Bir hafta öncesinden aldığımız biletlerin heyecanı ile kimimiz pasaportlarını yenilemiş kimimiz hummalı bir şekilde Bosna’yı araştırmaya başlamıştı. Pandemi başlangıcından beri yurtdışına çıkmak epey bir zorlaşmış, ülkelerin zorunlu karantina şartları tercih listelerinden çıkarılmalarına sebep oluyordu. Fakat Bosna Hersek bunlardan biri değildi, yani en azından zorunlu karantina uygulanmıyordu. 2 doz aşı, son 48 saat içinde alınmış negatif PCR veya son 6 ay içinde hastalığı geçirmiş olmak ve bunu da pozitif PCR ile belgeleyebiliyor olabilmek ülkeye giriş için yeterliydi. Unutmadan söyleyeyim pasaport kontrolündeki memurun sizi deport etmemesi; ülkeye giriş için en az bunlar kadar önemli. 2 doz aşı olmanın rahatlığıyla diğer grup arkadaşlarımın testini sorgulamamış, uçuşa 24 saatten az bir süre kala grubun test yaptırmadığını öğrenmiştim. Seri bir şekilde organize olup gittiğimiz hastanede mesai saatinin bittiğini, testin sonucunun sonraki gün uçuş saatimizden yaklaşık bir saat önce çıkacağını ve kaşeli bir şekilde elden teslim almamız gerektiğini belirttiler. Normalde PCR test sonucunun bu kadar geç çıkmayacağını bilmenin rahatlığı ama bir yandan da stresiyle evlerimize döndük. Sonuçların uçuştan bir saat önce çıkması ve sonucu kaşeli bir şekilde hastaneden almamız demek uçuşa yetişememek demekti. Her ihtimali düşünüp grubun tamamına yakınını 3 saat öncesinden havalimanına gönderip (olası bir sonuç çıkmaması durumunda havalimanında hızlı antijen testi yapılsın diye) sonuçları almak için hastanenin yolunu tutmuştuk. Grubun tamamının testi çıkmış olmasına rağmen birinin testi ısrarla çıkmıyor, sisteme girilmiyordu. Uçuşa 3 saat kala testin çıkmamış olması yavaştan yola koyulmamız için sebep olacakken birtakım aksilikler yaşadığımızdan dolayı hastaneden çıkamamış, bu aksilikler diğer test sonucunu da almamızı sağlamıştı. Sonuçta; hayat bir sebepler silsilesiydi.
Bütün koşturmamız uçağa biniş kapısında bitmiş, sessizce sıramızı bekliyorduk. Uçakta yerimizi almış, yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuşun ardından Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’ya varmıştık. Valizlerimizi aldıktan sonra hızlıca bizleri bekleyen transfer aracına binmiş ve şehrin göbeğinde çarşıya 3-5 dakika yürüme mesafesinde olan evimize varmıştık. Eşyalarımızı yerleştirmiş ve hem etrafı turlamak hem de karnımızı doyurmak için çarşının yolunu tutmuştuk. Daha önce araştırdığımız ve helal olduğunu bildiğimiz bir mekanda bu toprakların meşhur lezzeti ‘Cevabi Kebabı’ yemek için tarihi sokakları adımlıyorduk. 10 köfteden oluşan cevabi porsiyonunu 5 KM gibi bir ücretle alabilir, yanında gelen soğan ve ekmekle fazlasıyla doyabilirsiniz. Ayrıca Saraybosna’da suya para vermenize gerek yok, gittiğiniz mekanlarda açık su isterseniz ücretsiz bir şekilde ikram ediyorlar. Unutmadan söyleyeyim; daha önceki gelişimde 1 KM(Bosna Hersek Markı) 4 lira bile değil iken şu anda 5.3 lira seviyelerinden işlem görüyor.
Yemeğimizi yedikten sonra hem yolculuğun yorgunluğunu üstümüzden atmak hem de dinlenmek için eve geçtik. Gecesinde iyice dinlenip sabahında yeni bir güne başlamanın sevinciyle uyanmıştık. Ekibin kalabalık olması hareket kabiliyetimizi azaltsa da fena sayılmayacak bir sürede hazırlanıp çarşıya doğru dik yokuşlardan savaşın izleri olan mezarlıklar arasından aşağıya doğru hızlı ama bir o kadar da dikkatli adımlar ile iniyoruz. Miljacka nehri ve üstündeki köprüler ile tam karşımızda Vijecnica Kütüphanesi karşılıyor bizi. Avrupa’nın Kudüs’ü olarak tanımlanan farklı kültürlerin yıllardır kardeşçe yaşadığı Saraybosna, Avrupa’nın ve dahi hepimizin gözü önünde tam tamına 1425 gün sırp milliyetçi faşist güçleri tarafından kuşatıldı. Vijecnica kütüphanesinin beş milyondan fazla kitabının yarısı yakıldı ve kütüphane kullanılamaz hale getirildi. Bosnalılar Türkiye, diğer bazı Müslüman ülkeler ve batının vicdanlı insanlarının desteği ile bu kuşatma karşısında çokça ölüme rağmen dayandılar. Kuşatma bittikten sonra bu yapı restore edilerek günümüzdeki haline getirildi. Direnişin sembolü olmasından ötürü Vijecnica, Saraybosna halkı için gerçekten değerli bir eser.
Kütüphanenin hemen sol tarafından içeri doğru geçiyor, Bosna semalarındaki ezan sesine doğru ilerliyorduk. Az sonra karşımıza tarihi bir çarşı ve camilerle iç içe geçmiş mekanlar çıkacaktı. Başçarşı denilen ve Saraybosna’nın kalbi sayılan bu mıntıkanın şüphesiz en gözde eseri Hacı Hüsrev Bey Camii’ydi. Bey Camii olarak da bilinip Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan’a inşa ettirilmiştir. Vakit namazını kılmak için camiye girmiş safları sıklaştırmadan fakat gönülleri sıklaştırarak saf tutmuştuk.
Camiden çıkmış, karnımızın acıktığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıp hemen karşımızdaki meşhur Boşnak börekçisi, Buregdzinica Bosna’ya uğruyoruz. Hakkını vererek yapılmış Boşnak börekleri ve hakkını vererek yiyen bizlerin eşliğinde karnımızı doyuruyoruz. Saraybosna Old Clock Tower, Hacı Hüsrev Bey Bezistanı, Ferhadija Camii, Su Sebili, Sönmez Ateş ve bu mıntıkadaki birçok yeri gezdikten sonra ara sokaklardan farklı muhitlere süzülüyoruz. Farklı muhitlerin çokça katedralleri mevcut. Kimisine dışardan baktığımız kimisine içerden bakmaya teşebbüs ettiğimiz katedrallerin mimarisi birbirinden farklıydı. Şehri iyice gezdikten sonra eve doğru nehrin kıyısından yürüyoruz. Yolda sağlı sollu gördüğümüz binaların hepsinde istisnasız mermi ve şarapnel izleri mevcut. Yeni restore edildiği belli olan evlerde dahi kurşunlanan bölümlere dokunulmamış ve öyle bırakılmıştı. Zannedersem katliamlar hafızalarda yerini korusun diyeydi.
Akşamında Mostar güzergahı için bir program çıkarmış ve ulaşım için bir araç ayarlamıştık. Mostar’a doğru yola çıkmıştık, yol üstünde ilk durağımız Umut Tüneli oldu. Umut Tüneli zor koşullarda kazılmış 800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde ve 1.60 metre yüksekliğinde bir tüneldir. Bosna-Hersek ilk cumhurbaşkanı Aliya izzetbegoviç’in önderliğinde Saraybosna havalimanına ulaşımı sağlayacak bu tünelin yapımı 4 ay 4 gün gibi bir sürede tamamlanmıştır. Savaş zamanında güvenli bölgeye eşya, gıda ve insan geçişinin sağlandığı bu tünel 350.000 Bosnalının hayatını kurtarmıştır. Şu anda video ve resim sergisinin yanında Umut Tüneli’nin ufak bir kısmı da geziye açılmış durumda. Karanlık ve dar bu tünelin binlerce insana hayat olduğunu bilmek, zihnimizde ve ruhumuzda derin izler bıraktı, karanlıkta ve zorlukta dahi umudun var olduğunun kanıtı, Umut Tüneli.
Sabahında yola koyulduğumuz Mostar maceramız, yol boyunca bize eşlik eden nehirler ve doğa harikası manzaralar eşliğinde devam ediyordu. Mostar’a varmış, tarihi köprü ve etrafında görebileceğimiz her yeri gezmiş cuma vakti geldiğinden Mehmet Paşa camisine geçmiştik. Ümmetin halinin özeti olan; duvarları yıkık dökük olan bir camide hutbe dinleyip namaza saf tutuyoruz. Köprü altından akan suyun çıkardığı ses iç huzurumuzu arttırıyor, namazın dinlencesine eşlik ediyordu. Cumadan sonra Blagaj için yola koyulmuştuk. Dağların arasından Blagaj’a varmış, tekkeye girdiğimizde dağ adeta tünel gibi oyulmuş içinden kanyon oluşturacak kadar su akıtıyordu. Gördüğüm çoğu şeyi betimleyip kısmen de olsa size aktarmayı başarmış olabilirim ama Blagaj’ı betimleyecek cümleleri bulmakta zorluk çekiyorum. Blagaj’daki Alperenler Tekkesi’ni gezdikten sonra yola koyulma vakti gelmişti.
Hayran olmuş bir şekilde Blagaj’dan ayrılmış ve tekrar yola koyulmuştuk. Yorgunluğumuzu Yablanica’da karnımızı kuzu çevirmeyle (pişmiş 1kg kuzu 120 TL) doyurarak gidermeye çalışıp merakla bir sonraki rotayı oluşturduk. Rehberimizin mutlaka görmelisiniz dediği İgman Dağı hedef olarak belirlenmişti bile. Aracı sağa doğru yöneltip, ağaçlık orman yolundan dağa doğru tırmanmaya başlamıştık. Bu memlekete geldiğimden beri beni kendisine hayran bırakan görkemli ağaçlar yola gölgelik yapıyor ve eşsiz bir manzarayı bizlere sunuyordu. Buranın yeşili ayrı bir yeşil mavisi ayrı bir maviydi. Tepeye doğru çıktıkça artan oksijen seviyesi ciğerlerimize dolmuştu bile. Eskiden beri sporcular oksijeninden ve patikalarından faydalanmak adına antrenmanlarını burada yaparak yarışmalara hazırlanıyorlarmış. Gideceğimiz yere ulaştığımızda, yüksek çam ağaçlarının arasından bir minare bizi karşılıyordu. Ağaçların gizlediği camiye ait bu minare bizlere çok şey anlatmıştı bile. Camiye ait bir güvenlik mevcuttu, turistlerin ziyaretine açık olarak korunan bir cami olan İgman Dağı Cami, her ayın ilk cuma namazında cemaate ev sahipliği yapmaktadır. Sırp saldırıları sırasında, İgman Dağı ve çevresindeki binalar ve evlerin yakılıp yıkılmasıyla Müslüman askerler İgman özgür bölgesinde bir cami inşa etmek mecburiyetinde kalırlar. Cami olağanüstü hal ve eldeki imkanlar sebebiyle yalnızca ahşap malzemeler kullanılarak inşa edilmişti. Kışın zorlu bir vakitte askerlerin gücüyle 1994 yılında caminin inşaatı tamamlanmış, 2000 yılında ise yenilenmiş ve abdesthane, elektrik, su gibi ihtiyaçları giderilmiştir. Savaşın hatırasını saklamak adına, Boşnak tugayı komutanlık binası cami avlusuna aktarılmıştır. Camiyi inşa edenlerden bazıları savaşta can vermiştir. Burası Bosna-Hersek şehitleri için bir duagah olmuştur. Az ilerisinde kazılmış cephelerin ve anıtların olduğu İgman Dağı bütün Saraybosna’yı ayaklar altına almaya imkan tanımıştı. Günümüzün geri kalanını burada geçirip evimize dönmüştük.
Artık geri dönmeye son 24 saat kaldı diyebiliriz. Son günümüzün bir kısmını Alija’nın mezarını ziyaret ederek geçirmiş, hemen üst kısmındaki kaleden son defa şehre bakmıştık.
Akşamüstü serinliği çöktüğünde ise gün batımını izleyecek güzel bir yer arayışına girdik. Şehrin üstünde süzülen teleferikler bize göz kırpmış ve arayışımız noktalanmıştı. Ufak bir yürüyüşün ardından teleferiğin başlangıç noktasına ulaşmıştık. Kişi başı gidiş-dönüş ücreti 15€ idi ancak tepeye araç ve yürüme yoluyla da gidişin olduğunu öğrendik. Biletlerimizi alıp teleferiğe geçiş yaptık. İlk dakikadan itibaren dağlar arasına kurulmuş olan Sarajevo gözlerimizin önüne serilmişti bile. Yükseldikçe tüm şehir yavaş yavaş kadrajımıza girmişti. İstanbul’da hasret kaldığımız bahçeli müstakil evler yüksek ağaçların arasına gizlenmiş büyüleyici bir manzara sunuyordu. Tepeye ulaştığımızda ormana doğru biraz yürüyüş yaptık. Zengin bitki çeşitliliği ve oksijen ruhumuzu dinlendirmişti. Biraz daha yürüyünce karşımıza çıkan atlar gülümsememize sebep olmuştu. Gün batımına az bir süre kalınca gezintimizi sonlandırıp tekrar teleferikte yerimizi aldık. Güneş yavaş yavaş dağlar arkasına gizlenip çocukluğumuzda çizdiğimiz o klasik resmi gözlerimizde canlandırırken biz de şehrin üzerinde süzülüp günümüzü sonlandırdık.
Düştük yine yollara, dönüş yabana.
Söz&Kalem | Murat Çöklü