Söz&Kalem Dergisi - Ammar Arslan
Zikir dar anlamda, “Allah'a yaklaşmak için belirli zamanda ve belli miktarda yapılan ibadet, dua ve zikri ifade eden tasavvuf terimi” olarak ifade edilse de; geniş manada zikir, "Allah'ın güzel isimlerini anmak, O'nun ilahi hükümlerini hayatın her anında hatırdan çıkarmamak ve davranışları bu hükümlere göre yapmaktır" şeklinde tarif edilmiştir.
Tanımlardan da anlaşılacağı üzere zikir, sadece belli zamanlarda yapılan virdlerden ibaret olmadığı gibi, hayatın her anını ve Müslüman şahsiyetin ihlaslı her amelini kapsamaktadır. Nitekim İslam tarihi boyunca ve zamanla gelişen tasavvuf geleneğinde bile bu durum böyle anlaşılmış ve böyle tatbik edilmiştir. Bu ay çerçevesi daraltılmak ve dil ile söylenen bazı virdlere sıkıştırılmak istenen zikir kavramının, mücahid sûfilerin hayatında nasıl bir karşılık bulduğunu inceleyeceğiz.
Tarih boyunca Müslüman, İslam ve insanlık düşmanları, İslam ordularını tarif ederken onları “geceleri âbid, gündüzleri ise mücahid” olarak vasıflandırmışlardır. Bunun sebebi de Nebevi hareket metodundan ilham alan gerek sahabe, gerek tabiin gerekse de bugünümüze varıncaya dek gelen tüm mücadele önderlerinin ve mücahitlerin hayatlarında, cihadı ve zikri paralel olarak ihya etmeleridir.
İbadetin, yani zikrullahın en zorlu olanı cihad olsa gerek. Allah yolunda cihad edebilmek, ortaya bir mücadele koyabilmek için de Allah Azîmüşşân ile sıkı bir rabıtanın sağlanması gerek. Yine, ancak Allah Azîmüşşân ile rabıtası güçlü olanlar ortaya bir mücadele koyabilmiş; intisaplı oldukları Allah Azîmüşşân adına cihad edebilmişlerdir.
Yakın tarihimiz cihad ve zikri birbirinden ayırmayan, birlikte ihya eden mücahid sûfiler ile doludur. Filistin’de siyonizme başkaldıran Şeyh İzzettin El- Kassam ve Şeyh Ahmet Yasin; halifeliğin ilgasından sonra kıyam eden Şeyh Said; Kafkasya coğrafyasında Ruslara kök söktüren Kafkas Kartalı Şeyh Şamil; Libya’da İtalyanlara karşı izzetle direnen Çöl Aslanı Şeyh Ömer Muhtar bunlardandırlar.
Şeyh İzzeddin el-Kassam
İslam coğrafyasının her neresinde bir işgal ve bu işgale karşı başlatılmış bir cihad varsa Şeyh İzzeddin el-Kassam muhakkak oradadır. Kadirî tarikatının mürşidi olan Şeyh Kassam, babasının vefatından sonra Edhemi bölgesinde bulunan Şazeli tekkesinin Şeyhi olan el-Kassam müridleri ile beraber Suriye’de Fransızlara karşı cihat etmiştir. Yine Filistin’de başlayan işgale ve siyonist çetelere karşı sadece cihad ile yetinmemiş, elindeki belki de tek varlığı olan evini satıp, bu para ile müritlerine silah almıştır.
İlmi ile amil olan ve cihad ayetlerini bilfiil cihad meydanlarında, at sırtında uygulamak suretiyle adeta tefsir eden Şeyh Kassam, gerçek manada bir “mürşid-i kâmil”dir.
Şeyh Said
Bugün Elazığ’ın Palu ilçesinde doğan Şeyh Sait, Nakşibendî tarikatının Hâlidiyye koluna mensuptur. Şeyh Sait hazretleri, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde çokça tanınan ve sevilen bir Şeyh idi. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında birçok medreseler kurmuş, âlim yetiştirmiş olan Şeyh Sait hazretleri, Nakşibendî tarikatının Palevî kolunun Şeyhi olarak tanındı.
Gerek Şeyh Said gerekse de bugünkü yazımızda isimlerini zikrettiğimiz meşayih, bugün klasik manada bildiğimiz “Şeyh” kavramının çok ötesinde bir etki ve duruşa sahiptiler. Onlar, hiçbir zaman sadece tasavvufi ritüeller yapıp salt medreseye kapanıp zikir çeken Şeyhler olmadılar. Onlar, zikirlerini her zaman halkın içinde, mücadele ve cihad meydanlarında gerçekleştirdiler.
İşte bundan dolayıdır ki Şeyh Sait hazretleri, döneminin siyasi, kültürel ve toplumsal gelişmelerini çok iyi takip eden, okuyan ve reaksiyon gösteren bir mürşitti. Özellikle Osmanlı Devletinin yıkılışından sonra yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde hilafetin ilgası, toplumun örf ve inancı ile uyuşmayan birtakım değişiklikleri ve yeni kurulan sistemin İslam dünyası ve İslami değerlere sırt çevirmesini kabul etmeyen Şeyh Sait hazretleri, kıyam etmiş ve nihayetinde ömrünü müritleri ile beraber şehadet ile noktalamıştır.
Şeyh Şamil
Daha çok “Kafkas Kartalı” veya “Rusya’nın Kabusu” olarak duyduğumuz Şeyh Şamil, bir Nakşibendî şeyhi idi. Yaşadığı dönemde, sadece bir dini lider veya bir mürşit olarak değil, aynı zamanda askeri ve siyasi bir lider olarak da varlık göstermişti.
Sahip olduğu kararlı duruşu, askeri ve siyasi dehasıyla Dağıstan’da ve Kafkasya’da mükemmel bir askeri ve idari bir yapı meydana getirmişti. Mücahid bir mürşit olan Şeyh Şamil, başlattığı cihad hareketiyle tam yirmi beş yıl boyunca Kafkasya coğrafyasında Ruslara kan kusturmuştu.
Şeyhü’ş-Şüheda Şeyh Ömer Muhtar
Ömer el-Muhtâr, Trablusgarp vilâyetinde açılan zaviyelerden birine şeyh olarak gönderildiğinden, 11 Eylül 1931 tarihinde mücahit arkadaşları ile sahabeden Seyyid Râfi’nin kabrini ziyaret ederken İtalyanlar tarafından çembere alınarak tutuklanmış ve 15 Eylül 1931’de halkın gözü önünde idam edilerek şehid olmuştur.
İtalyanların bu denli öfkesini üzerine çekmesinin sebebi, İtalyanların Libya işgaline karşı çıkmasıydı. Avrupa’nın Afrika coğrafyasındaki sömürgeciliğini kabul etmemiş ve bunun karşısında destansı bir direniş sergilemiştir. Daha çok “Çöl Aslanı” lakabıyla bilinen Ömer Muhtar, mensubu olduğu Senûsî tarikatındaki dava kardeşleri ile beraber Libya çöllerinde adeta İtalyanların korkulu rüyası olmuş, onları adeta Libya çöllerine gömmüştür.
…
İsmini saydığımız ve sayamadığımız bu değerli Suffi alimlerin hayatı, ayrı ayrı uzunca irdelenmesi ve anlaşılması lazımdır. Her ne kadar bugün sûfilik, dünyadan el etek çekmek ve biraz daha içe dönük bir seyr-i süluk olarak okunsa da, geçmişimize baktığımızda sûfiliğin aslında mistik ve sofistik bazı ritüellerden çok daha fazlası olduğunu görüyoruz.
Meşayıh (Şeyhler) her zaman bu toplumun önderi ve rehberleri olmuşturlar. Yukarıda mücadele ve cihad hayatına dair çok kısa bilgi verdiğimiz Şeyhlerimizin ve onların müritlerinin bu mücadele hayatlarının arkasında, hiç şüphesiz ki bir zikir âlemleri vardı. Çünkü zikrullah vesilesiyle Allah ile rabıta kuramayan, gece ibadetleriyle kuşanmayan bir topluluğun cihad meydanında ayaklarının sabit kalması mümkün değildir.
Yine dilde kalan, meydana taşmayan ve hale bürünmeyen zikrin de Müslüman ruhları ve bedenleri ayakta tutması mümkün değildir. İşte bu yüzden bugün dahi, İslami anlamda bir mücadele ve cehd (cihad) içinde olan bir Müslümanın zikir dünyasının zayıf olması büyük bir kayıptır maalesef.
Dün meşayıh nasıl ki “Ey iman edenler! Savaş esnasında karşı karşıya geldiğiniz düşman birliğine karşı dayanın, sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki felah bulasınız.” ayetinin sırrıyla Allah Azîmüşşân ile rabıtalarını sağlam bir şekilde kurdularsa, bugün de ruhlarımızın ihtiyacı olan, bu rabıtadır.