Söz&Kalem Dergisi - Murtaza Ahmed
Hamd kullarını tarihin hiçbir döneminde kendinden habersiz bırakmayarak nebileri aracılığı ile insanları doğru yola ileten Allah’a (cc), salat ve selam doğru yolun münadisi Resulullah’a (s.a.v), onun ashabına (r.a) ve kıyamete kadar bu yolda yorulacak olan davetçilere olsun.
Herhangi bir yerde oluşan bir tersliğin veya yanlışlığın yöneticilerden veya idarecilerden kaynaklandığı durumlarda “Balık baştan kokar” ifadesi kullanılır. Bu söz çok veciz ifade eder bu durumu ama bununla birlikte ortaya çıkan herhangi bir yanlış ve olumsuzluğu izale etme/ortadan kaldırma adına atılan adımlar yanlış adımlar olabiliyor ve işi daha da içinden çıkılmaz hale getirebiliyor. İşte bu durum için de “Tuz kokuyor” denilir. Haliyle kimi zaman balığın kokmaması için kullanılan tuzun balığı daha vahim bir duruma sürüklediği gözlenir.
Bizim hayatımızda da bu metafor ile açıklanan bir çok durum mevcut aslında. Bunlardan biri de eğitim sistemimiz. Yukarıda bahsini ettiğim şekilde izah edecek olursak balık bizi, tuz ise günümüz eğitim sistemini ifade ediyor. Modern çağda o denli başarılı(!) bir eğitim veriliyor ki topluma adapte olup ardından adapte olduğu topluma faydalı uğraşlar peşinde koşuşturması gereken yeni nesiller, akıllarında sadece daha fazlasını kazanma hayali ile büyüyor. Önlerine konulan maddeci hayaller ve bencilleştirilmiş ahlakları ile ‘Hedefe giden her yol mubahtır’ sözünü kendine ilke edinen çocuklar ileride tabiri caiz ise saatli bir bombaya dönüşüyor. Amacı doğrultusunda hiçbir ahlaki kuralı tanımayan modern eğitimin eserleri; kimi zaman hastanede daha fazla para kazanmak adına hastasına gereksiz bir ameliyata girmesi gerektiğini söyleyen bir doktor, kimi zaman kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyarak yapılmaması gereken bir yapıya imza atan bir mühendis, kimi zaman da müşterisini sattığı ürün konusunda aldatan bir esnafa dönüşebilmektedir. Yetiştirdiği insanların meslek çeşitliliği konusunda her ne kadar skalası geniş olsa dahi ahlak noktasında o denli bir sığlık ile bizi karşılıyor modern eğitim.
Eğitimin içler acısı durumu gözüme en çok mahalle aralarındaki halı sahalarda çarpıyor. Ya da belki eğitim mağdurlarını en doğal halleri ile orada müşahede ettiğimden ötürü daha fazla akılda kalıcı oluyordur bu mekanlar. Yaşadığım şehirde özellikle ortaokul ve lise çağlarındaki çocuklarda aşırı derece bir futbol oynama düşkünlüğü var. Belki bu durum ülkemizin ortalama olarak her ilinde bu şekildedir ama yaşadığım ilde bu düşkünlük kendini bir adım ileriye götürüp çocuklarda bir futbol takımının altyapısında eğitim alacak kadar ilerlemiş durumda. Öyle bir hal almış vaziyette ki neredeyse her 3-4 çocuktan biri mutlaka bir futbol takımının altyapısında eğitim almakta. Haliyle sıradan bir gün mahalledeki çocuklarla futbol oynamak istediğimiz zaman mutlaka 2-3 tane altyapıda oynayan çocuk ile karşılaşabiliyoruz. Ve genelde maç içerisinde bu çocuklardan hangilerinin altyapıda oynadığını kestirmek çok da zor olmuyor. Doğal olarak aklınızdan “Altyapıda oynayan kişiler top tekniği veya oynayış taktiği ile diğerleri arasından sıyrılıp göze batıyorlardır. Onları diğerlerinden ayırt etmek zor olmasa gerek.” şeklinde bir düşünce geçiyor olabilir. Ama bu çocukları diğerlerinden ayırt eden ve müsabaka esansında göze çarpmalarına sebep olan şey ne top teknikleri ne de oyun görüşleri oluyor.
Evet, genelde bu çocukları diğerlerinden ayırt eden en mühim fark profesyonel bir biçimde sahtekârlık yapabilmeleri oluyor. Maç esnasında rakipleri ile girdikleri ikili mücadelelerde herhangi bir darbe almadığı halde çok ciddi darbeler almış gibi kendilerini yere atabilmekte ve faul alabilmektedirler. Hatta ve hatta işi biraz daha ileri bir boyuta götürerek karşı tarafın faul olduğu konusunda ikna olmadığı zamanlarda vücutlarında daha önceden oluşmuş olan yaraları -ki bazen bu yaralar kabuk bağlamış oluyor ve bu durum komik bir hal alıyor- göstermektedirler. Rakiplerini bu yollar ile alt edemeyeceğini anlayan daha eğitimli oyuncular ise genelde rakibini kışkırtma adına topu bilerek rakibinin üzerine sertçe vurmakta ve rakibinin daha agresif bir oyun oynayarak daha fazla haksız faul kazanmasına yardımcı olmasını sağlamaktadırlar.
Düşünsenize daha iyi şut atması için teknik öğretmesi gereken, iyi bir takım oyuncusu olması için pas atabilme kabiliyetini arttırması gereken veyahut başka başka futbol becerisi kazandırması gereken futbol akademileri çocuklara nasıl sahtekâr bir şekilde faul alabileceğini öğretiyor. Futbol kurslarına giden bu çocukların büyük bir kısmı ileride profesyonel bir futbolcu olmuyor veya olamıyor ama insanları nasıl kandıracağını öğrenen ve bunu değim yerindeyse profesyonel bir biçimde yapabilen bir insan oluyorlar.
Düşünsenize bu sadece basit bir spor kursunun bir çocuğa hedefine ulaşabilmesi için öğrettiği gayri ahlaki yollardan birinin yol açtığı bir tahribat. Eğitim adı atında pak dimağlara nice aldatmaca öğreten nice sözüm ona eğitim kurslarımız var. İşte yazının başında ifade etmeye çalıştığım “tuzun kokması” tam da bu. Kendini geliştirmesi ve yaptığı işte daha başarılı olması için gönderildikleri kurslarda profesyonel birer yalancıya dönüştürülen suçsuz çocukların maruz kaldığı eğitim.
Vicdan sahibi herkes bu eğitimin sebep, müsebbip ve sonuçlarından rahatsızdır. Fıtratı bozulmamış, aklıselim düşünen her kul bu eğitimin değişmesi gerektiğini düşünmektedir mutlaka. Yoksa sebepleri rahatsız edici olan bu eğitimin sonuçları korkunç olabilir.
Peki ne yapmalı? Sırtımızı yaslayıp izleyemeyeceğimiz aşikâr. Çünkü yüreğinde iman taşıyan her mümin kötü bir vaziyet ile karşılaştığı zaman onu gücünün yettiği ölçüde engellemesi gerektiğinin bir iman meselesi olduğunu bilir. Biz karanlığa küfredemeyiz. Yapacağımız en ufak iş karanlığa mum yakmaktır. Ya da belki karanlıkları aydınlatmak adına mum olmak. Yanlışın öğretildiği yerlerde olmalı ve doğruyu öğretmeye çalışmalıyız.
Elimizin uzandığı herkesle temas halinde olmalıyız. İlk önce kendimizden başlayarak nebevi bir eğitim süzgecinden geçmeli ve etrafımızı da bu doğrultuda bilinçlendirmeliyiz. Gerekirse sahada olmalıyız. Aldatmacanın öğretildiği o insanlara dürüstlüğün kazandırdıklarını fiili olarak göstermeliyiz. Kısacası okumalı, okutmalı ve yaşamalıyız.
Ekinin ve neslin bozulduğu günümüz dünyasında nebevi ahlakla diri kalabilenlere selam olsun.