Söz&Kalem Dergisi - Merve Şimşek
İlerlemek sürekli daha iyi bir seviyeye ulaştırmayabilir, hayatta daha çok şeyi deneyimlemek her zaman bir adım öteye taşımayabilir, daha fazlasına göz dikmek daha iyisini hakkettiğimiz anlamına gelmeyebilir ve son olarak seçme iradesinde bulunacağımız çokça seçeneğin olması doğru tercih yapma ihtimalimizi arttırmayabilir. Pozitif korelasyonlu olması tercih edilen bu önermelerin, gerçeklikle bazen uyuşmadığını bu yazımızda söz ettiğimiz önermelerden örnekler vererek konuşacağız.
Peyami Safa şöyle söylemektedir:
“İnsan eğer kendi ben'i ile mücadeleye başlayan bir irade destanının kahramanı değilse, eğer kendi nefsine galebeden ve kendi ihtiraslarına hakimiyetten başlayan bir hürleşmeye doğru merhale merhale yol almıyorsa, eğer hürriyeti şahsiyetiyle beraber gelişmiyorsa, insan, en hür nizam içinde de hür değildir.”
Bu sözleri ile Safa, muhtemelen hürriyet bahsinde çığır açan insanoğlunun kendi açtığı kuyuda dibe battığını ve tabiri caizse özgürlüğü eline yüzüne bulaştırdığını dile getirmek istemektedir. Özgürlük naraları atıp seçme hürriyetinin dibini sıyıran postmodern dünyanın insanı gerçekten de özerklik bağlamında iradesini iradesizliğe teslim etmiş olabilir mi? Veyahut seçmemeyi, seçme hürriyetinden mahrum kaldığının farkında dahi olmayabilir mi?
Bu noktada muhtemelen daha önce duymadığınız ama yakînen müşahede ettiğiniz bir kavramdan bahsetmek istiyorum: Bolluk Paradoksu.
Modern dünya, bireyi salt tüketime ve sınırsız seçeneklerin ağırlığına mahkûm ederken, özgürlük algısında kademeli fakat kökten bir değişikliğe gitmiştir. Bizler, çoğunlukla her alanda daha fazla seçeneğe sahip olmanın, daha fazla özgürlük anlamına geldiğine inanıyor ve olabildiğince deneyim yaşayıp seçimlerimize deneyimlerimiz ışığında karar vermek istiyoruz. Ancak bu "çokluk" yani seçeneklerin fazlalığı, pek de konfor sağlamıyor; aksine, bireyin zihinsel yükünü arttırarak, seçim yapma sürecini eziyete dönüştürüyor.
Barry Schwartz tarafından ortaya atılan ve yapılan birçok sosyal deneyle doğrulanan bu kavram, ilk kez "Bolluk Paradoksu” (orjinal ismi: the paradox of choice) kitabında ele alınmış ve bolluğun bazen de mahrumiyete dönüştüğüyle ilişkilendirilmiştir. Özgürlüğü salt “seçeneklerin artışı ve özgürlük alanımızın genişlemesi” zannederek kendimize iyilik yapmış olmuyoruz diyen yazar, önümüzde bolca alternatif seçenek olmasının hem hata yapma korkusuna hem de tatminsizlik ve pişmanlık duygusuna neden olacağını yaptığı araştırmalar sonucunda keşfetmiştir.
Peki sizce bu durum neden bir yanılsamaya veya paradoksa* dönüşür?
Bunun cevabı aslında basit; tercihte bulunacağımız sayısız seçeneğin olması karar kılacağımız asıl seçeneği diğer muadilleriyle karşılaştırma ihtimalini oldukça arttırır. Haliyle mutmain olunarak seçilen herhangi bir şeyden duyulan tatminkârlık sürekli bir mukayeseye sebep olacağı için eskisi kadar tat vermez. Bir nevi elimdekinin hep daha iyi versiyonu var, onu da bunu da deneyebilirim diyerek irademizle iradesizliğe doğru yol alıyoruz ve zevk alma çıtasını yükselttikçe yükseltiyoruz.
Gündelik yaşamdan bir örnek vererek meseleyi ele alalım; örneğin henüz piyasaya yeni sürülmüş bir kahve veya çikolatayı deneyen ilklerden biri olmayı istemek seçme iradesinin tezahürü olduğu gibi geleneksel bir yol izleyip her zamanki zevkinizden devam etmek yani onu denememek de bir tercihtir. Fakat yüzlerce uyarana maruz kaldığımız modern dünya algısında bu tercihin pek de anlamı olmayabilir çünkü seçmeme özgürlüğü çoğunlukla pasif bir eylemsizlik olarak lanse edilir.
İnsan nefsinin 3 mertebeden (emmâre, levvâme, mutmainne) oluştuğu görüşünü öne süren İmam-ı Gazâlî’ye göre nefsi emmare, ben-merkezci ve haz odaklı olmayı diler. Nefsi mutmainne ise adı üstünde tatmin olmuş nefis mertebesidir ve geçici, sonu olmayan isteklerini dizginleyebilen insan iradesini temsil eder. Nefsi emmarenin telkinleriyle boğuşan bir kişinin dünyevî zevklere düşkünlüğü konusunda daha zayıf bir iradeye sahip olması, onu dürtüleriyle hareket etmeye sevk edebilir. Hülasa, maymun iştahlı olmakla seçenekler arasında kaybolan ve bu girdaba sürüklenip irademi kullanarak ‘seçmiyorum’ diyemeyenler, tüketim kültürünün ve dürtüselliği temsil eden nefsi emmarenin hegemonyası altında kalmaktadır.
İnsan, sınırlı bir varlıktır; her şeyi deneyimlemesi, her seçeneği değerlendirmesi mümkün değildir. Teslimiyet, insanın bu sınırlılığı kabul etmesi ve kendini kusursuz bir karar verici olarak görmekten vazgeçmesidir. Her işimizde bize yol gösteren hayatımıza anlam katan vahyin hakikati bu noktada da imdadımıza yetişir. Şer olanı da hayır olanı da daima isteyen (1), bir şeye aşırı derecede düşkün olup sabırsız olan (2), zayıf hilkate sahip (3), kendisi için iyiyi istemekten bıkmayan (4) insan için tatminsizlik ve tercihsizlik, ancak tam bir teslimiyetle sükunete kavuşur.
Velhasılıkelam, yazımızın başında seçme iradesinde bulunacağımız, çokça seçeneğin olması doğru tercih yapma ihtimalimizi arttırmayabilir önermesiyle aslında ne kastettiğimizi anlatmaya çalıştık. Yüce Rabbimiz bizlere debdebeli şu dünya hayatında hayırlı seçeneklere yönelecek sağlam bir irade ve tam bir teslimiyet lütfetsin, hayatın nuru olan şuurlarımızı(5) köreltmesin ki irademizle asıl özgürlüğümüze kavuşabilelim. Amin.
*paradoks: çelişki, düşünceler arasında tartışmaya açık, kesin bir yargı içermeyen karşıtlık.
1-İnsan, şerri de hayrı istediği gibi ister. İnsan pek acelecidir. (İsra Suresi, 11)
2-Gerçekten insan pek tahammülsüz bir tabiatta yaratılmıştır. (Mearic Suresi, 19)
3-Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır. (Nisa Suresi, 28)
4-İnsan, iyi şeyleri istemekten usanmaz; başına bir kötülük geldiğinde ise büsbütün ümitsiz ve karamsardır. (Fussilet Suresi, 49)
5-Hayat, vücudun nurudur; şuur, hayatın ziyâsıdır. (Sözler, 29. söz)