Bosna Hersek’ten direkt Karadağ’a geçen(Hırvatistan’a(Dubrovnik) uğramadan) otobüste yerimizi almış sınıra doğru dağlar ovalar aşıyorduk. Sis nedeniyle görüş mesafesinin zaman zaman 5 metreye kadar indiği tek şeritli dağ yolları hem ürpertiyor hem de düşündürüyordu. Sol tarafımız uçurum iken sağ tarafımız oyulmuş dağlardı. Tırmanış bitmiş her çıkışın bir inişi misali salına salına aşağı iniyordu, otobüsümüz. Karadağ’a giriş yaparken pasaportlarımızı muavin toplamış polis yüzü dahi görmemiştik. Tabiri caizse diğer ülkelere göre elimizi kolumuzu sallayarak girmiştik. Sınırdan yol almış Podgorica otogarına varmıştık. Gece iki gibi otobüsten inince yarı uykulu gözler ile birbirimize baktık, kimse kalacak yer ayarlamamıştı. Ellerimiz telefonlarımıza gitmiş arkadaşımın şurada bir otel var en azından bir fiyat soralım demesiyle otogardan çıktık. Otel fiyatının çok yüksek olmasından dolayı tekrardan otogara dönüp internette gezindik. Nihayet bir ev bulmuştum, otel fiyatının neredeyse dörtte bir fiyatına bir villanın üst katını kiralamıştık.(Kişi başı 6 €)
Hızlıca yola çıkıp taksi çevirmemizle kendimizi konaklayacağımız yerin sokağında bulmuştuk. Yaklaşık 7 km otogardan uzak mesafe için 1.5 € para ödemiştik. (Dipnot: Karadağ Avrupa Birliği ülkesi olmamasına rağmen para birimi olarak Euro’yu kullanıyor.) Ev sahibi ve taksiciyi telefondan görüştürüp adresi teyit ettikten sonra taksiden inmiş ve evi bulmuştuk. Merkeze uzak ve müstakil evlerin olduğu bir muhitti sanırım, burası. Gece karanlığından etrafı çok seçememiş ev sahibinin bizi karşılamasıyla eve geçmiştik. Ev sahibi haneyle alakalı detayları anlatırken on kişiye rahatça kucak açabilecek büyüklükte olması hoşumuza gitmişti. Zira herkes bu gece çift kişilik yataklarda dörtte bir fiyatına uyuyacaktı. Ev sahibi anahtarı teslim edip evden ayrılmıştı. Yorgunluğumuzun gözlerimizden aktığı halimize dayanamayıp yumduk gözlerimizi.
Sabah erkenden korkuluk ustalarının ve evin köpeğinin çıkardığı seslerle uyandık. Bir yandan söylenirken bir yandan da gezecek çok yer olduğundan bir an önce çıkmak istiyorduk evden. Duş alıp hızlıca ayrıldık evden. Yoldan tekrardan taksi çevirip şehir merkezine doğru yola koyulduk. Karadağ’ın başkenti olan Podgorica’da gezilecek yerler çok da görmeye değer olmadığından Karadağ’ın asıl turistik ve tarihi şehri olan Kotor’a doğru yola koyulmak için biletlerimizi temin ettik. Ayrıca Üsküp otobüsümüzü kaçırmamak için Kotor’dan Podgorica’ya tekrar dönüş bileti de aldık. Batman Diyarbakır minibüslerini andıran cinsten bir araca binmemizle yol alıyoruz. Arka beşli koltuğu üçlemenin verdiği keyif çok sürmeden yoldan yolcu alınmasıyla nihayete erdi. Minibüs tıka basa dolmuş, yanımdaki yaşlı adamdan gelen koku sebebiyle burnumun direkleri diye bir şey kalmamıştı. Yaşlı adamın alkolik olduğu her halinden belli hatta kokusu ispatıydı. Çok geçmeden gizli gizli ceketinin iç cebinden bir şeyler içmeye devam ediyordu. Bir ön solda boşalan koltuğa geçmek için hamle yapıp oturuverdim. Fakat bu adamın da diğerinden pek bir farkı yoktu sanırım. Nefes almamı neredeyse sıfıra indirip bir an önce inmeleri için dua ediyordum. Uzunca bir süre dayandıktan sonra Budva’da indiler. Minibüsün yarısı boşalmış bu sayede sol tarafta bize eşlik eden denizi yakından görme fırsatımız olmuştu. Gerçekten büyüleyiciydi. “Kotor, Kotor” diye bağıran adamın sesiyle indik, minibüsten. Daha önceden navigasyondan işaretlediğimiz Stari Grad tarafına doğru yürüyoruz.
Kotor, tarihi boyunca Adriyatik Denizi'nin en ünlü kıyılarından biri, gizli ve korunaklı konumu ile denizin deniz limanı şehirlerinden biridir. Venedik duvarı ve kalesi, orta çağ eserleri, engebeli, fiyort benzeri yapısı ve Kotor Körfezi ile şehir önemli Akdeniz şehirlerinden biridir. M.Ö. 5. yüzyıla tarihlendiği söylenen şehir, özellikle Roma dönemiyle ismi söz edilmeye başlandı. Orta Çağ'da 535 yılında kale kurulur ve Kotor, Ostrogotlar'dan kurtulur. Roma İmparatorluğu sonrasında Dalmaçya şehri olarak, Müslümanlar, Bulgarlar ve Sırplar tarafından sahiplenilmiştir. O tarihte Venedik ve dolaylı yoldan Osmanlı egemenliğinde Venedik mimarisini benimseyen şehir şu anki halini almıştır. Yugoslavya'nın dağılmasıyla önce Sırbistan-Karadağ ve sonrasında Karadağ'ın topraklarının parçası olmuştur. 2006 yılında Sırbistan'dan ayrılan ülke Avrupa Birliği'ne aday ülke konumundadır. Kotor aynı zamanda Karadağ Yugoslav bölgesinin dini ve etnik karmaşasını taşır. Ortodoks ve Katolik nüfus şehrin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Hırvat, Sırp, Boşnak, Arnavut azınlıklarını da bol miktarda barındığı ve dil çeşitliliği kadar din çeşitliliğiyle de Balkan coğrafyası kenti olduğunu belli eder.
Stari Grad’da (Old City de diyebiliriz) ilerlerken burayı eski Mardin’e çok benzettim. Bilenler bilir küçücük ara sokaklardan çöpler bile eşekler ile toplanır. Kotor’da ise ara sokaklara girecek kadar küçük araçlar yapmışlar ve çöpler onlarla toplanıyor.
Tarihi bir mekanda tarihi adımlarken Venedik tarzı mimarisi ve Adriyatik denizine komşuluğunun oluşturduğu cazibesiyle Kotor’un büyüsüne kapılmamak elde değil. Şehre sahil tarafından giriş yaptığımızdan dolayı sonradan çevirilerde ne demek istediğini anladığımız Tito’nun sözü karşılıyor bizi. Yugoslavya’nın kurucusu olan Tito, Yugoslavya’yı uzun süre bir arada tutan temel prensiplerinden biri olan: “Size ait olmayanı istemeyin, size ait olandan da vazgeçmeyin” sözüyle karşılıyor bizi. Surlardan içeri girer girmez ‘ordu meydanı’ denilen kısımda karşımızda neredeyse bütün Balkan ülkelerinde gördüğümüz saat kulesi karşılıyor bizi. Saat kulesinin bakımını yaklaşık 300 yıldır Avusturalyalı bir aile yapıyormuş. Az ilerisinde utanç sütunu dedikleri kısım karşısında hayretimizi gizleyemedik. Kotor’da suç oranı çok düşük olduğundan dolayı hapishane yapma gereği duyulmamış ve suç işleyenler bu sütun önüne getirilip ayıplanırmış. Şehrin büyüsüne kapılıp sokaklarında kaybolurken karşımıza Northern Gate yani kuzey kapısı çıkıveriyor. Osmanlı Kotor’u almak için çok uğraşmış ve kayıtlara göre Barbaros Hayrettin Paşa yaklaşık 17 defa burayı kuşatmıştır. Tarihte 2 defa Osmanlı toprağı olmasına rağmen Osmanlı burada tutunamamıştır. Osmanlı’ya karşı olan direnişin zaferini kutlamak için Kuzey Kapısı yapılmıştır. Rotamızda birçok kilise ve müze karşılıyor bizi. Bütün bunlar arasından sıyrılıp gözümüzü yukarıda bizi bekleyen kaleye dikmiş merdivenleri usulca çıkıyorduk. Yukarı doğru çıktıkça mükemmel görünüyor söylemlerinin yerini ‘mükemmmelllll’ görünüyor söylemleri almıştı. Her durağınızda en güzel görünen yeri burası dediğiniz bir şehir hayal edin. Epeyce yukarı çıktıktan sonra yol üstünde bir kilise karşılıyor bizi. Yol arkadaşlarım daha yukarıya çıkamayacaklarını belirtiyorlar aksine çıktığım yolun sonunu görme huyum olduğundan tırmanışa devam ediyorum. Sona doğru yaklaşırken aşağıda kalanların neler kaçırdığını göstermek için gördüklerimi fotoğraflıyorum. Karışımda dağların arasından mavinin her tonuyla süzülüp gelen Kotor Körfezi. Ayaklarımın altına serilmiş bir şehir. Kış olmasına rağmen güneşle bahar havası esen bir konum. Burası çıtayı bizde bayağı yükseltmiş ayrı bir vakitte sadece bir hafta boyunca burası gezilir dedirtmişti. Burada güneşin doğuşu ve batışı ne güzel olur diye iç geçirirken yaklaşan minibüs saati yüzünden aşağı inmek zorunda kalmıştık. Güney kapısından çıkış yaptığımız tarihi şehirde terminale doğru ilerlerken gün boyu hiçbir şey yemediğimizi fark ettik. :)) Marketten biraz meyve alıp yemeği Podgorica’ya erteledik. Minibüse binmiş Kotor körfezini sağımıza almış gün batımının kızıllığı eşliğinde oyulmuş dağlar içinden geçiyorduk. Sanırım yıllarca bu manzarayla eşlik eden bir yola katlanabilirim.
Havanın iyice kararmasıyla Podgorica otogarında bulmuştuk kendimizi. Otobüs saatimize yaklaşık bir buçuk saat vardı ve hızlıca bir şeyler yemeliydik. Yakınlardaki bir alışveriş merkezine çevirdik rotayı. Alışveriş merkezinde hiçbir yere oturmak istemedik, içerdeki kasvetli havadan dolayı. Market kısmına uğrayıp reyonlar arasından geçerken seçim yaptığımızda çok dikkatli olmamız gerektiği fikri bir kez daha canlanmıştı zihnimde. Evet evet, en iyisi ekmek almaktı. Yanında da ton balığı aldık mı bu iş tamamdı. Güvenilir iki seçenek. Aldığımız ekmekleri içini açtıracak şekilde kestirdik ve marketten çıktık. Otogar karşısındaki park da yaptığımız dürümleri yerken yaklaşan otobüs saati yüzünden hızlı adımlarla bir yandan terminale ilerliyorduk. Yanlış kapıdan kaçak giriş yapmışız sanırım, az sonra polisler gelip biletlerimizi sorguluyor. Sonrasında bineceğimiz otobüsü göstermeleriyle teşekkür edip yanlarından ayrılıyoruz. Akşamında Arnavutluk, Kosova sınırlarından geçip Makedon sınırına dayanacaktık. Bir sonraki yazımızda kaldığımız yerden; Makedonya sınırından maceramıza devam edeceğiz. Düştük yine yollara, dönüş yabana.
Yol hallerimi yakından incelemek ve görmek için;
İnstagram: @Birhekiminyolgunlukleri
Twitter: @Bhyolgunlukleri
YouTube: Bir Hekimin Yol Günlükleri
Web: www.birhekiminyolgunlukleri.com
Söz&Kalem - Murat Çöklü