Tam bir yıl önceydi… Çantamda umutlarım ile çıkmıştım yola. Bu sefer kamp macerasından öte geri kalan yarımı görmeye gidiyordum. Yol ve iz bilmeden, umutlarıma sığınarak…
Rotam: Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi namıdiğer Kürdistan.
Atatürk Havalimanı’ndan karmaşık duygular içinde ayrılıyorum. Çatışmaların ve kaçırmaların arttığı bir vakitte yola çıkmamdan dolayı çevremdekilerin endişeli bakışlarına aldırmadan. Mardin anonsu yapılıyor, uçaktaki yerimi almak için adımlarımı hızlandırıyorum. Ve nihayet pistten ayrılmış, gökyüzündeki yerimi almıştım. Uçağımız bulutlar arasında özgürce süzülürken, yeryüzüne ait olmadığımı bir kez daha anladım. Yüksekler belki de çok yüksekler, aidiyetimi pekiştiren yerler… Galiba ben gökyüzüne ait, gökyüzünde mutluydum. Bulutlar içinde hayallere dalmış iken alçalan uçağın penceresinden kaybolan bulutların hüznü ile yeryüzüne ayak basıyorum. İlk bulduğum otobüs ile kendimi Mardin’in merkezinde buluyorum. Buradan otobüs ile sınırı geçecek, geri kalan yarımı görme fırsatım olacaktı. Otobüsümün kalkış saatine yaklaşık 12 saat vardı. Bu bana Mardin’in tarihi sokaklarında kaybolmam için bir fırsat idi galiba. Yeşil ışığın yanmasıyla karşıdan karşıya geçmek üzere iken ısrarla çalınan korna sesine anlam verememiştim. Bir daha teyit etmek amaçlı başımı yukarı kaldırıp trafik ışıklarına baktım; evet yeşil yanıyordu. Fakat korna sesi kesilmiyordu. Sesin geldiği tarafa yönelince, geçmiş Ramazan ayında İstanbul’da misafir ettiğimiz yakın dostumun abisi (Şehmus) görmem ile şaşkınlığımı gizleyemedim. ‘’Hadi atla baklalım, ışık yanacak şimdi’’ sözlerini yarı telaşlı yarı gülümsemeyle söylerken arabasında buldum kendimi. Şansım yaver gitmiş olmalı ki kaybolmak istediğim tarihi Mardin’in en işlek sokağında olan işyerine doğru yola koyuluyoruz. Hal hatır sorma faslı ve sebeb-i ziyaretimi konuştuktan sonra Şehmus abinin ısrarı ile salaş ama bir o kadar da yemeklerinin lezzetiyle nam salmış bir mekanda buluyoruz kendimizi. Özellikle çömlekte yapılan güvecin tadı hâlâ damaklarımda. Otobüsü beklerken vakit geçirecek ve gezinti yapacak bir dost bulmuştum. Misafirperverliği ve sıcakkanlılığıyla bölge insanının samimiyetini iliklerime kadar hissediyordum, metropollerde olan samimiyetsizliğe inat. Yapılan hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağı düşüncesiyle Mardin’in tarihi kokusunu soluyorduk. Gezintimiz bittikten sonra muayenehanesine geçiyoruz. Akşam ezanının okunmasından hemen sonra yavaş yavaş hastalar doluşmaya başlıyor, diş kliniğine. Son hastayı uğurladıktan sonra gitme saatim yaklaşmış otogara doğru yola çıkmıştık. Arabanın sağa çekilmesiyle durduk, "seni yemeksiz göndermem’’ sözleriyle.
Nihayet otogara varmış, Diyarbakır’dan yola çıkan otobüsün gelişini bekliyorduk. Gecenin bir yarısı bir yarıma veda eder bir yarıma kavuşur gibi… Otobüsün en önünde oturmuş, yolu seyrederken hayaller ile karışık uykuya dalmışım. Habur sınır kapısı, pasaport kontrol noktası, İbrahim Halil sınır kapısı, pasaport kontrol derken sanırım artık cetvel ile çizilmiş sınırı geçmiştik. Zaho, Duhok derken Erbil’e doğru yola devam ediyoruz. İstemsizce önümdeki deftere duygularıma tercüman üç beş satır karalıyorum:
yol,
çok şey katar insana
hele bana
çok şey de alıp götürür
hele benden
yine bir gece yolculuğu
"yalnız ve aciz"
ad oluyor birden bana
kendimden kaçmalarım duruveriyor
koşmaya başlıyorum içime
ama nafile
bekleyen ben değilim çünkü
hiç gitmediğim
bilmediğim bir şehir
ama merak ediyorum
öbür yarımın ne yaptığını
ne yiyip ne içtiğini
alıyorum evimi sırtıma yine
gidiyorum, gidiyorum
sadece gidiyorum
şey görüyorum
cetvelle çizilmiş hudutlar
tel örgüler ile parçalanmış aileler
yüreklere döşenmiş mayınlar
aynı dil, aynı kan
biri sınırın bu tarafında
biri öteki tarafında
bugün yine anladım
emperyalizm kötü bir şey
Yola çıkarken Erbil’de nerede kalacağım belli değildi. Mardin’deyken Giresunlu bir dostumun Kürdistan’a gideceğimi öğrenmesi üzerine orada medikal işiyle uğraşan bir arkadaşıyla irtibat kurup bana yardımcı olması, işimi bayağı kolaylaştırmıştı. Yol üstünde merkezi bir yerde inmiş, Mehmet’i bekliyordum. Çok geçmeden Giresunlu Mehmet gelmiş, kaldığı siteye doğru yola koyulmuştuk. Mehmet, konsolosluğun da içinde bulunduğu güvenlikli bir sitede medikal firmasının kendisine tahsis ettiği gayet hoş bir evde kalıyordu.
Kürdistan’da resmi tatilin Cuma günü olması hasebiyle gelişimiz Mehmet’in izin gününe denk gelmişti. Kahvaltılık almak için bir süper markete girmiş, gördüğüm neredeyse bütün ürünlerin Türkiye’den gelişi şaşırtmıştı beni. Sonrasında şehri gezerken kocaman mağazaların Türkiye firmaları olması şaşkınlığımı katlayacaktı. Kahvaltımızı yaptıktan sonra Cuma namazı için site içindeki Dayk Camii’ne gittik. Anadilimiz ile vaaz dinlemek… Dilimizin zenginliğini görmek...
Namazdan sonra şehrin merkezi ve Erbil Kalesinin yanı başı olan çarşıyı geziyoruz. Fakat Cuma günü olması hasebiyle açık mekan bulmakta zorlanıyoruz. Kale etrafında kümelenmiş, içinde çeşitli paraların olduğu cam fanuslarla döviz bozma işlemi yapan ayakçılar, yabancı olduğunuzu anlayınca hemen ‘change, döviz change’ demeye başlıyorlar, domates satar gibi.
Erbil yani Hewler, tarihinin yanı sıra Kürdistan’ın başkenti ve ekonomisinin merkezi de olması hasebiyle yılın 365 günü hareketlidir. Çarşısı da şehir gibi Erbil Kalesinin etrafına kurulmuştur. Erbil Kalesi, Erbil’i kuş bakışı izleyebileceğimiz tek yerdi sanırım. Erbil Kalesi’nin güney tarafında büyük tarihçi ve coğrafyacı Mibarekê ‘Ehmed Şerafeddîn'in (İbni Mustafa) dev bir heykeli bulunuyor, gelenler yanında fotoğraf çekip iç kısımlara doğru yol alıyor. Kaleye çıkış yolunda ise soluklanmanızı sağlayacak Kela Hewler Parkı yer alıyor. Özellikle geceleri hareketlenen park, tarihin ortasında kalışıyla farklı tavır sunuyor. Surların ana giriş noktasında bulunan Kayseri Pazarı ziyaret edebileceğiniz yerlerden biri. Burada yöresel birçok lezzete ve kurutulmuş gıdaya çok rahat bir şekilde ulaşabilirsiniz. Gezintimizde Erbil kalesinin Asurlulardan kalma olduğunu ve UNESCO tarafından koruma altına alındığını duvarlardaki bilgilendirme panolarından okuyoruz.
Erbil’de bir başka durağımız: Shanadar Parkı. Shanadar parkı, Al-Sawaf Camii'nin arkasında, Erbil Kalesi'nin güneyinde yer alıyor. Modern bir tasarıma göre inşa edilmiş ve çocuklar için çeşitli oyun alanları, parkın merkezinde ünlü Shanadar Mağarası şeklinde inşa edilen yerel sanat sergileri için bir salon bulunmaktadır. Sami Rahman Parkı ise yeşilin çok az olduğu bu şehirde nefes almanızı sağlayan bir merkez. Zamanında Saddam Hüseyin’in karargahlığını yapmış olan park, birçok kişinin buluşmak için ortak noktası.
Bunların dışında Erbil’de Tekstil Müzesi, Kılıç Ağa Tepesi üzerindeki Uygarlık Müzesi, surların batısındaki arkeolojik alan olan Ary Kon’u gezebilir, tarihin izleriyle değişik kültürlerin sentezini Kürdistan bölgesinde gözlemleyebilirsiniz.
Şehrin merkezindeki tarihi mekanları gezdikten sonra çağdaş İslam eserlerinden biri olan Celil Hayat (Jalil Khayat) Camisine doğru ilerliyoruz. Celil Hayat Camii tavan süslemesi konusunda tüm dünyaya örnek olacak bir güzelliğe sahip. Hem içi hem dışı büyüleyici olan nadir camilerden. Bu mükemmel görüntünün oluşması için harcanan emek ve özveri gerçekten takdire şayan.
Kürtçeyle çok rahat anlaşabildiğimiz insanların sıcakkanlılığıyla gezintimizi sürdürüyoruz. 1,1 milyon nüfusuyla Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin, Keldanilerin ve Hristiyanların yan yana yaşadığı Erbil kenti, hoşgörüyle ve misafirperverliğiyle ön plana çıkıyor. Türkiye’den birçok insanın rahatlıkla yaşayabildiği, herhangi bir çifte standarta maruz kalmadığını Giresunlu Mehmet’in sözleriyle öğreniyorum. Devletlerin ve emperyalist küresel güçlerin toplumları parçalama hedefleri; aynı kanı taşıyan insanları tel örgüler ile ayırmış, asırlardır omuz omuza ilay-ı kelimetullah için mücadele etmiş toplumların arasına nifak tohumları ekmiştir. Soydaşların gönülleri mayınlar ile döşenmiş, aradaki toprak bahane olmuştur. Devletler de ne yazık ki bu durumu çıkarları doğrultusunda kullanmış, insanların zihin kodlarına ırkçılık işlemiştir. Zaman zaman bunun dozu artmış ve faşistliği tetiklemiştir. Bize düşen tüm bunların farkında olup Millet-i İbrahim temelinde hareket etmektir.
Gezintimize devam ederken kentin en büyük alışveriş merkezi olan Family Alışveriş Merkezi’ni ziyaret ediyoruz. Burada dünya markalarını bulabilirsiniz. Gözüm bir teknoloji mağazasına takılıyor. Irak’ta teknolojik ürünlerin fiyatının ülkemizden uygun olduğunu bilmeyen yoktur herhalde. Mağazada hemen ürün fiyat karşılaştırması yapıyorum. Fakat dolar kurunun 5 lira olmasından dolayı fiyatlar neredeyse eşitlenmiş durumda. Elbette bunlar AVM fiyatı. J Majidi Alışveriş Merkezi’nde ise alışverişin yanı sıra restoranlarında yemek yiyebilirsiniz. Gezdiğim alışveriş merkezlerin ilk gözüme çarpan kısmı ise otoparklarının devasa büyüklükte olmasıydı. Sanırım bunun sebebi ucuz mazot ve araba fiyatlarından dolayı kentte herkesin en az bir araca sahip olmasıydı.
Akşamında Giresunlu kardeşimizin kuzeni olan bir müteahhitin (Ahmet) bizi yemeğe çağırdığı mekana gidiyoruz. Göz zevkimize hitap edecek şekilde dizayn edilmiş ve ortasında bir kuzu olan sofraya utanarak ve biraz da hayretle oturuyorum. Sofrada birçok kültürden yemek bulmak mümkün. Ahmet’in kendisi gibi müteahhit olan Kayserili arkadaşlarının gelmesiyle yemeğe başlıyoruz. Bir yandan buz gibi yayık ayranın doldurulmasını öte yandan kuzunun parçalanışını hayretle izliyorum. Yemekten sonra herkes oyuna dalmış, kendilerince vakit öldürüyorlardı. Fırsattan yararlanıp Erbil sıcağının öcünü alırcasına salıncakta sallanmaya başladım. Biten oyunlarından sonra; hadi kalk sözleriyle uyuduğum salıncaktan uyanıyor, muhabbetlerine dahil oluyorum.
Ertesi gün birtakım ziyaretlerden sonra; düştük yine yollara, dönüş yabana.
Söz&Kalem - Murat ÇÖKLÜ