Âdem, duyguları karman çorman olmuş bir şekilde, oturakları dışarıya oturtulmuş ve ters u şeklinde uzun uzadıya birbirine yapıştırtılmış olan banklardan boş olanına oturdu. Sağındaki ve solundaki yerlerin çoğusu doluydu. Bulduğu yere şükretti içinden. Yorulduğunu fark etmişti. Saat artık gecenin yarsına doğru akmaya başlamıştı. Hemen sağında oturan kişiye gözleri ilişti. Uzun bacaklarını üst üste atmıştı. Hafifçe sıskaydı ve sarının kırmızıya yakın olan tonlardaki kirli sakalı bıyıkları ile karışmıştı. Etrafındaki insanlara uzunca baktıktan sonra hızlıca bacağını üstüne bıraktığı not defterine bir şeyler karalıyordu bu adam. Kim bilir benimle ilgili bir şeyler de yazmıştır belki diye içinden geçirdi Âdem. O esnada hoparlörlerden beş farklı dilde birden bir anons geçiliyordu. En çok anlayabildiği dile daha çok kulak kabarttı. İnşaat çalışmaları nedeniyle havalimanın bir bölümüne güvenlik şeridi çekilecek ve kimsenin o bölüme geçişine izin verilmeyecekti.
Eşini yolcu salonuna yolcularken zor anlar yaşamışlardı. O esnada zihninde yıllar öncesinde dinlediği meşhur bir hocanın ilim yolunda yaşadıklarına dair yaptığı yorumlar gelmişti. O hoca Mısır ülkesine ilim için giderken çocuğunun arkasından el sallamasını çok hüzünlü bir sahne olarak aktarmıştı. Âdem de gençliğinin verdiği özgüven ile hocanın bu yaşadıklarını küçük görmüş, başkaları ile kıyas ederek bunları küçümsemişti. Kafasını kaldırarak bu hatıradan çıkmaya çalıştı Âdem. Belki de gurbet adındaki mevzuyu hiç te hesaba katmamışım değerlendirmeme diye içinden geçirdi. Her neyse… İlim yolunda dikkatli olmak gerekirdi diye düşündü. Yoksa insan haramilere 40 dirhem para kaptırmayayım derken sadakatini kaybedebilirdi.
Artık oturmaktan yorulmuş olmalıydı ki kalkıp yürümek istedi. Gelip giden insanları süzerek aralarından geçti. Görevlilerden biri olduğuna kanaat getirdiği hafifçe tombul, bıyıklı ve kahverengi ten rengine sahip olan bir adama yaklaştı. Telaffuzu yeterli olmasa da adama derdini anlatabilmişti. Kendisine gösterilen tarafa yöneldi. Güvenlik şeridi olmasına rağmen onu geçip sağ tarafa yöneldi. Biraz ilerledikten sonra üzerinde dua odası yazan yeri gördü. Kapıyı açıp içeri girdi. Yaklaşık dört metrekare olan odanın zemini çıplaktı. Masanın üzerinde çeşitli dillerde, farklı dinlere ait kitaplar vardı. Masanın hemen yanında da iki sandalye bulunuyordu. Arka bölmede de abdest almak için yapılmış küçük bir yerin olduğunu fark etti. Abdest alıp namazını kıldı. Ardından bir müddet sandalyelelerden bir tanesinde amaçsızca oturdu. Daha sonra yere iki seccade serdi, üzerlerine uzandı, montunu da kendi üstüne serdi. Ama gözlerini kapatıp açması bir olmuştu. Uzun boylu beyaz tenli bir polis kendisine burada yatmanın yasak olduğunu anlatıyordu. Polise, sabah saatlerinde otobüsünün olduğunu, mescitte bir miktar uyumak istediğini anlatmaya çalışmıştı. Ama nafile… Güvenlik şeridinin dışına çıkarılmıştı bile.
Dışarıda hava bayağı soğumuştu. Hem döndüğünde banklarının hepsinin dolduğunu fark etmişti. Yerlere atılmış çantaların üzerlerine oturmuş kimseler de vardı. Bir taraftan da uyandırılmanın sinir hali hala kendisini belli ediyordu. Onu uyandıran adama olan kızgınlığı sırasıyla tüm güvenlik görevlilerine, oradan da tüm gurbet diyarına yayılıyordu. Ama bir türlü sabah olmuyordu. Havalimanının çıkış kapısı da ikide bir açılıyordu. Her seferinde içeriye acımasız bir rüzgâr akımı oluyordu. Lavaboların bulunulduğu koridora gitti. Biraz daha sıcak olduğunu umdu. Yerde uzanan bazı kimseler de vardı. O da montunu yere serdi. Üzerine uzandı. Yerin soğuğunu olduğu gibi hissediyordu. Başının etrafında da sürekli birileri geliyor, birileri gidiyordu. Kalkıp montunu serdiği yerden kaldırdı. Ne yapacağına karar veremedi. Olduğu yere çömeldi, telefonunu açıp bir şeyler okumaya başladı. Sabaha çok vardı. Şimdi Müslüman bir memlekette olmak vardı diye iç geçirdi, en azından mescitten kimse onu kovmazdı.
Kaç adım attığını o da unutmuştu artık. Yolcuların çıkış bölgesinden güvenlik şeridine onlarca defa gidip gelmişti. Orda bulunan bütün taşlara bastığına dair bahse girebilirdi. Lakin uykusuzluk, soğuk hava ve gürültü ona galip gelişlerdi sanki. Telefonunu çıkarıp saatine baktı. Otobüsüne iki saatten fazla vardı hala. Bir anda havalimanından dışarı çıkma fikri belirdi aklında. Uzaktan gideceği yere gidecek olan otobüse baktı. İçerisi çok dolmamış gibiydi. Biraz daha yaklaştı. Şoföre iki saat erken gelebilmek için ricada bulundu. Acındığını, kendisine merhamet duyulduğunu hissetti şoförün gözlerinde. İçeriyi işaret eden bir el işareti ile otobüsün içine yöneldi. Ön taraflarda bulduğu boş bir koltuğa kendini bıraktı. Hemen uyumak istiyordu, aklında ise deli sorular vardı. Paralı eğitim, sömürge sistemi, acımasız hayat vs. derken uyku onu yenmek üzereydi. Dudaklarından “beni ne olur mahcup etme Rabbim!” cümlesi döküldü. Uyudu, iki saat kadar.
Söz&Kalem - Ali Mürteza Titiz