Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Karaduman
Hamd; mü’mine izzet elbisesini cihatla giydiren Allah’u Teâlâ’ya, salat ve selam şehit ve mücahit Peygamberin üzerine, âline, ashabına ve kıyamete dek cihad edenlerin üzerine olsun.
İslam’ın temel gayesi, insanın akıl, din, can, mal ve ırzını korumaktır. Tüm bunların korunması için temel bazı hükümler ve bu hükümlerin çiğnenmesi halinde bazı ceza türleri belirlemiştir. İslam, ulemanın ifadesiyle “celbe maslahat ve def’i medarrat”ın ikamesi üzerine var olmuştur. Tüm bunların nedeni ise insanın bu dünyada mutlu bir hayat yaşamasıdır. Onu Allah’u Teâla ayeti kerime de peygamberlerinin davetini ifade ederken “size hayat bağışlayacak şeye davet ettiklerinde”[1] diye ifade ediyor. Onun için tüm mesajlar ve hükümler insana selam yurdu kurmanın gayreti içerisindedir. Tabi hayat aynı zamanda hak ve batıl mücadelesidir. Dünya hayatı imtihan yurdudur. Bu imtihanın ilki insanın şeytanlaşmış nefsi diğeri ise şeytanlaşmış insanlardır. Nefisle mücadele, insanın bireysel çaba ve gayretleri sonucu atlata bileceği bir imtihan iken, şeytanlaşmış insanlarla mücadele etmenin ise farklı boyutları vardır.
Şeytanlaşmış insanlarla mücadele ya dilledir ya da bilekle. İlk ayağı tabi ki de insanın hakikati güzel bir dille söylemesidir. Ki bu da cihadın ilk adımıdır. Allah’u Teâla bu adımı Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa’yı, Firavun’a gönderirken şöyle açıklar: “Ona git ve güzel ve yumuşak söz söyle”[2]. Hakikat, kalpleri ve kulakları mühürlenmemişler için ulaşılması kolay bir şeydir. Bundan ötürü insanın ilk daveti ve çağrısı, güneş gibi apaçık olan İslam’a ve Tevhidedir. Eğer haddi aşar ve davete engel olursa işte bu aşamada artık mecazdan uzak, te’vilden âri salt bir Cihad vardır.
Cihad, yazımızın başında da ifade ettiğimiz İslam’ın temel muhafaza amacı olan akıl, din, can, mal ve ırzı üst perdeden korumak içindir. Bu beş şey ancak İslam toplumunda ve devletinde ikame edilebilir. İslam’ın cihad felsefesi küfürle mücadele değil, kâfirlerin hakka engel olmasını ortadan kaldırmaktır. Peygamber efendimiz kendi döneminin krallarına mektup gönderirken ilkin onları İslam’a davet etmiş, sonra da İslam’ın halka ulaşması için çaba sarfetmiş eğer bu çaba engelleme ile karşılaşırsa cihat ilan etmiştir.
Cihad’ın değerinin çok fazla olmasının ve İslam ahkâmının zirve ibadeti olmasının sebebi hakkın yolunu açtığından ve beş temel ilkeyi ikame etmesindeki rolündedir. Cihad salt ilahi adaletin tesisi için vardır. Cihad, hakkın yolunu açmaktır. Hakka giden yolun barikatını kaldırmaktır.
Ayeti kerimede geçen “Cihat edenler, oturanlardan daha yüksek derecededir”[3] ifadesi ile Peygamber efendimizin “İslam’ın zirve hükmü”[4] olarak cihadı dile getirmesi cihadın kıymetini ve değerini ortaya koymaktadır. Cihat, zillet zincirini kırıp izzet elbisesini giymektir. Nefse, kula ve emsal-ı envâya kulluktan tek ve kadir-i mutlak olan ilahın hükmüne razı gelmektir cihat.
Cihad etmek, Allah’u Teâla’nın bu dünyada kuluna sunduğu en güzel ticarettir. Ayeti kerimede bu ticaret çok veciz bir şekilde şöyle ifade edilir: “Ey iman edenler! Sizi, elem verici azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”[5] Bu ticaretin karşısın da Allah sizlere ne mi verir? “O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, adn cennetleri içindeki güzel köşklere koyar. İşte büyük kurtuluş budur.”[6]
Sahabeden Ebu Hüreyre anlatıyor: “Adamın biri Allah Resulüne gelip şöyle sordu: ‘Bana Cihada denk gelecek bir amel söyle?’ Allah Resulü: “Bulamıyorum” der ve şöyle devam eder: “Sen mücahit cihada çıkıp dönene kadar, mescide kapanıp bir an olsun ibadetten uzak durmadan, oruç tutup iftar etmeden durabilir misin?” Sahabe şöyle dedi: ‘Kim bu yapabilir ki ey Allah’ın Resulü?’
İşte mücahit bu kadar değerlidir.
İşte cihad böyle bir ibadettir.
Müslümanlar olarak uzun yıllardır hep bu cihadın aşkıyla yanıp tutuştuk. Hem cihad özlemi çektik hem de mücahitleri özledik. Salt İslam için, silahının ucu hiçbir Müslümana dokunmayan bir cihat bekliyorduk. Salt din düşmanlarıyla bir cihad meydanı özlemindeydik.
Bizleri öyle bir hale getirdiler ki artık kendi topraklarımızda bizi birbirimize vurdurtup her iki tarafa da cihad ediyorsunuz fısıltılarıyla yıllarca kardeş kanını döktürdüler. Artık öyle bir dereceye geldik ki, tertemiz bir cihadın imkânsızlığı düşünürken Allah’u Teâla etrafını bereketlendirdiği topraklardan bir toplulukla Cihadın en temiz olanını bizlere gösterdi. İşte bizzat şu an yaşadığımız bugünlerde az ama ihlaslı bir topluluğun tüm dünya müstekbirlerine, zalimlerine ve emperyalistlerine karşı korkmadan, bıkmadan ve usanmadan cihad ettiği günleri yaşıyoruz. Sadece eli silah tutan mücahitler değil, bir halk olarak her şekilde cihad ediyorlar.
Öyle bir cihat ki başarılarını silahlarına değil; kazasız namazlarına, hafız mücahitlerine ve sebat ehli halkına dayandırabiliyorlar. Maddi ve manevi tüm sebepleri oluşturmuş ve ama Allah’ın yardımını unutmamış bir topluluk.
Cihad nedir? Nerededir? diye sorarsanız
Beytu’l Makdis ve etrafına bakın derim.
Peygamber efendimiz şöyle buyurur: “Cihad etmeden, içinde cihad etme arzu ve niyeti de taşımadan ölen kimse, münafıklıktan bir şube üzere ölmüş olur.”[7]
Ey Allah’ım bizlere de cihat etmeyi nasip et!
Bizlere de Kudüs’ün özgürlük savaşında kardeşlerimizle orada ki işgalcilere karşı cihad etmeyi nasip et!
Ey Allah’ım Cihat peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.v)’in ümmetinden olan bizlere de zalimlere, müstekbirlere ve emperyalistlere karşı cihat edebilmeyi nasip et.