Söz&Kalem-Ferhat Aydın
Günümüz eğitim sistemi, insana üretim bandındaki bir nesneymiş gibi muamele etmektedir. Bu nesne, şahsiyet sahibi olmaktan öte dünyaya gelişinden itibaren bir makinedeki yeri sürekli değiştirilebilen bir çarkmış gibi yetiştirilir. Yani doğarız, büyürüz, eğitim alırız ve aldığımız eğitimle sistemde bize tayin edilmiş çarklardan biri olur ve ölene kadar sistemin devamlılığını sağlarız. Dolayısıyla sistemin izlediği eğitim yöntemi bu çarkların sürekli yetiştirilmesi üzerine kuruludur. Modern çağın temel getirisi bu olsa gerek; üretim ve tüketim odaklı birey yetiştirmek.
Peki hayat bundan mı ibaret? Ortalama 60-70 yıllık şu ömürde hayatımızın merkezinde “sabah iş, akşam ev” anlayışı hâkim olarak büyütülürüz. Öğretilen bilgiler hayat sahnesinde değil fabrika ve ofislerde zaman harcamaya yönelikse insan nasıl kendine ve topluma yabancılaşmasın? Ya da topluma ve bireyin kendisine ne gibi fayda sağlasın?
Hayatta pratik karşılığı olmayan her teorik bilgi yok olmaya mahkumdur. Bilgi ancak hayata etki ettiği ölçüde varlığını koruyabilir ve bir güce dönüşebilir. Francis Bacon’ın “Bilgi güçtür” sözünü bu şekliyle anlamak gerekir.
Öğretilen bilgilerin neredeyse hepsi öğretim sonrasında yani mezuniyetten sonra hayata etki etmediği için buharlaşıp uçmaktadır. Elde kalan sadece mesleki pratikte kullanılacak bilgilerdir. Merak, sabır, emek gibi en insani unsurlar göz ardı edilerek verilen eğitimde, şahsiyet inşasından ziyade mesleki yeterliliğe dayanan kariyerci bir anlayış oluşmaya başladı.
Eğitimde Batı’nın Personası
Eğitimin hayata etki edememesinde ki en büyük problemlerden biri de başarıyı kâğıt üzerine indirgemesidir. Modern eğitim sistemi, giderek daha fazla sınav, test ve performans ölçümü üzerine kuruldu. Bir zamanlar eğitim; keşfetmek, anlamak, merak etmek demekti. Bugün ise çoğunlukla belirlenmiş cevapları ezberleyip, sınav günü bunları kâğıda dökmek anlamına geliyor. Bu dar bakış açısı, eğitimin “insan yetiştirme” misyonunu gölgede bırakıyor. Öğrenciler, hayata dair beceriler kazanmak yerine, sınavlarda yüksek puan almanın yollarını öğreniyor. Bilgi, yaşamın rehberi olmak yerine, test kitaplarının raf ömrü kısa sayfalarına sıkışıyor. Bu durum, mezun olduktan sonra “Peki şimdi ne yapacağım?” sorusunu soran gençlerin sayısının artmasına yol açıyor. Çünkü eğitim, onlara meslek bilgisi sunmuş olsa da hayatı yönetme becerilerini kazandıramıyor.
Oysa ki sınav notları, dereceler, parlak diplomalar başarı diye adlandırılan kapitalist bir illüzyondan ibaret. “Taşradan ofise giden başarı hikayesi” , “Çobanlıktan CEO’luğa uzanan başarı hikayesi” gibi magazinsel adlandırmalarda ki başarı nedir? Bu kişiler neyi başardı da günümüzde başarılı diye adlandırılıyor? Ya da başarının ölçütü nedir bu zamanda? Modern illüzyonlardan biri de budur işte; başarıyı kapitalist, maddeci anlayışa indirgemek. Ve eğitim sürecindeki adaylara hayat amacının bu olduğunu dikte etmek. Bu illüzyonla hareket eden modern insan, kendisine verilen eğitimin sindirilmesi ve herhangi bir sorgulayıcı düşünceden uzak kalmak için çevresel etkilerle önce kendinden sonra hayatın kendisinden uzaklaştırılır.
Böylece sistemde yerini alacak çark olmak için yontulmaya hazırdır. Toplumun “başarı” dediği şey ancak vitrindir. Vitrinde duranla gerçekte olan arasında çoğu zaman ciddi bir fark vardır. Hayatın karmaşık sokaklarına adım attığımızda, ders notlarının her zaman bize rehberlik edemediğini görürüz. Tecrübenin, karakterin, değerlerin ve yaşam pratiğinin bize kazandırdığı gerçek bilgiler olmaksızın hayatta kalmak Afrika Savanası’nda bir başımıza kalmak gibidir. Bu denli bir ortamda yıllardır bir illüzyonla kandırılmaktayız.
Hayat Notları ile Eğitim Mümkün mü?
Tarih boyunca birçok düşünür, eğitimin amacının iyi insan yetiştirmek olduğunu vurgulamıştır. Aristoteles, eğitimin sadece zihni değil, karakteri de inşa etmesi gerektiğini söyler. Bugün ise karakter eğitimi, çoğunlukla müfredatın kenarına itilmiş durumda.
Hayat notları kavramı bilginin insan karakteri ile birleştiği noktadır. Bir muhasebeci hesap yapmayı bilmelidir; ancak dürüst değilse, bilgisi topluma zarar verebilir. Bir doktor tıbbi bilgide yetkin olabilir; ama empatiden yoksun ise hastasının iyileşme sürecini olumsuz etkileyebilir. Bir öğrenci iklim değişikliği hakkında kitaplardan yüzlerce sayfa okuyabilir. Ancak bir köyde kuraklıkla mücadele eden çiftçilerle konuştuğunda, bu bilginin somut ağırlığını hisseder. Bir mühendislik öğrencisi, teorik olarak proje yönetimini öğrenebilir; ama gerçek bir inşaat sahasında, zaman baskısı ve ekip dinamikleri altında çalıştığında, kitabın yazmadığı dersleri edinir.
Bu, hayat notlarının özüdür: Bilgiyi, yaşanmışlıkla yoğurmaktır. Teorik bilginin yanında işin içine emek, sabır ve ruh katacak pratik zemini sağlamak, sadece beceriyi değil, insanı da olgunlaştırır. Bir çocuğa sabrı öğretmek, uzun nutuklardan ziyade, sabırlı davranışların bizzat gösterilmesiyle mümkündür. Tıpkı dürüstlüğün, ancak dürüst bir çevrede öğrenilebilmesi gibi. Bu yüzden, toplumun genel değer iklimi, hayat notlarının oluşumunda belirleyici bir rol oynar.
*Psikoloji ilmi, insan için bütünsel bir yaklaşım sunar: Yaşanmaya değer bir hayat için, hayatın zorluklarına karşı direnç sağlayacak, hayatı çekilebilir kılacak şey “anlamdır”. Bu anlamı bir şeyi “amaç” edinmek ve bu amaç doğrultusunda “sorumluluk sahibi” olmak verebilir ancak. İşte günümüz modern eğitim sistemine katılması gereken en önemli unsur budur. Birtakım illüzyonlardan ve hülyalardan arınmış, hür bir akılla düşündüren, niteliği göz ardı etmeden kişiyi nicelikte boğdurmayan, vicdan sahibi kişiler yetiştirmelidir eğitim. Hayatları için uygun gördükleri “amacı” ve bu amaç çevresinde şekillenen “anlamı” kazanarak eğitilen insanlar, ancak tüm canlılara yaşanabilecek bir dünya sunabilir. Yeryüzünde yaratılan halife (insan) bu olsa gerek.
Peki Neler Yapılmalı?
Bilgiyi hayattan koparmak yerine, onu hayata bağlayan bir köprü kurmak için atılacak ilk adım, nicelik değil niteliğe dayalı, üretip-tüketen ekonomik canlı değil şahsiyet sahibi insanı referans almalıyız. Önemli gördüğümüz bazı başlıkları sıralayalım:
Uygulamalı eğitim: Teorik bilginin pratik karşılığını mutlaka göstermek. Bir matematik dersinde finansal okuryazarlık uygulamaları yapmak veya bir fen dersinde gerçek çevre problemleri üzerine proje geliştirmek gibi gençleri hayatla bütünleştirmek.
Mentorluk ve rehberlik: Eğitimde en önemli diğer unsur öğrencileri yetiştirecek yetkin kişilerdir. Bu kişiler yalın bir birey değil aynı zamanda ruh inşası yapacak kişiler olmalıdır. Sadece akademik değil, kişisel gelişim alanında da rehberlik edecek “akıl hocaları” değil “hayat hocaları” sağlamak.
Sertifikasyon engelini kaldırmak: Günümüzde bir diplomaya sahip olmak “bu kişi bu işi yapabilir” güvenini vermekten ziyade “bu kişi bu işten başka bir şey yapamaz” anlamına gelmektedir. Halbuki sertifika zorunluluğu, en fazla teorik bilginin yeterli olduğunu gösterebilir. Dolayısıyla eğitimde kalite, sertifika ve kağıtlara indirgenmemelidir.
Son olarak, bilmeliyiz ki; ders notları bize bilgi verir, ama hayat notları yönümüzü tayin eder. Ve unutulmamalıdır ki gerçek başarı, kâğıt üzerindeki puanlarda değil, hayatın içindeki duruşumuzda saklıdır.
Vesselam