Söz&Kalem Dergisi - Hüseyin Gülsever
Modern tıbbın yanılgılarından belki de en büyüğü, maneviyatın insan sağlığı üzerindeki olumlu etkisini reddetmesi veya önemsememesidir. Oysa son 20 yılda psikoloji ilminin bu konudaki çalışmaları ispatlamaktadır ki; manevi boşluk, psikiyatrik rahatsızlıkların nedenlerinden veya ona zemin hazırlayan etmenlerdendir. Bu minvalde bilhassa modern zamanda ve mekanda kendi benliği ile yaratıcısı arasında kontak kuramayan nesiller, bir buhranın içerisinde debelenip durmaktadır.
Elbette ki bu buhran ve boşluğun tek nedeni maneviyat değildir. Geçim kaygısı, gelecek kaygısı, toplum baskısı, arkadaş çevresi ve daha niceleri... Bu boşluğa iten diğer etmenler olarak sayılması mümkün bahislerdir. Ancak sorunu çözmek için bütün bu etmenlerin perde arkası sorgulanırken maneviyat gibi önemli bir mevzunun yok sayılması(kasti veya değil), sorunu çözememede çok büyük bir paya sahiptir.
Tam da bu noktada özellikle anksiyete azdıran ve depresyona iten bu sebeplerin belki de zihinde işgal ettiği yerlere ve bozduğu hormon salınımını toparlayacak bir reçetesi var İslam'ın; ZİKİR.
Bugün psikiyatri dünyasında genel kabul gören görüşle, psikiyatrik rahatsızlıkların temelinde zihnin susturulamayan düşünceleri vardır. Örneğin, anksiyetik bir hasta durmadan kaygı duyduğu durum ile karşılaşacağı yanılgısı ile yaşar ve bu düşünceyi susturmaya güç yetiremez.
Zikir bu anlamda bireyin öncelikle zihin dünyasına çekidüzen veren bir uygulamadır. Birey bilinçli bir zikir esnasında, sadece marifetullaha odaklanır. Bu, dış etmenlerin zihinde susturulabilmesinin en etkili yollarından birisidir.
Dahası, modern dünyanın sunduğu teknoloji ile beraber getirdiği en büyük sorunlardan biri dikkat dağınıklığıdır. Modern ebeveynler artık çocuk yaşta karşılaşılan bu sorunu çözmek için küçük yaşlardan başlayarak çocuklarına artık ismi piyasada ve halk arasında çok bilinen çeşitli ilaçlar vermektedirler.
Yapısı dikkat ve odaklanma üzerine inşa edilen zikir, düzenli periyotlar ile tekrarlandığında insanın biliş dünyasında önemli bir etki yaratarak dikkatin gelişmesine katkı sağlamaktadır.
Meditasyon "yüce" olarak om'u belirlerken Mü'min kişi zikirle Allah'ı yüceler ve bireye zihnini sadece ona odaklamasını teklif eder. Meditasyon, insanın bir obje, nesne veya kelime üzerine odaklanmasını amaçlayan ve bunu belli ritüellerle sağlayan modern insanın gayri islami zikridir. Bunu bir psikoterapi olarak gören bilim, onu dünyanın çeşitli yerlerine pazarlarken, marifetullaha ulaşmayı amaçlamak suretiyle insanda psikoterapi etkisi yaratan zikrullahı görmezden gelmesi, zikrullahta bir ticari getiri görmemesinden midir yoksa zikir aracılığıyla toplumların İslam'a yönelecek olması korkusundan mıdır? Bu görmezden geliş şayet kasti değilse, bilimin noksanlığıdır.
Zikrin yine insan kişiliğine bir başka katkısı da Allah'ı sürekli anmak ve hatırlamak hissinin onda oluşturduğu güven duygusudur. Mâlumunuzdur ki bir depresyon hastasının belki de en büyük buhranı kendi kendine yetememe duygusudur. Köşeye sıkışmışlık, kendi zihninde gerçekliği olmayan bir sorun oluşturma ve asla çözememe, sıkıştığı köşeden kurtulacak mecali bile olmama ve sonunda intiharı bir çözüm olarak görme... Oysa Allah, güvence olarak kendisinin kuluna yeteceğini ayeti kerime ile sabitler "Allah kuluna yetmez mi?" (Zümer, 36). Zikir ile bu konkordansı sağlayabilen birey, yetememezlik duygusundan sıyrılabilme ihtimalini artırır. Ve bu da yaşam mücadelesi için gereken gücü sağlayabilir.
Zikrin bir de insanın hasletleri üzerine etkisini konuşmak gerekir. Zikir, hatırlamak anlamına da gelir ki, tasavvufta bu hatırlamaktan kasıt Allah'ı hatırda tutmaktır. Allah, kulunun şer ile hemhal olmasını istemediğinden, hatırında Allah olanın -Allah korkusundan- kötü hasletleri de azalır ve toplumun gözde ve aranan şahsiyeti konumuna yükselir. İnsanın bir toplumda gözde olması, seçkin olması ve parmakla işaret edilen olması özgüven duygusunu artırır. Özgüveni yerinde olan insanın ruh hali de nazaran iyi halde olur ve mental sağlığı daha yerinde olur.
Zikir aynı zamanda bir bellek kuvvetlendiricidir. Zira kalıcı belleğe bilgi yüklemenin temel mantığı çokça tekrardır. Zikirde de lafzullahın çokça tekrarı beynin kalıcı hafıza deposu işlevi gören bölümünü güçlendirecek ve hafıza daha kuvvetli bir hale evrilecektir.
Mısırlı âlim ve mütefekkir Şa‛rânî’ye göre, zikreden kişinin ilminde artış yoksa o kimse hakiki mânâda zakir değildir. Çünkü zikirde amaçlanan, taklidî ilmi tahkîkî ilme dönüştürmektir. Marifetullaha ulaşmayla sonuçlanan bu yol, aklın aydınlanmasını sağlar. O halde Şa‘rânî nazarında, zikrin bilgi edinme vasıtalarından birisi olduğu söylenebilir. Diğer bir ifadeyle zikir, epistemolojik bir değer ve uygulamadır.
Bu bağlamda zikir salt bilgi edinme veya bilgiyi kalıcılaştırma üzerinde değil, aynı zamanda ilmi; taklitten tahkike dönüştürme üzerinde de tesirlidir.
...
Olayı bilimsel ve deneysel açıdan ele alacak olursak, beynin öğrenme ve bilgileri toplama merkezi prefrontal korteks dediğimiz kısmıdır. Bu bölge yeni davranışlar öğrenme, öğrenilen bilgileri toplama ve onu uygulamaya koyma merkezidir. Bu bölgeye hayal kurma merkezi minvalinde "kuvve-i hayaliye" de denmektedir. Beynin bir başka bölümü olan limbik sistem ise duygu, hafıza ve motivasyon sistemidir. Bu iki bölgenin ana idare merkezi bazı çalışmalarda kalp olarak ispatlanmıştır. Zikrin de kalbi hareketlendirdiği gerçeğini göz önüne alırsak; zikir, kalp devinimi üzerinden beyinde öğrenme, duygu kontrolü, hafıza ve motivasyon üzerinden etkiyerek bilişsel sağlığa katkıda bulunur çıkarımında bulunmak gayet yerinde olacaktır.
Yine bir bilimsel çalışmada "anlayarak yapılan zikrin" duygu alanlarını aktifleştirdiği görülmüştür. Ki tıp dünyasında genel geçer bir kural da şudur: Aktif çalışan veya hareket eden her hücre/doku/organ güçlenir, büyür.
Ve son olarak EEG (beynin elektriksel çalışmasını monitör ekranına yansıtan cihaz) kullanılarak yapılan başka bir çalışmada da zikrin endorfin hormonu salınımını artırdığı ispatlanmıştır ki endorfin hormonu ağrıyı azaltan, stresi azaltan ve rahatlama sağlayan hormon olarak bilinmektedir.
Bütün bu verileri ve değerlendirmeleri göz önünde bulundurarak diyoruz ki;
Zikir ilk insana vahyedilmiş, 1400 sene önce sınırları çizilmiş, maddi ve manevi faydasını insanlığın on binlerce senedir bilfiil tecrübe ettiği, Kur'an'ın ve sünnetin şiddetle tavsiye ettiği, müminlerin gönüllerine şifa, hastalıklarına deva, ruhlarına derman olan, deneyen milyarlarca insanın aynı sonucu aldığı, herkeste 'tatmin' gibi bütün insanlığın peşinde koştuğu bir hissi tam anlamıyla sağlayan, kalplerin sadece onunla huzur bulduğu, evliyanın enbiyanın abidlerin ve mücahitlerin sığınağı, şifası, dermanıdır. Kalpler onunla huzur bulmuş, bedenler onunla şifasına kavuşmuştur. Bunu insanlık tarihi ispatlamış, Peygamber Aleyhisselam ona mührünü vurmuş, bilim bir kez daha bu gerçeği perçinlemiş ve katmerlemiştir. Bu bağlamda; "fikir dünyasının zikirle entegrasyonu şükrü kaçınılmaz kılar" demekte de bir beis yoktur.
Son sözümüz şudur: "Biliniz ki kalpler ancak Allah'ı anarak huzura erer."(Rad:28)
Vesselam...