Söz&Kalem Dergisi - Yusuf Sincar
Giriş
İşgal nedir? Arapça “şeğl” kökünden türeyen bu kavram Türkçe’de “meşgul etmek, ele geçirmek, doldurmak” anlamlarına gelir. Bu bağlamda iki türlü işgalden söz edilebilir: fiziksel ve zihinsel işgal. Peki hangisi daha önemlidir? Bu sorunun cevabı açıktır, ancak biz yine de sözü Aliya İzzetbegoviç’e bırakalım: “Savaş, ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir.” O halde işgalin mahiyeti artık toprakta değil zihinlerde açığa çıkmaktadır. Öyle ki; zihinleri işgal edebilirseniz, sınırları hükümsüz kılarsınız.
Öte yandan zihinsel işgal açık-seçik evrensel bir olgudur. Öyle ki alışık olmadığımız bir şekilde neredeyse tüm ekoller bu konuda aynı taraftadır. Kur-an’dan İncil’e; Mevlana’dan Foucault’ya, Seyid Kutub’tan Deleuze ve Althusser’e kadar çoğu ekol ve düşünür, zihinsel işgali farklı pencerelerden dışlamıştır. Öyle ki, her dışlama kendine özgü bir perspektif geliştirmek suretiyle ‘zihinsel işgali’ aygıtlarıyla birlikte tanımlamıştır. Şimdi, bu aygıtlardan ilki olan ‘yumuşak güç’ (soft power) ile başlayabiliriz.
- Zihinsel İşgal Aygıtları
- Joseph Nye: Yumuşak Güç
Yumuşak güç (soft power), bir ülkenin başka bir ülkeyi fiziksel bir zorlamaya (ekonomik veya askeri güç) başvurmadan, ülkenin reklamlarla süslenmiş cazibesi (örneğin amerikan rüyası tabiri) teknolojisi veya yaşam tarzı aracılığıyla etkileme yeteneğidir. Gönüllü-işgal olarak ifade edeceğimiz bu kavram, ABD’li siyaset bilimci Joseph Nye tarafından 20. yüzyılda ortaya atılmıştır.
Gönüllü işgalin (yumuşak güç) kullanıldığı en önemli alan şüphesiz eğitimdir. Fulbright eğitim sistemi bu gücün ABD tarafından sistematiğe dönüştürülmüş formudur ve bu form tam olarak amerikan rüyası kavramı ile genç nesillere sahte bir cennet vadetmektedir. Peki nedir Fulbright?
1946 yılında ABD senatörü W. Fulbright tarafından dünya ülkeleri için bir burs programı olarak kurulan Fulbright eğitim sisteminin Türkiye’ye geliş tarihi 1949’dır. Türkiye ile ABD arasında yapılan bu anlaşmaya göre Türkiye’deki öğrencilerin ABD’de yüksek lisans ve doktora yapmaları ekonomik olarak desteklenecektir. Biz buna karşı değiliz. Öğrencilerin bilimin gelişmiş olduğu bir başka ülkede kendilerini geliştirmelerinde elbette bir problem yoktur ancak söz konusu programın yumuşak güç yoluyla bir gönüllü işgale dönüşmemesi şartıyla(!) Öyle ki bu programın, Türkiye’nin dini, kültürel ve akademik değerleri yerine ABD’nin değerlerini yaymayı hedeflediği açıkça görülmektedir. Bu da “yumuşak güç” stratejisinin bir parçasıdır. O halde, diyebiliriz ki; Fulbright eğitim sistemi, ABD’nin yumuşak güç yoluyla zihinleri işgal etme girişimidir.
- Foucault: Disiplin ve Ceza
M. Foucault, Disiplin ve Ceza (Hapishanenin Doğuşu) eserini 1975’te yayınladı. Bu eserde iktidar kavramını disiplin yöntemleri zemininde incelemenin ötesinde; modern dönemde güç sahiplerinin bireyleri kontrol altına almak ve kontrol altında tutmak için “disiplinci” bir sistem inşa ettiğini vaaz eder. Örnek olarak hapishane, okul, hastane gibi yapılar verilebilir. Bu kurumlar bireylerin davranışlarını gözetler ve sabit kurallara uymaya zorlar. Foucault’nun “panoptikon” metaforu tam olarak bu sürece gönderimde bulunur. Panoptikon, en basit tabirle bir test alanı veya düzenektir. Bu test alanında bireye, her an izlenebileceği ama izlenip izlenmediğini bilemeyeceği bir algı verilir. Bu psikolojik süreçte birey, herhangi bir zamanda gözlenme ihtimaline karşı kendisini sürekli kontrol etme eğilimi göstererek disiplinli olma alışkanlığı kazanır.
Bu mekanizmanın amacı iktidarın doğrudan doğruya topluma baskı ve şiddet yoluyla değil ancak onların gözetim yoluyla bir oto-kontrol mekanizması geliştirmeleridir. Foucault’ya göre işte tam burada “normal” kavramı ortaya çıkar ki “normal” oluşturulan bir şeydir. İktidar, eğitim ve benzeri kurumlar yoluyla kendi ideolojisinin disiplinini dayatır ve bu bir alışkanlığa dönüştüğünde artık iktidarın ideolojisi toplumun “normal”i haline gelir. Böylelikle zihinsel işgal gerçekleşmiştir bile.
- Althusser: İdeoloji
Foucault’nun disiplinci iktidar analizine paralel olarak L. Althusser de bireylerin ideoloji yoluyla nasıl şekillendirildiğini inceler. 1970 yılında yayımlanan “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları” adlı makalesinde, devletin bireyleri kontrol etmek için iki temel mekanizma kullandığını öne sürdü: birincisi polis/asker gibi zorlayıcı devlet aygıtları ve ikincisi okul-din-medya gibi ideolojik devlet aygıtları.
Althusser’e göre, bireyler ideolojik devlet aygıtları tarafından “çağrılarak” özneleşir. Çağrılarak özneleşmekten kasıt şudur: sistem, şekillendirmek istediği kişiyi bir nesne olarak görmek yani ona bir şey dayatmak yerine, o kişiyi bizzat kendine benzetme yoluyla belirli bir rol veya kimliğe çağırarak kendileştirir veya özneleştirir. Özneleşen birey, sisteme uygun hareket etmeyi özgürlük sayar.
Öyleyse bu süreç, bireyin kendisini özgür bir özne olarak gördüğü yanılsamasını yaratır, oysa bu kimlik, sistem tarafından önceden belirlenmiştir. Örneğin, eğitim sistemi bireylere yalnızca bilgi aktarmakla kalmaz; aynı zamanda onları belli siyasi-ekonomik düzenin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde şekillendirir.
- Deleuze: Kontrol Toplumları
Foucault ve Althusser’in analizleri, kapalı alanlar ve yapıların bireyler üzerindeki etkisine odaklanırken, Gilles Deleuze, modern dünyada bu mekanizmaların daha akışkan ve sınırları belirsiz bir hale geldiğini öne sürer. 1990 yılında yayımladığı “Kontrol Toplumları Üzerine” adlı metninde, Foucault’nun disiplin toplumunun yerini “kontrol toplumunun” aldığını vaaz eder.
Deleuze’e göre, kontrol toplumunda bireyler artık kapalı kurumlarda (okul, fabrika) belirli bir süreyle kontrol edilmez; bunun yerine her an, her yerde izlenir ve yönlendirilir. Bu sistem, bireyleri sürekli bir değerlendirme ve yönlendirme sürecine tabi tutar. Kredi notları, dijital izleme sistemleri ve bireylerin sürekli veri olarak işlenmesi bu kontrol mekanizmasının örnekleridir. Deleuze, bu durumu “modülasyon” kavramıyla açıklar: bireylerin hareketleri ve düşünceleri sürekli değişen bir düzenek içinde kontrol edilir.
Hatta devletin yaptığı daha iyi yollar bile toplumu daha çok kontrol altında tutmak için yapılmıştır. Örneğin, bir araçla devletten kaçmak istesen, yapılan daha iyi yollardan daha rahat tespit edilip yakalanırsın. Her tarafta kamera bulunmasını da buna örnek olarak verir. Deleuze’e göre, güvenlik kameraları, kontrol toplumlarının “her şeyi gören ve kontrol eden bir tanrı gibi davranmak” isteğinin bir ürünüdür.
- Sonuç
Zihinsel işgalin eğitimden sonra belki de en önemli durağı medya olmalıdır. Teknoloji çağında medya zihinsel işgal için inanılmaz kullanışlı bir aygıttır. Örneğin ABD’li düşünür Chomsky’ye göre, medya ve eğitim sistemi gibi araçlar, bireylerin düşüncelerini belirli bir düzene sokarak onları sistemin çıkarlarına uygun şekilde “işgal” eder. O bu bağlamda şöyle demektedir:
“Medya, düşünceyi şekillendirir, hükümetler ve büyük şirketler insanların ne düşündüğünü belirler.”
Evet, gerçekten de çeşitli yollarla bizleri belirleyen, bir düzene sokan veya işgal eden hükümetler veya şirketler var. Bu bir işgaldir ve bu işgale karşı zihinlerimiz çok müsait. Buna çözüm olarak Kur-an şöyle bir çözüm önermektedir:
‘’O halde bir işi bitirince diğerine koyul!’’ (İnşirah-7) Çünkü insanın zihni ancak bir işle meşgul olursa işgal olmaktan kaçınabilir ve ancak o zaman şirketlerin bizi belirlemesi veya tanımlamasından kurtulabiliriz. Bu bağlamda Yusuf Kaplan’ın bir sözünü hatırlamakta fayda var:
“Çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız ve başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız.”