Gözlerini beklenmedik bir aydınlığa açmak, loş ışıkta bile gözlerin ovuşturulmasına neden olur. Meraklı gözler ile çatal kaşık seslerini ayırt etmeye çalışmak, ayakların cevaba doğru daha hızla yola çıkmasına fırsat verir. Ayrıca, bir annenin her şeyi bildiği varsayımı her zorlu anda anne kucağı arattırır. Bir sürü sebep, gebe olduğu sonucu doğururken, ara sıra mucizelerin olması her şeyi umut olan bizlerin ekmeğidir. Bu arada bir çocuk uyanır. Çıkan gürültüden kendisine pay çıkarır. Dün yapılan hesaplar bugün sahura uyandırılmak üzereydi, şimdi sahura kaldırmayan anneler düşünsün. Bundan sonra zafer ile oturulan sofrada, en sevilen tahin pekmez vardır ve bu çocuğun yarın oruç tutma isteğine gem vuracak biri daha doğmamıştır. Geleceğe artık daha umutla bakılabilir. Hem ezandan önceki son bardak suyu, yıllar sonra ateşler yakamayacaktır. Ezan ile mücadele başlayacaktır birazdan. Toprağa atılan tohum filizlenecek, sabah namazında mahalle camisindeki imamın okuduğu rahman suresi yeryüzüne rahmet olacaktır.
Öğle vakitleri gençlik halini temsil eder diye söylenegelinir. Ama günlük yorgunluğun en taze hali de ordadır. Tıpkı acıların en taze halinin gençlik yıllarında kedilerini ilk defa hissettirmeleri gibi. Daha keskin, fark edilebilir ve yeni. Bunun yanı sırsa tarlada çalışmak ilkel bir ekonomik uğraşı olsa da Ramazan ayının öğlenlerinde, caminin yüksek kubbesini seyrederken bir cami kolonuna sırtını dayamak ve serinliğin tadını çıkarmak post modern özellikler de barındırmaktadır. Kılınan namazdan sonra okunan Kuran’ın huşu ile dinlenilmesi, sabırla takip edilmesi ve huzur ile rafa geri yerleştirilmesi, düşünen topluluklar için elbette ders ve ibretler içermektedir. Örneğin, rahmetin çeşitli hallerde bulunabileceğini öğreniriz bu durumdan. Pazara okunan Kuran’ın akşamında kar getireceği, tarlaya okunan Kuran’ın gelecek yıl ürün vereceği, insana okunan Kuran’ın yüz yıl sonra adam yetiştireceği gibi. Ya da “Âlim’e okunduğunda sorumluluk, halka okunduğunda ilim, kadına okunduğunda bilinç, erkeğe okunduğunda şeref, yaşlıya okunduğunda bilgi, gence okunduğunda asalet, uyuyana okunduğunda uyanıklık, uyanığa okunduğunda irade, muhafazakâra okunduğunda hareket ve suskuna okunduğunda feryat” vereceği gibi.
Uzun yol yürümek zorunda kalmışsanız bilirsiniz ki düşünecek pek çok şey bekliyordur sizi. Hesaplar, kitaplar, gelirler, giderler vs. Hatta kimi zaman gelenler ve gidenler. Yola başlarken sizinle yol arkadaşlığı için sözleşen ilk düşünce, hedefe vardığınızda sizden çok daha uzaklara gitmiş olabilir. Bir devrimin ağzına, bir aşkın ilanına, bir insanın kalbine bile. Peki tavana uzun süre bakarken de böylesine yetenekli dostlar edinmek mümkün müdür acaba? İncemsi kol saatine bakarken öğle vaktinin girmiş olduğunu görmek, mevziisinde bekleyen asker için hareket emridir. Namaz eda edilir, öyle ihtişamla. Sonra eller duaya kalkar, bir ramazan günü, dört duvar ve bir tavan arasında. Yetenekli yol arkadaşı anneden, babadan, kardeşten haber getirir. Eşten ve çocuktan gelen haberler avuca ıslaklık dokundurur. Yol arkadaşı da hüzünlenmiştir artık. Başlar biraz daha öne eğilir. Islak avuca, neşeli bir iftar öncesi hazırlığın uzakta kalması da düşer. Allah’tan mağfiret var, yoksa nasıl dayanır insan.
Zamanın çok hızlı akması mı, ya da geçecek gibi olmaması mı kaçan fırsatın kalpte bıraktığı yaraya iyi gelir? Damdan dama atlayan haraketli gençlik ayağını kırmakla meşhurdur. Ama pişmanlık belki de en son fayda verecek şey değildir. Büyük bir caminin avlusuna girerken titreyen gönül, şadırvana uğramadan caminin kıble yönündeki namazgahına girdiğinde, yalnızlığı bulmuş gibi bir köşeye sığınır. Sen olsaydın biraz sağa sola bakınırdın. Etraftaki kimselerden utanmak o kadar zor gelirdi ki insana, Allah’ın elinden tutmak isterdin. Başını caminin kendisine has yeşil halısına uzattığında, kendini beğenmiş nefis Allah’ın affedebileceği günahların karşısında bir kez daha hayrete düşer. Eğer göz yaşların da akarsa başının uzandığı yere, yüreğin iftar vakti gelmeden susuzluğunu giderir. En arka saflarda, ikindinin gölgesine misafir olmuş biri, sen onu fark etmesen bile seninle birlikte iftar edecektir. Allah’ım ne olur bütün günahkârlara mağfiret et diyecektir.
Şu insanoğlunun kalbi ne de uslanmaz bir şey. İlk günden beri hep şüpheci davranır. Ya bir şey eksik, belki de bir şeyler fazla kalmışsa. Yok insanın nasıl tekrar yaratılacağını merak etmiş de yok kendi yaratıcısını bir de gözüyle görmek istiyormuş da yok bilmem ne. Vay efendim inanıyormuş da sadece bir işaret tam anlamıyla şehadet getirmesine yetecekmiş. Bir kere güzel bir sözün misali kökleri yerde sağlam, dalları da göğe uzanmış güzel bir ağaç gibidir. Alınacak bir ders varsa karıncanın misali de muhteşemdir. Bir de dert varsa, insan etrafında kırılan kalplerin parçalarını yerde rahatlıkla görebilir. İnsanca kucaklanırken bir ramazan gecesi, İslam ile şereflenmek gözyaşları içerisinde, cennet ile müjdelenmek gibidir. Allah’ım küfür ne kadar da yorucudur, kalbimi açıp insanların önüne koymak isterdim. Şüphelerim yok olduğundan değil, mutmain olmanın ne anlama geldiğini göstermek istediğimden. Müjdelerine müsebbip kıl Allah’ım.
Yolunuz düşmüşse Fizan’a, ebediyet çeşmesinin etrafında toplanmış garipleri görmüşsünüzdür. Kimilerinin kovasında darbeler varsa da kovaları oldukça büyüktür. Daha acayip olanı da şudur ki, kimi edepsizler çeşmeye küfürler savururken bile kovalarını ellerinden bırakmazlar. Bayram sabahı komşu evlerinden şeker topladıktan sonra, elinde poşeti ile gelip minderin ucunda uyuyuvermiş çocuk gibi görürsün onları. Harp meydanında zaferini ilan ettikten sonra elindeki kılıç ile meydanda at koşturan komutanın, günü hiç bitirmek istememesi gibi. Peki ya çeşmeden akacak olan şey gamsa, kederse, hüzünse? Ya ihanet, ayrılık ve rezaletse? Peki ya ölümse? Bir iftar vakti, kurumuş dudaklar su ile buluşurken, yakın olan bayramın hatırına heybemden hayatı, çeşmemden huzuru eksik etme Allah’ım.
Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan Ramazan’ımız mübarek olsun.
Söz&Kalem - Ali Mürteza TİTİZ