Söz&Kalem Dergisi - Sefa Kara
‘’İnananlar, öyle kişilerdir ki Allah'ı anmakla yatışır, kuvvetlenir gönülleri. İyice bilin ki gönüller, Allah'ı anmakla yatışır, kuvvet bulur.’’ (Ra’d 28)
İnsan ve insanın derdi diye bir giriş yapalım. Dert değimiz şey her insan için farklı olabilir. Örnek olarak çevreci bir adam düşünelim. Bu adam için yerde bulunan her yemek ambalajı ayrı bir dert olmakla beraber o çöpleri yere atan insanların ve ailelerinin eğitilmesi de bir derttir. Bu kişi bu dert ile birlikte harekete geçip bir şeyler yapmak ister. Bu kişiler için şunu diyebiliriz; bu adamın bir derdi varken aklı ve kalbi tamamen bu dert üzeredir. Düşünme organı olan akıl çözüm üretmeye çalışırken kalp de bu derdin ya hüznünü ya da heyecanını taşır.
Sözgelimi aynı şeyi bir sınıf öğretmeni için de düşünebiliriz. Onun da bir amacı ve bir derdi vardır. Bu öğretmen için öğrencileri umursama, onlara bir şeyler öğretme, ahlaklı ve başarılı insanlar yetiştirme kaygısı olmayan başka bir öğretmen de bir derttir. Okul dışında hangi sektörde hangi ortamda olursa olsun kendi yaptığı işleri, en güzel şekilde yapmak isteyen kişiler için yaptığı iş üzere bir faydalı olma kaygısı olmakla beraber çevresinde aynı konumda olup da işini umursamayan insanların da derdi eklenir. Kızar sinirlenir kendince onlara. Dert üstüne dert…
Derdi olan insanlar bu dertlerini canlı tutabildikleri sürece dünyayı daha güzel bir hale getirirler. Dertli olmak, dert yüklenmek güzel bir şeydir. Biz bu adamın gerçekten konuyu çok dert ettiğini ve artık kahrolduğunu düşünelim, çünkü hiçbir şeyi istediği kıvama getiremiyor. Girişte kalbi boşluk dedik. Derdi olan bu insanın o esnada kalbi bir boşluğu yoktur aslında. Ama bu doluluk ile birlikte bir eksikliğin de var olduğu bir gerçektir. Böyle bir kalpte sükûnet olmaz. Aşırı derecede bir şeyleri kendine dert eden insanlar aslında bilinçaltında her şeyin mükemmel olmasını isterler. Tüm insanlar her konuda bilinçli olmalıdır. Tüm çocuklar derslerini çalışmalı, eğitim sistemi mükemmel olmalı, kimin yeteneği neyse o alana yönlendirilmeli. Hiçbir insan evladı yere tek bir çekirdek çöpü bile atmamalı. Dünyanın hiçbir yerinde kan dökülmemeli, kimse yokluk ve sıkıntı çekmemeli. Tüm insanlar düşünceli olup çevresine karşı yardımsever olmalı.
Bu durum aslında bir cennet arayışıdır. İnsanın özlemini duyduğu ana vatanı olan cennete ne kadar hasret olduğunun bir göstergesidir bu duygular. Ama kişi bu cenneti görmemekle beraber arzu ediyor. Sadece örnek olarak içinde bulunduğumuz dünyayı görüyor. Dünyada mümkün olmayan bir huzur ortamını, dünyada var etme çabasına giriyor insan. Fakat başaramıyor, nitekim başaramaz da. En büyük değişimi Resulullah (s.a.v) yaptı ama 1400 yıl sonrasında onu doğru anlayan ne kadar insan kaldı? Dertli, ebede kadar sürecek bir huzur ister. İnsan fıtratında bu arayış var. Memleket özlemi dediğimiz şey bu işte. Bu anlamda memleket özlemi çeken insan, memleketini hiç görmemiştir. Yanlış giden her şeye karşı yaşanılan kaygı, üzüntü tamamen cenneti bilmemekten ileri geliyor.
Bahçeli güzel bir yazlığımızın olduğunu düşünelim. Yazın gidip dinlenebileceğiniz bir yazlık satın alma derdiniz kalmamıştır artık. İnsanın da durumu böyledir. O çok arzuladığı kinin, nefretin ve kıskançlığın olmadığı vatana gitmenin bir yolu var ve bu yol rehberler ile de çokça tarif edilmiştir. Bu rehberlerden (peygamberler) sonra da veliler, arifler ve salihler de bu yolun nasıl yürüneceğini göstermişler.
Kişi kendisine vadedilmiş cennetin varlığından bihaber olduğunda ne kadar iyi bir insan olursa olsun, ne kadar duyarlı olursa olsun içi hep karanlık kalır. Nereye bakarsa baksın çıkış yolu bulamaz. İstediği talep ettiği şeyi dünyada var etmek mümkün değil. Ama ahirete iman eden bir kalp içinde bulunan uzun ince mağaranın sonunda ufak bir ışık hüzmesi görmüş bir madenci gibi oradan yüzeye çıkışın olduğundan emin olur. O sevinci yaşamak için tek bir beyaz nokta bile yeterlidir.
Bu dertli insanın, yani kalbi yarı dolu insanın cenneti hatırlamak dışında bir kurtuluş yolu daha var. Tüm bu dertleri üzerinden atıp gamsız bir insan olmak. Derdini arttıran, daha önce bunlar insanlıktan nasibini almamış dediği insanlardan biri olmak yani. Herkesin kendisi hakkında atıp tuttuğu, özlenmeyen, arkadaş ortamında aranmayan adam olmak. Bunu ciddi ciddi bir seçenek olarak sunuyorum ilkinden daha iyi bir hal. İnsanlar seni sevmez gıyabında kimse seni hayırla yad etmez. Hiç olmasa dünya sana zindan olmaz.
İki seçenek vardı: dertler içerisinde yük taşıyan kalbi yarı dolu huzursuz adam ve dertlerden arınmış adam. Ya yarı dolu tam mutsuz ya da bomboş yarı mutlu.
İki seçenek de makul değil. Arayışımız, doğru bir yol arayışı ve selamete çıkaran bir çıkış kapısı aramak olduğundan üçüncü yol bulmak gerekir. Evvela, dünyayı daha güzel bir hale getirmek için dertlenmek lazım. Bu dert ile beraber bunun sadece cennette mümkün olabileceği düşüncesini de akıldan çıkarmadan gayret edip yol almak gerekir. Bu bilinci, insanın kendisini yıpratmadan kuşanması gerekiyor.
Bu yolda yürürken “gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” düşüncesiyle yol alınmalı. O köy var ve o dediğin mümkün. Oraya insanlar girecek. Oraya girenlerden olmanın yoluna bakmak gerek. Rabbimiz cümlemize doğru bir dert ve selamet üzere olacak bir yol nasip eylesin...