Yusuf Serik | Söz&Kalem Dergisi
Peygamberler, insanlara gönderilmiş eşsiz hidayet rehberleridirler. O seçkin şahsiyetler, insanları Allah’ın birliğine yani tevhide, ahirete, peygamberlere ve kitaplara imana çağırmışlardır. Peygamberlerin bu davetini tasdik edip iman edenler olduğu gibi, inkâr edip karşı çıkanlar da olmuştu.
Allah’ın yeryüzüne gönderdiği peygamberlerin hayat veren çağrısını tasdik ederek iman edenler, peygamberlere ilk inananlar olarak onların ashâbı olarak tarihe geçmişlerdir. Kur’an’da da geçtiği üzere sayıları az da olsa her peygamberin kendisine iman edenlerden oluşan bir ashâbı vardır. Abdullah b. Mes’ud’dan (ra) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın benden önce bir topluma gönderdiği her peygamberin ümmeti içinde havârileri ve sünnetine tâbi olup emirlerine uyan dostları vardır...” (Müslim, Îmân, 80)
Resûlullah’a (sav) iman ederek onun emirlerine uyan ve her türlü zorluğa göğüs gererek fedakârlıklarda bulunan dostlarına/arkadaşlarına sahabe diyoruz. Sahabe, İbn Hacer el-Askalânî’nin tabiriyle “Hz. Peygamber’e mümin olarak erişen ve Müslüman olarak ölen kimsedir.”
Hiç şüphesiz insanlık tarihinin en hayırlı nesli, Resûlullah’ın ashâbıdır. Resûlullah’ın ashâbına bu değeri âlemlerin Rabbi olan Allah veriyor. Rabbimiz, Resûlullah’ın (sav) ashâbı hakkında şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız...” (Âl-i İmran, 110)
Ashâb-ı Kiram, önceki peygamberlere vahyedilen kutsal kitaplarda da kendilerinden söz edilen, övülen belki de tek nesildir. Sahabiler, sadece Kur’an-ı Kerim’de değil Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya indirilen Tevrat ve İncil’de de övülmüştür. Rabbimiz, Fetih suresinin son ayetinde sahabilerin Tevrat ve İncil’deki misallerinden bahseder. Sahabilerin Tevrat’taki misalleri, yüzlerindeki secde izidir. Ashabın Tevrat’ta bu şekilde anılması onların namaza, secdeye ve ibadete verdikleri önemi göstermektedir.
Sahabilerin İncil’deki misalleri ise bir ekine benzetilmiştir. Filizini çıkarmış, gittikçe güçlenen, kalınlaşan, sonra da gövdesi üzerinde duran bir ekin. Bu örnekte Hz. Peygamber çiftçidir; o, İslâm tohumunu Hatice, Ebû Bekir, Ali, Zeyd gibi temiz topraklara yani temiz kalplere, yetenekli zihinlere ekmiştir. Bu birkaç kişinin imanı ile başlayan İslâmlaşma kısa zamanda çığ gibi büyümüş, önceleri başkalarının destek ve himayesine muhtaç olan müslümanlar giderek güçlenmiş ve kendi ayakları üzerinde durmaya, eğriyi doğrudan, hakkı bâtıldan ayırma kabiliyetini kaybetmemiş insanları kendilerine imrendirmeye başlamışlardır; bu gelişme, inkârla şartlanmış olanların da kin ve nefretlerini arttırmıştır. (Kur’an Yolu Tefsiri, C. 5, s. 82-83)
Bir diğer ayette ise Rabbimiz, Mekke’de risaletin ilk yıllarında iman ederek her türlü eziyete, işkenceye, hakarete ve zorluğa rağmen Nebî (sav)’in yanında durarak İslâm üzere bir hayat süren Muhacirleri; Medine’de ise Resûlullah (sav) ve Muhacirlere ensarlık yaparak tarihte eşine az rastlanır bir fedakârlık gösteren Medineli Müslümanları yani Ensar’ı taltif etmiş, onların sonsuza kadar altlarından ırmaklar akan cennete gireceklerini müjdelemiştir. Söz konusu ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “İslâm’ı ilk önce kabul eden muhâcirler ve ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 100)
Şimdi de sahâbilerin Allah ve Resûlü’ne olan bağlılık ve teslimiyetlerine, inançlarına, ibadetlerine, tebliğ ve davet aşklarına, mallarını infak edişlerine, güzel ahlâklarına, fedakârlıklarına, takvalarına, cihad ve şehadet arzularına, cesaretlerine, ilim aşklarına, mütevazı kişiliklerine ve zahidane hayatlarına dair öne çıkanlara değineceğiz.
Allah ve Resûlü’ne (sav) tam bir bağlılık ve teslimiyet gösteriyorlardı... Sahabiler, Allah ve Resûlü’ne sahip oldukları, sevdikleri ve kıymet verdikleri her şeyden daha fazla bağlılık gösteriyorlardı. Örneğin Hubeyb b. Adî’nin, Mekkeli müşriklere karşı gösterdiği o asil duruş, sahabilerin Allah ve Resûlü’ne olan bağlılıklarını göstermektedir. Hubeyb’i darağacına götüren müşriklerin “Şimdi senin yerinde Muhammed’in olmasını ister miydin? Ey Hubeyb, dininden dön! Eğer dönmezsen seni öldüreceğiz!” sözlerine şöyle karşılık vermiştir: “Allah yolunda olduktan sonra benim için öldürülmenin hiç ehemmiyeti yoktur. Değil Muhammed’in (sav) benim yerimde olmasını istemek, onun ayağına bir dikenin bile batmasına razı olmam.”
Sağlam bir inanca sahiptiler... İnanç/akide, sahabilerin en çok önem verdiği, her şeyin başına yerleştirdikleri, uğruna canlarını ve mallarını feda ettikleri şeydi. Onlar, imanı yalnızca Allah’a hasrediyorlardı. Onlar için söz konusu akide olduğunda karşılarında babaları, anneleri ve en yakın akrabaları da olsa Allah ve Resûlü’nü onlara tercih ediyorlardı. Mekke’de Musab (ra), Sad b. Ebi Vakkas (ra), Ebu Huzeyfe (ra) ve Ayyaş b. Ebi Rebia (ra) gibi sahabiler annelerinin, babalarının ve akrabalarının zorlamalarına rağmen, dünyaya dair ne varsa ellerinin tersleriyle itmiş, Allah ve Peygamberini (sav) onlara tercih etmişlerdi.
İbadet ehliydiler... İbadet, sahabiler için inancın hayata sirayet eden boyutuydu. İman bir ağacın kökü ve dalları ise, ibadet de o ağacın yaprakları ve meyveleridir. Bu sebepler sahabiler başta namaz olmak üzere oruç, zekât gibi ibadetlere çok önem gösteriyorlardı. İbadet onlar için yalnızca namazdan ibaret değildi, Allah’ın rızası dâhilinde yaşanan bir hayatın her anı ibadetti onlar için.
İslâm’ı her yerde, her zaman tebliğ ederlerdi... Tebliğ ve davet, sahabilerin hayatının merkezindeydi. Çünkü onlar, “Kalk ve uyar!” emrine içtenlikle itaat etmişlerdi. Sahabilerin tebliğ aşkını anlatma açısından Hz. Ebubekir güzel bir örnektir. Hz. Osman, Hz. Zübeyr b. Avvam, Hz. Abdurrahman b. Avf, Hz. Sad b. Ebi Vakkas, Hz. Talha b. Ubeydullah ve Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah gibi büyük sahabilerin hepsi Hz. Ebubekir’in vesilesiyle İslâm’la tanışmışlardı. İslâm ile tanışan bu sahabilerin hemen hepsi henüz çok genç yaşlarda Allah Resûlü’ne (sav) iman etmiş, İslâm için mücadele etmeye başlamışlardı.
Sahip oldukları her şeyi Allah rızası için infak ederlerdi... Allah, kazandıklarından infak etmeyi müttakilerin vasıflarından sayar. Asr-ı Saadet’te malı-mülkü olsun yahut olmasın her sahabi elinden geldiği kadarıyla infak ederdi. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Abdurrahman b. Avf ve Hz. Cafer b. Ebi Talib’in oğlu Abdullah b. Cafer sahabiler, mallarını Allah yolunda infak etmeleriyle, cömertlikleriyle tarihe geçmiş sahabilerdendir.
Güzel ahlâk sahibiydiler... Sahabileri en hayırlı nesil yapan özellik, güzel ahlâk sahibi olmalarıydı. Hiç şüphesiz onlar, tıpkı Nebî (sav) gibi bir insanın sahip olabileceği tüm ahlâkî güzelliklere sahiptiler. Onları Allah nezdinde sevimli kılan şey de ahlâklarının güzel olmasıydı.
Takvalıydılar... Takva, nefsin arzu ettiği her şeyden kaçınmaktı sahabiler için. Hepsi geçmişteki cahiliyye hayatını terk etmiş, İslâm’ın ahlâkıyla ahlâklanmışlardı. Hepsi birer Yusuf (as), Meryem (as) olup iffetleriyle, hayâlarıyla insanlara örnek olmuşlardı.
Allah yolunda cihad, nihayetinde şehadet en büyük arzularıydı... Cihad, yani Allah’ın dini olan İslâm’ı yeryüzünün dört bir tarafına yayma gayreti, sahabilerin yüreklerinde yanan kor bir ateş gibiydi. Ashab; İslâm’ı, çok kısa bir sürede Mısır’a, Kuzey Afrika’ya, Şam’a, Anadolu’ya, Irak’a, Kafkasya’ya ve Hindistan’a kadar ulaştırmışlardı.
İlme adanmıştılar... Tarih boyunca Resûlullah (sav) ve ashâbı kadar ilme önem veren bir nesil görülmemiştir. Asr-ı Saadet’te sahabiler, sürekli Kur’an ayetlerini ve hadisleri öğreniyor, ezberliyor ve tebliğ ediyorlardı. Onların gayretleriyle tefsir, fıkıh, hadis ve akaid gibi ilimler filizlenmiş; sonraki nesiller tarafından da tedvin, tasnif ve şerh edilmiştir. Mekke, Medine, Şam, Taif, Mısır, Basra, Kûfe ve San’a gibi şehirler ilmin merkezleri olmuş, ilim buralardan neşvünema bulmuştur.
Mütevazı idiler... Sahabilerin sahip olduğu en güzel ahlâkî özelliklerden biri de mütevazı olmalarıydı. Sahabiler sahip oldukları halifelik, kadılık, valilik ve ordu kumandanlığı gibi mevkileri bir kibir vesilesi olarak görmezlerdi. Hatta insanlar, halife, vali, kadı ve kumandan sahabileri sıradan insanlardan ayırt edemezdi. Çünkü onlar, sıradan insanlar gibi bir hayat sürerlerdi.
Zahittiler... Sahabiler, dünyanın süsüne aldanmayan zahit insanlardı. Hz. Ebu Zer el-Gıfârî, Hz. Ebu’d-Derda, Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Selman-ı Farısî gibi isimler zahidane hayatlarıyla öne çıkmış sahabilerdir. Dımaşk, Humus, Hama, Lazkiye, Halep, Antakya ve Kudüs bölgesinin valiliğini yapan Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah’ı Kudüs’ün fethinden sonra ziyaret etmek isteyen Hz. Ömer, Ebu Ubeyde’nin (ra) dünyalık hiçbir şeyinin olmadığını görünce “Ey Ebu Ubeyde, dünya hepimizi değiştirdi ama seni değiştiremedi!” diyerek o büyük sahabinin sahip olduğu ahlâkı övmüştür. Allah, onlardan razı olsun.