Söz&Kalem Dergisi - Doç. Dr. Ahmet Kavlak / M. Furkan Aslan
1-) Değerli hocam, öncelikle bize bu imkanı sunduğunuz için teşekkür ederiz. Genç kalemlerden aktardığımız birbirinden önemli soru başlıklarına geçmeden önce, okuyucularımıza sizi tanıtmak isteriz. Kendi dilinden Ahmet Kavlak hoca kimdir?
İlk ve ortaokulu Samsun’da okudum. Samsun Endüstri Meslek Lisesi elektronik bölümünü bitirdim. Aynı yıl Samsun 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesine yerleştim. Yüksek lisansı “Ortega Y Gasset’in İnsan Felsefesi” adlı çalışmamla Gazi Üniversitesinde, doktora çalışmamıda “Felsefede, Hristiyanlık ’ta ve İslamiyet’te Hermeneutik” adlı tezim ile Hacettepe Üniversitesinde bitirmeye muvaffık oldum. Çankırı Karatekin üniversitesi ve Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi felsefe bölümlerinde doktor öğretim üyesi olarak çalıştım. Halen Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Felsefe ve Mantık anabilim dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktayım.
Başlıca akademik çalışma alanlarım:
Dil felsefesi, bilgi felsefesi, bilim felsefesi, din felsefesi ve mantık. Genel olarak İslam’ın mantıksal, bilimsel alt yapısı ve ateizmin mantıksal problemleri üzerinde yoğunlaşmaktayım.
2-) Esas meseleye geçmeden hemen önce merak ettiğim, sormak istediğim bir şey var. Malum son zamanlarda dijital platformlarda din ve inanç ile alakalı çok fazla tartışma ve münazaralar var. Dini ve itikadî meselelerin dijitalde konuşulmasını ve gençlerin bu konularla ilgili araştırma yapmalarını, fikir beyan etmelerini, taraf tutmalarını ve düşünce geliştirmelerini nasıl buluyorsunuz? Sizce bu tür meseleler sosyal platformlarda konuşulmalı, bahse konu edilmeli midir?
C- Gönül isterdi ki, dini meseleler, o alanın hocası ile doğrudan müzakere edilsin. Fakat artık insanlar için sosyal medya bir numaralı eğitim platformuna dönüşmüş durumda. En çok yalan ve en çok malumat birbirine karışık vaziyette bu alanda yer alıyor. Bu nedenle tahribat çok kolay gerçekleşiyor. Dinleyici kesimin yüzde belki doksanı meseleyi tam anlayıp değerlendirecek alt yapıya sahip değil. Bilginin değil demagojinin esas olduğunu görüyoruz. Bazı süslü cümleler, birkaç kitap gösterince tatmin olan bir kuşak var. Akıl yürütme yok, mantık yok, tarih bilmek yok, kitap okumak yok. Sadece söyleyenin sözleriyle sınırlı bir doğruluk ölçütü.
Öylesine bir akıl zaafı var ki, dinleyenler, ekrandaki kişinin sözlerini hem kaynak, hem ölçü kabul ediyor. Bir kez de onun doğru olduğuna karar verirse, artık ona muhalif olanlara saldırmaya başlıyor, cahillikle suçluyor. Hâlbuki anlama iki zihinde kavram örtüşmesiyle gerçekleşir. Kavramı eksik olan eksik anlar, yani anlamaz. Fakat kavramı eksik olan, bu eksiğini anlamaz. Sıkıntı da burada başlar. Ateist taife İslam hakkındaki kulaktan dolma bilgileri “bilgi” zannedip, onu esas alıp, o zannına ters olan her şeyi yaftalar. Biz sosyal medyada mecburen konuşuyoruz. Çünkü çıkıp konuşmazsak karşıma kimse çıkamadı olacağı için mecburen çıkıyoruz. Hâlbuki ilmi meseleler münazara ile anlatılmaz. Karşılıklı müzakere ile anlatılır.
3-) Malum tartışılan meselelerin başında din ve bilim ilişkisi geliyor Din ve bilim arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz? Bu iki alan gerçekten birbiriyle çelişen alanlar mıdır yoksa birileri tarafından bu şekilde mi yansıtılmaktadır?
C- Din denilince İslam Dinini diğer dinlerden ayırmamak, din hakkında kişinin bilgisinin olmadığı anlamına gelir. O kimsenin sözü ilmen muteber değildir. Helvadan put yapıp tapan da din, İslamiyet de din. Evet, İslam dışındaki dinler tarih boyu bilimle çatışmıştır. Doğrudan dini müesseseler karşı çıkmıştır. İslam tarihinde ise bazı bilime yapılan itirazlar dini kaynaklı olmayıp, şahıs kaynaklıdır. Temel bilimlerin keşfi ekseriyetle Müslümanlara aittir ki bir ilmi ortaya çıkarmak, onu geliştirmekten çok daha zordur.
Ortaçağ denilen karanlık dönem Avrupa’nın tarihidir. İslam Dünyasında bir orta çağ yaşanmamıştır. Fakat Avrupa’nın dayattığı kendini merkeze alan dünya tarihinden başka tarih bilmeyenler, İslam dünyasının da aynı orta çağı yaşadığını zanneder. Son yüzelli ikiyüz yıla kadar İslam dünyası yine Avrupa’dan önde iken siyasi karışıklıklarla zayıflaması ile sanki yüzlerce yıldır İslam dünyası geriymiş gibi bir intiba oluşturmuşlardır.
İslamiyet ile bilimin çatışması vaki olmamıştır. Siyasi geriliği, bilimsel geriliğe bağlayanların tarih bilgisi, sadece ideoloji tarihidir.
4-) Tartışılan meselelerden biri de iman ve akıl meselesidir. İman ve akıl arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz?
C- İslamiyet’in dışında hiçbir dinin akılla bir ilgisi alakası yoktur. Akıl iman ilişkisi konusunda Kur’an istisnai bir yere sahiptir. Bir din kitabı olmasına rağmen akıl ve kâinatı birlikte ayet olarak tarif eden ve kâinatı davasına şahit gösteren yeryüzünde ikinci bir inanç yoktur.
Burada çok dikkat edilmesi gereken ve İslamiyet’in hakkaniyetini de gösteren bir hakikat vardır. Şöyle ki;
Hiçbir dini nazara almadan, “sanatı yapabilecek sıfatların sanatkârda bulunduğu” hakikatinden hareketle, kâinat bir sanat olarak değerlendirmeye alınsa ve kâinatın sanatkârının sıfatları kâinattan hareketle belirlense, sanatkârda mecburen bulunması gereken sıfatların tespiti ve sonucu elde edilen sıfatlar hangi dinin ilahının özelliklerine uyar acaba? Evet, sadece İslam’da Allah’ın zati-subuti ondört sıfatıyla uyuşur.
Bu nokta göz önüne alınırsa İslam’dan başka hiçbir dinin neden akılla bir işi olmadığı ve akıl ile inancın bilinemeyeceği fikrinde sabit kaldıklarının nedeni anlaşılır.
5-) Aklın ön plana çıkarıldığı, her şeyin akıl üzerinden anlamlandırılmaya çalışıldığı modern çağda sağlam bir iman ve inanç nasıl bir anlam ifade etmektedir. Yanlış fikir ve akımlara kapılmanın önüne geçmek için iman nasıl bir rol üstlenir?
C- Bediüzzaman hazretlerinin bir sözü var; “Akıl ile nakil tearuz ettikde, akıl esas itibar, nakil tevil olunur. Lakin o akıl, akıl olsa gerektir.” Evet, akıl, akıl olursa İslam ile çelişmez. Bizim sıkıntımız aklı kullanmayı bilmeyen adamların, kendi eksik akıllarına göre hüküm vermeleri, kendi düşündüklerinden başka bir hakikatin olabileceğine ihtimal vermeyip, kafalarında oluşturdukları masallara göre karar vermeleridir.
Aklın kullanımına ilahi emir ilk ayettir. “Oku” emrinin ne olduğu da ilk ayetin peşinden söylenmiştir. “O insanı bir kan pıhtısından yarattı”. Bizim aklın çok kullanılmasından rahatsızlığımız olamaz. O rahatsızlık İslam dışındaki dinlere aittir. Bizim problemimiz akıl değil, yorumlardır. Hata yorumla başlar. Bilimsel veriler İslam’la çelişmez. Verilerdeki boşluklar için yapılan yorumlar İslam ile çelişebilir. Nitekim öyledir. Risalei Nur’da altıncı meselede, “muallimleri değil, fenleri dinleyiniz” ifadesinin tam anlamı, İslamiyet’e bilimlerin değil, ideolojilerinden sıyrılmayan bilim adamlarının zarar verdiği anlamındadır. Bunu engellemenin yolu da bilim adamı denilen bir kısım taraflı insanların yorumlarının değil, verilerin bilim olarak kabul edilmesidir.
6-) Şu günlerde gençlerin önüne çıkarılan ve sözde gençleri sorgulamaya yönlendiren ama temelde “tanrısız” bir inanç ortaya çıkarmaya çalışan akım ve düşüncelerin ortaya çıkmasındaki temel argüman nedir sizce?
C- İnsanların İslamiyet’i malumat seviyesinde bilmeleri, doğru düşünmeyi de bilmemeleridir. Maalesef ne Milli eğitimin okullarında, hatta imam hatiplerde, hatta ilahiyatlarda ispat esaslı dersler yoktur. İslam’ın ders verildiği en yüksek fakültelerde bu meseleyle ilgili dersler kelam dersleridir. Lakin orada da seviye İmam Gazzali hazretlerinin dönemindeki seviyedir. Fatih İstanbul’u bu toplarla fethetti diye o toplarla bugün savaşa gitmek, mağlubiyeti peşinen kabul etmektir. İmam Gazali hazretlerinden sonraki bin yılda özellikle onaltıncı yüzyılda Avrupa’da hâkim olan batıl felsefenin hakikati göze indirmesi sebebiyle ileri sürülen kavramlara mukabele edecek kavramlar, o eserlerde mevcut değildir. Maalesef bizim ilahiyat camiasının hala Risale-i Nurları keşfetmemiş olması, o büyük sermayeden gafil olmaları sebebiyle, zamanın fitnesine cevap verememektedirler. Bunun manevi sorumluluğu çok büyük olacaktır. Çünkü insanların kafalarındaki sualleri cevaplamak her şeyden önce ilahiyat camiasının işidir. İslam’ın cevap veremediği bir soru olamaz. Eğer insan aciz kalıyorsa bilmediği anlamına gelir. Öyleyse arayıp bulmak zorundadır. Bana ne diyemez.
Suallere cevap bulamayınca, gençlerin süslü laflar eden aklı kıt adamlara aldanması engellenemez. Her Müslüman, duyduğu suallere tatmin edici cevap buluncaya kadar araştırmak ve cevaplamak zorundadır. Herkes bu vazifeyi üzerine alsa problem kalmaz.
7-) Savruk da olsa Müslüman gençlerin günümüz dünyasında soru sorabilme cesaretini olumlu buluyor ve umutlanıyor musunuz? Bu minvalde makul bir sorgulama biçiminin nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
C- Soru sormanın zararı yoktur. Cevap alamamanın zararı vardır. Soran sorguluyor demektir. Bu yanlış değildir. Fakat o soruya cevap verememek o gencin başka yanlış fikirlere sapmasına neden olacağını bilmek gereklidir ki, bunun mesuliyetinden ruh ürperir. İnsanlar denize düştükleri için değil, çıkamadıkları için boğulurlar. Bizim vazifemiz zaten var olan yüzme bilgisini öğretmektir. İslam her soruya hakkıyla cevap veren tek dindir. Fakat Müslüman ilim adamı için için aynısını söylemek mümkün değildir. Bu konuda dertli olmak gereklidir.
8-) Bu doğrultuda, aklın Müslümanca şekillendirilmesi ve mevcut kuruntulardan arındırılması sadedinde Müslüman genç nasıl bir yol alabilir?
C- Yaklaşık kırk yıldır eğitim camiasının içindeyim. Her türlü insanla karşılaştım, konuştum, tartıştım. Gelen sorular yüz yıl öncesinin soruları değildi. Bu asrın derdi başkadır. İlacı da başkadır. Yüzlerce kitap okunmuş olsa da, içindekiler bu asrın hastalıklarına deva değilse, kendimizi kurtarabiliriz belki ama başkasına faydamız olmaz. Eskiden hastalık sıtmaydı, şimdi kanser. Hastalık imanın erkânına ilişmiş durumda. Çare imanın erkânını ders veren kitaplardan olmalı. Hastalık tam teşhis edilmezse, sıhhat ümidi ümitle sınırlı kalır. Bu zamanın manevi hastalıklarına karşı Risalelerden daha iyisine rastlamadım. Sadece onları gençlere tavsiye ediyorum.
Değerli hocam, bize bu imkanı tandığınız için Söz&Kalem Dergisi adına teşekkür ederiz.