkimdi? Özellikle Filistin ve Siyonist rejim arasındaki çatışmasının gidişatı nasıldı?
Batı Şeria ve bölgedeki durum, Aksa Tufanı operasyonundan önce giderek daha da kötüye gidiyordu. Bunun bir kısmı israil işgali altında olmamız, bir kısmı israil'in bazı bölgelere tek başına hâkim olması, bir kısmı çeşitli operasyonların gerçekleştirilmesi, bir kısmı Gazze'nin ablukaya alınması, bir kısmı ise işgale karşı gerçekleştirilen operasyonlar ve birçok kardeşimizin çeşitli bölgelerde yaralanması ve şehit olması ile ilgiliydi. Bence Aksa Tufan’ından önceki durum, israil işgalinin ve ABD'nin projelerinin tamamen teslim alınmış bir haliydi. ABD'nin bölgeyi israil ve onunla normalleşen işbirlikçileri tarafından yönetilen bir yer haline getirme eğilimi vardı. Aksa Tufan’ından önce, bir yenilgi ve teslimiyet haliydi ve bu 7 Ekim'de sona erdi. Ancak ben sürekli olarak 7 Ekim terimine temkinli yaklaşıyorum; çünkü biz Filistin halkı 1948'den beri israil işgali, 1917'den beri de İngiliz işgali altındayız. Bu nedenle yaklaşık 108 yıldır çeşitli işgaller altındayız ve biz özgürlük isteyen bir halkız. Dolayısıyla, Aksa Tufan’ından önceki mevcut durum, bir işgal haliydi ve halk direniyordu. Filistin direnişi ise İslami Direniş Hareketi Hamas tarafından temsil edilerek devam ediyordu.
Bu harekâtın Filistin direniş tarihinde nasıl bir yer edinmesini bekliyorsunuz?
Aksa Tufan’ına yol açan siyasi olaylar, öncelikle işgaldir. İşgal var oldukça, halk olarak işgale karşı direnme hakkımız vardır ve direnişin elinden geleni yapma hakkı vardır. Ancak bununla birlikte, her gün biriken olaylar, daha fazla ölüm, daha fazla yıkım, daha fazla zulüm, bölünme ve işgalin bölgedeki varlığının daha fazla kabul edilmesi gibi durumlara yol açtı. İşgal ve sonuçları, Aksa Tufan’ına neden olan her şeyin sebepleridir. Aksa Tufanı, işgalle her türlü normalleşmeye karşı bir tepki hareketidir. İslami Direniş Hareketi Hamas, Aksa Tufan’ını başlattığında bunun birçok sebebi vardı.
İlki, Gazze Şeridi, Batı Şeria ve işgal edilmiş topraklarda ki halkımıza uygulanan ablukaydı. Aynı zamanda, Mescid-i Aksa'ya yapılan saldırılar ve ihlaller de bu nedenlerden biriydi; 1978 yılında Mescid-i Aksa'nın yakılması ve sonrasında her gün Mescid-i Aksa'ya yönelik işgaller ve ihlaller gerçekleşmiştir. Mescid-i Aksa ve Gazze Şeridi'ne yapılan saldırılar, Filistin halkının haklarını aşındıran ve işgalin bölgedeki varlığını kabul ettiren projelerin sonucudur. Bazıları, normalleşme, gaz projeleri, tren projeleri, işgalle ticaret, İsrail'den silah alımı veya işgal ile normalleşme gibi projeler aracılığıyla bunu kolaylaştırmaya çalışıyordu. Bence Aksa Tufanı öncesindeki durum, Tufanın sebebiydi ve işgalin ve işgalcilerin eylemleri, Aksa Tufan’ının gerçekleşmesine yol açtı.
Harekât sürecinde direniş hareketlerinin bölgedeki halk desteği nasıl şekillendi?
Öncelikle, İslami Direniş Hareketi Hamas, halk düzeyinde, hükümet düzeyinde veya kurumsal düzeyde üç farklı insan grubunun olduğunu fark etmektedir. İlk grup, direnişi destekleyen, işgale karşı direnişin bir parçası olmak isteyen ve bunu siyasi, mali ve askeri olarak destekleyen bir gruptur, çünkü direnişe inanırlar. Bu grup çoğunlukla halktan, kurumlardan ve belki de bazı ülkelerden oluşmaktadır. İkinci grup ise tarafsız kalmaya çalışan, kendini her şeyden uzak tutan bir gruptur; bu insanlar kendilerini korumak ve Amerikan baskısından, uluslararası yasalardan korktukları için böyle davranırlar. Bence Hamas bu alanda son dönemde aktifleşti ve bu gruptaki insanlara yönelik faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Üçüncü grup ise belki kandırılmış olan halklar ve ülkeler grubudur, örneğin Amerika Birleşik Devletleri halkı. Ancak bu konuda ilerleme kaydedildi ve birçok ülke daha fazla fedakârlık yapmaya, daha fazla destek vermeye başladı. Halklar artık bu konuda daha bilinçli hale geldi. Bence Filistin halkının hakkına inanan halklar çok şey sundu: para, silah, medya ve siyasi destek verdiler.
‘’Buna kanıt olarak sizin hareketiniz ve partiniz de direnişe katkıda bulunarak gerçek bir cephe, direnişi destekleyen bir iç cephe oluşturuyor.”
Aksa Tufanı Harekatı’nın askeri stratejisi ve uygulaması hakkında genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Bence, direnişin işgal karşısındaki uzun yıllara dayanan mücadelesi, Batı Şeria'daki direniş operasyonları, birinci ve ikinci intifada ve Gazze ile Batı Şeria'daki birçok savaş (5 veya 6 savaşı aşan), örneğin Savunma Kalkanı Operasyonu ve Gazze'deki 2007, 2008, 2012, 2014, 2021 savaşları, hareketi ve savaşçıları büyük bilgi, planlama becerisi ve operasyonları gerçekleştirme yeteneği kazandırdı. Düşmanın gerçek zayıf ve güçlü noktaları öğrenildi. Direniş, tüneller aracılığıyla hava saldırılarından korunmayı ve savaşçıların daha kolay hareket etmelerini sağladı. Aksa Tufan’ında direniş, askeri, güvenlik, medya ve hatta müzakere düzeyinde eşzamanlı bir nitelikli darbe gerçekleştirmek için hazırlandı ve iç cephede de güçlü bir duruş sergilendi.
Bu süreç, Hamas, Kassam Tugayları ve seçkin savaşçıların 7 Ekim'de hızlı, etkili ve güçlü bir operasyon gerçekleştirmelerine yol açtı. Bu operasyon, israil işgalinin en güçlü ve tecrübeli birliklerinden birini yok etmeyi başardı ve Siyonist rejimin bilgi arşivlerinden evraklar ele geçirildi. Önümüzdeki günlerde, işgalin Türkiye'den Akdeniz'e kadar olan şehirler ve ülkelerde, hatta Afrika'ya kadar her yerde casusluk faaliyetlerini açığa çıkaracak bir savaş yaşanacak. Bence bu, nitelikli başarının bir parçasıdır ve stratejik bir zaferdir. israil işgalinin dayattığı, "yenilmez ordu", "her şeyi bilen istihbarat" ve "düşman topraklarında hızlı savaş yürütme kabiliyeti" gibi efsaneler kırıldı. Bu efsaneleri yerle bir ettik. Stratejik olarak, Yasin füzesi Davud'un taşı gibi Calut’u öldürürken, zırhlı araçları ve zırhlı personel taşıyıcıları yok edebildi.
Bu savaşın birçok stratejik noktası büyük bir başarı olarak kabul ediliyor. Bunlardan biri, direnişin savaşabileceğini ve plan yapabileceğini kanıtlaması, diğeri ise israil işgalinin, Batı'nın yıllarca lanse ettiği gibi bir efsane olmadığını göstermesidir. Bu, en büyük stratejik başarıdır.
Aksa Tufanı Harekâtı, Arap dünyası ve Batı’nın Filistin meselesine bakışında nasıl bir etki yarattı?
Bence, Arap ve İslam dünyasında, Filistinli bir Müslüman grubun işgale karşı direnme ve nitelikli bir operasyon gerçekleştirme gücüne sahip olmasının yarattığı bir sevinç ve gurur hali var. Bu durum, yeni bir canlanma anlamına geliyor ve Selahaddin’in geri dönmesini beklememiz gerekmediğini gösteriyor. Bizler Selahaddin olabiliriz; evlatlarımız ve kardeşlerimiz bu nitelikli operasyonu gerçekleştirdiler. Bu, Arap dünyasının kalbindeki moral değerlerinin yeniden canlanmasıdır ve aynı zamanda Avrupa’da da yankı bulmuştur.
Uzun yıllardır bize Batı dünyasının bakış açısını ve bilgilerini değiştirmemiz gerektiği söyleniyor ve bunun için fikirleri yeniden planlamamız gerektiği ifade ediliyordu. Ancak gerçek şu ki, Batı dünyası şimdi direnişin kahramanca bir örneğini gördü. Direnişin savaşabildiğini, direnebildiğini ve direnişin kararlılığı ve direnci olmasaydı, bu dayanışmanın olmayacağını anladı. Dayanışma her zaman ya merhamet ve insani bir bakış açısıyla ya da gurur, onur ve kahramanlık duygusuyla olur. Filistin modeli, bu gurur ve kahramanlık duygusunu somutlaştırdı. Herkes, kuşatma altındaki İslami bir direnişin nasıl ayakta kalabildiğine, dünyaya karşı nasıl direndiğine ve dört saat içinde askeri ve güvenlik açısından nasıl başarılı bir operasyon gerçekleştirebildiğine hayret ediyor.
Harekatın uluslararası basında ve diplomasi sahnesinde nasıl yankı bulduğunu düşünüyorsunuz?
Bu iki konu farklıdır. El-Aksa Tufanı, uluslararası arenada medya üzerinden bir yükseliş yaşadı. Bu konuyu detaylandırabiliriz; Filistin direnişinin nasıl aldatma, gizleme ve uzun vadeli bir askeri güvenlik operasyonu gerçekleştirdiğini anlatabiliriz. Operasyonda, arabalar, motosikletler, planörler, roketler ve füzeler kullanıldı, duvarlar yıkıldı. Tüm bunlar, direnişin sadece evlerde ya da otellerde değil, sahada hazırlık yaptığını, savaşmak ve mücadele etmek için imkanlarını seferber ettiğini ve neredeyse imkansızı başardığını medya aracılığıyla yeniden güven verdi. 7 Ekim’de gerçekleştirilen operasyonun sadece askeri bir operasyon olmadığını, aynı zamanda moral artırıcı bir etki yarattığını vurgulamak önemlidir. Bu nedenle medya, bu anlamları yoğun bir şekilde işledi ve geniş bir şekilde yer verdi. Bu, Filistin meselesini tekrar gündeme taşıyan ve dünya genelinde haberlerin ilk sıralarına yerleştiren tarihi başarılardan biri oldu. Filistin davasının artık göz ardı edilme dönemi sona erdi.
Diplomasi açısından da başarılı olduk. Çin ve Rusya'nın Filistin lehine oy vermesi, Filistin davasını tanıyan ülkelerin sayısının artması ve Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamalar önemli diplomatik zaferlerdir. Ayrıca, Çin ile yapılan temaslar, işgalin ve normalleşme projelerinin ifşa edilmesi de diplomatik alanda olumlu gelişmeler olarak kaydedildi. Filistin meselesini sadece bir “yemek ve içmek” meselesi haline getirme çabaları ve halkın sadece eğlence istediği yönündeki yanlış algı yıkıldı. Bu diplomatik başarı, direnişin kararlılığı ve sabitelerine bağlılığı sayesinde elde edildi.
Bu harekât, özellikle genç nesillerin Filistin davasına bakış açısında bir değişiklik yarattı mı?
Arap ve İslam dünyasında, uluslararası arenada ve hatta işgal altındaki topraklarda yetişen yeni nesil üzerinde bir değişim meydana geldi. Öncelikle, Filistin düzeyinde direnişimizle, kararlarımızla ve eylemlerimizle gurur duyabiliriz. İslami olarak ise, Arap ve İslam dünyası üzerindeki etkimizin sürekli artması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü gücümüz, Allah'tan sonra, İslam ve Arap dünyasından gelmektedir.
Uluslararası düzeyde, geçmişte televizyon ve sinema kamuoyu oluşturan unsurlardı. Ancak şimdi, sosyal medya ve içerik üreticileri direnişin mesajını geniş kitlelere ulaştırmayı başardı. Direnişi ve mücadeleyi savunan gösteriler, yürüyüşler ve paylaşımlar bu etkinin bir sonucudur. Direniş, bu alanda büyük bir etki yarattı. Geçmişte, bu alanlarda mücadele etmemiz gerektiğini düşündüğümüz alanların sadece medya, diplomasi ya da siyaset olduğunu sanıyorduk. Ancak gerçek şu ki, bu gençler ve halklar, kendilerini gururla temsil edecek bir modele ihtiyaç duyuyorlardı. Seçkin direniş savaşçısı, gençlerin gurur duyduğu bir model haline geldi; tıpkı Süpermen ve Batman gibi. Bu seçkin savaşçılar, gençlerin "Biz de özgürlük istiyoruz" diyerek sahip çıktığı bir kahraman figürü oldu.
israil cephesinde ve genç israilliler arasında, direnişin ordunun üstesinden gelebileceği ve ordunun güvenli bir yer olmadığı konusunda tam bir netlik oluştu. Orduya dönmek ve orada kalmamak, en iyi yol olarak görülüyor. Ayrıca, bu gençlere ve işgalcilere şu mesajı veriyoruz: "Burası sizin eviniz değil, burası sizin yeriniz değil, buradan çıkın."
Sizce bu harekât, Filistin’in bağımsızlık mücadelesinde kalıcı bir değişim oluşturabilecek mi?
Bu elbette bir değişim yarattı ve yaratmaya devam edecek, gelecekte daha da büyük bir etki yaratacaktır. Direniş, işgale karşı bayrağını yükseltmekte ve esir, şehit, yaralı, sürgün veya savaşçı olmayı beklemektedir. Tüm bunlara rağmen, direniş insanları düşüncelerinde değişiklikler yapmaya devam etmektedir. Daha önce zayıf hisseden insanlar artık zafer kazanabileceklerini düşünüyorlar; "Direnebiliriz" diyorlar. Bana göre, savaşta zafer, savaşıp savaşamayacağınıza dair inancınızı ortadan kaldırmaktır. İşgale karşı etkili bir darbe vurmak nasıl olur? Bence bu, gençlerin genel düşüncesinde ve işgal karşıtı direniş teorisinde bir değişim yarattı. Sonuçta, işgal sona erecek ve bizler özgürlüğünü kazanan savaşan toplumlardan biri olacağız.
HAMAS’ın yeni seçilen Siyasi Büro Başkanı Sn. Yahya Sinvar ile yakından bir tanışıklığınız var. Bizlere biraz Lider Yahya Sinvar’ı anlatabilir misiniz?
Kardeşimiz Ebu İbrahim (Yahya Sinvar), hareketin ilk aşamalarında yer almış sevgili bir dosttur. 1989 yılında iç güvenlik birimi veya istihbarat birimi olan "Mecd"i kurduğu için tutuklandı. Defalarca hapishaneden kaçmaya çalıştı ve hapiste bir liderdi. Kardeşlerine hem dost hem aşçı hem de mutluluk kaynağı oldu. Şimdi ise hareketin lideridir ve bu dönemin adamı olarak seçilmiştir. Ebu İbrahim, aslında organizasyonel görevleri kabul etmek istemez, ancak üstlendiği her görevde köklü değişiklikler yapmıştır. Hapishanede kardeşleri ayakta tutmayı başardı, büyük bir esir takasını sağladı ve mümkün olduğunca çok kardeşin serbest bırakılmasını talep etti.
Hapishaneden çıktıktan sonra askeri kanadın başına geçti ve sadece sekiz yıl içinde askeri gücü büyük ölçüde geliştirdi, daha güçlü ve daha büyük bir kuvvet haline getirdi. Bu hassas dönemde, ölüm tehditlerinin onu korkutacağına inananlar yanılıyor. Bizlere hapishanede öğrettiği gibi, şehadet en büyük arzumuzdur, ancak asıl amacımızı, yani topraklarımızı işgalden kurtarmayı gerçekleştirmek için bu fedakarlığı bilinçli bir şekilde yapmalıyız. Şehit olabiliriz, esir olabiliriz, sürgün edilebiliriz, ancak kimse irademizi elimizden alamaz. En büyük hakkımız olan kendimizi savunma irademiz, bizi hareketsizlikten kurtaracak ve özgürlüğümüze kavuşmamızı sağlayacaktır. Ebu İbrahim, ömrünün yarısını hapishanede geçiren ve halkını özgürlüğe kavuşturmak isteyen bir liderdir. Özgürlük, ancak mücadele ile elde edilir, verilmez.
Selam ve dua ile.