İnsanlar yaratılışları itibariyle birbirlerinden farklı mizaçlara ve yapılara sahiptir. Bu farklılıklar da onları müstesna ve özel kılmaktadır. Gözümüzden sakınıp kalbimizin en güzel köşesinde yer verdiğimiz çocuklarımız ise bu noktada çok daha hassas ve nev’i şahıslarına münhasırdırlar. Bu da onlara karşı göstereceğimiz ilgi, alaka ve muhabbetin bir kat daha fazla olması gerektiğini göstermektedir. Eğitimciler ve ebeveynler olarak, Allah’ın bizlere bahşetmiş olduğu cevherin, toprağın, hamurun bilincinde olmalıyız. O’nun rızası ve onların da kabiliyetleri, istidatları, zevk ve istekleri doğrultusunda hareket etmeliyiz. Aksi takdirde hem Rıza-i İlahi’yi hem de çocuklarımızı memnun ve razı edemeyiz.
Günümüz anne ve babalarının içine düştüğü en bariz yanılgılardan bir tanesi de çocuklarını; eş, dost, akraba, komşularının çocuklarıyla mukayese edip onların omuzlarına ağır yükler tevdi etmeleridir. Hâlbuki yazımızın başında da belirttiğimiz gibi her çocuk özeldir ve farklıdır. Kıyas ettiğimiz çocukların ilgi ve alakası sayısal derslere yönelik ve kendi çocuğumuzunki sözel derslere yönelik ise bu gayet tabiidir. Bundan dolayı çocuğumuza yapacağımız baskı ve dayatmalar bir sonuç vermeyecektir, verse de ileride bunun acı sonuçları kendisini gösterecektir.
Meselenin bir diğer boyutu da var ki çoğu anne-babanın ve eğitimcinin bu görüşü savunduğu ne yazık ki malumdur. Her çocuk doktor, mühendis, avukat olacak diye bir kanunname mi var? Tabi ki yok. Ama gelin görün ki bahsini ettiğimiz anne-baba ve eğitimcilere göre bu böyle olmak zorunda(!). Dünyada ve ülkemizde birbirinden farklı meslek grupları ve bunlara olan ihtiyaçları görmekteyiz. O halde neden bu mesleklerde ve alanlarda da başarılı olabilecek ve hayatını bu şekilde sürdürüp kazanabilecek çocuklarımızı, kendi tatmin duygumuz uğruna okulla, sınavla, test kâğıtları ile sınırlarız.
Dünyanın bir olimpiyat alanı, her sınıfın ve sınavın da bir olimpiyat yarışı olduğunu düşünüyoruz ne yazık ki. Çocuklarımız da bu benzetme şemasında olimpiyat yarışçısından başka bir şey olmuyor haliyle. Fakat o alanın dışında gerçek ve hakiki bir yaşam bizi ve çocuklarımızı bekliyor. Bizler, bizi tribünden izleyen gözlere değil, çocuğumuzun gönlünden geçenlere bakmak zorundayız. İsmet Özel’in “el âlem ne der diye bir put var” sözü ne kadar manidardır. Eğer varsa böyle bir putumuz, baltayı elimize alıp kırmalıyız.
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan “oku” emrini, yalnızca diploma alıp o diploma ile de düzenli bir maaş almaktan ibaret sandık maalesef. Kâinatı, âlemleri, insanları, coğrafyaları, tabiatı okumaktan da mesulüz. Ve bu mesuliyetin her an bilincinde olmalıyız. Anaokulundan, üniversite son sınıfa hatta profesör ve sair makamlara dahi gelinceye kadar okumakla ve okuduklarımızdan insanlara da sunmakla sorumluyuz.
Eğitim ve öğretimi dört duvar ile iki kapak arasındaki sayfalar ile optik kâğıtlarındaki yuvarlaklar ile not çizelgelerindeki A notu ile kısıtlayıp sınırlandıramayız. Çünkü bu beşikten mezara değin sürecek bir faaliyettir.
Söz&Kalem - Mustafa Yalçınkaya