Söz&Kalem Dergisi - M.Furkan Aslan
Her türlü noksan sıfattan münezzeh olan Allah’ın adıyla…
İnsan, fıtraten sosyal bir varlıktır. İnsanın psikolojik yönü, duyguları, düşünceleri, algıları ve değer yargılarının çoğu, içerisinde bulunduğu toplumun etkisi sonucu şekillenmektedir. İnsanın bu özelliği, bazen yararlı ve faydalı bazen de olumsuz ve aksi durumları doğurmaktır. Erdem, ahlak ve fazilet ile donanan bir çevrede yaşayan insan, elbette ki bu değerlerden istifade edecektir. Fakat ırkçı, asabi ve muhteris bir ortamda yaşayan insan da bu olumsuzluklardan etkilenecektir.
Elbette insanın, her şartta özel dairesini korumak, manevi yönünün muhafaza etmek, algılarını ve değer yargılarını sağlıklı bir şekilde oluşturmakla mükellef olduğunu da belirtmek gerekmektedir. Binaenaleyh, maalesef yaşadığımız çağda birçok olumsuz sosyal hadise gelişmektedir. Bu durumları sıralayacak olursak, Irkçılık tehlikesi en başta yer alır. Hastalıklı psikoloji, olumsuz önyargılar ve bozulan algıların ürünü olan bu hastalığı bazı yönleri ile inceleyelim.
Öncelikle, kavramların içeriğini iyice algılamak adına şunu belirtmemiz gerekiyor: Irkçılık, herhangi bir düşünce biçimi, ideoloji, sosyal veya siyasal teori değildir. Bir felsefi ekol veya bir sosyolojik olgu olarak da sayılmaz. Irkçılık, baştan aşağıya kibir ve ucub ile donanmış insanın, Rabbine karşı asi oluşudur. Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle, “Nefsini, heva ve hevesini ilah edinen” insan modelidir.[1] Nitekim İlahi nizam gereği oluşan farklılığı kabul etmemek, Allah’ın takdiratına karşı çıkmak demektir. Irkçılık, insanların doğumu ile birlikte yüklendiği dili, milliyeti, rengi ve kültürünü kınamak ve yok saymaktır. Çeşitli toplumların erdem ve faziletinden, güzel ve iyi yönlerinden istifade etmek yerine, onları küçümsemek ve aşağı görmektir.
İslam’a göre ırkçılık, asabiyete dayanmaktadır. Asabiyet ise genel bir anlamda, aralarında kan bağı bulunan topluluğa mensup fertlerin, gerek kendilerine yönelik yapılan dış tehlikelere karşı koymada ve gerekse de kendilerince diğer topluluklara yapılan saldırılarda tereddütsüz oluşan birliktelik ve dayanışma anlayışıdır. Hak, hukuk ve adalet ilkelerini benimsemeden kendi ırklarına her şartta yardım ederek ve diğer ırklardan üstün tutmaktır. Normal şartlarda bir kimsenin zulme uğramış bir yakınına destek vermesi, olması gereken müspet bir durumdur. Fakat asabiyet, ayrı bir durumdur.
Çağımızda, bir çok bölgede kaos ve karışıklıklara sebebiyet veren ırkçılığa karşı ilk önlem, henüz 1948 yılında yayımlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile alınmaya çalışmıştır. Mezkur bildirinin ilk maddesi, "Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler" ilkesidir. Fransa’nın başkenti Paris’te imzalanan bu bildiri, ne Batı ne de Doğu toplumları için bir faydaya sebebiyet vermemiştir. Bugün bile Batı’da ırkçılık, çoğu yerde görülmektedir. Bir de İslam’ın bu konudaki yaklaşımını inceleyelim.
İslam dini, insanların onurunu tehdit eden, toplumların emniyetini riske atan bu hastalığın reçetesini, bundan takribi olarak 1400 yıl önce ortadan kaldırmıştır. Dahası, bu mariz sorunun en fazla olduğu bir dönemde bunu başarmıştır. Rabbimiz, mukaddes kitabında bu konuya defaatle değinmiş, Peygamber efendimiz birçok hadisinde ele almıştır. Bunlardan sadece birkaç hususa değinelim:
Rabbimiz, insan topluluklarının en başta “Tek bir ümmet (ümmet-i vahide)”[2] olduğunu vurgulamaktadır. Bu ayete geniş zaman kipinde bakıldığında, durumun halen de öyle olduğu gerçeği ortaya çıkar. Çünkü ayet, “Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının”[3] ifadesi tüm zamanları içerisinde kapsıyor. “Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her gurup kendilerinde bulunan (fikir ve davranış) ile sevinip böbürlenmektedirler.”[4]
Bu gibi ayet-i kerimeler ile Rabbimiz, farklılaşmanın temel nedenini bizlere buyurmaktadır. Dolayısıyla tek bir ümmet olarak başlayan insan topluluğu, zamanla mizaç, karakter, huy ve meşreplerinden ötürü ayrışmışlardır. Böylece ortaya farklı dil, ırk, kültür ve etnik guruplar çıkmıştır. Ancak Rabbimiz, bunun da hikmetine değinmiş, insanların tek ırk ve kabile etrafında kenetlenmesine dair bir emirde bulunmamıştır. Aksine, bu çeşitliliğin insanlığın faydasına olduğunu buyurmuştur:
“Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık Ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız (kerim ve değerli sayılanınız, ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride bulunanlarınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) bilendir, Habir’dir.”[5]
Bir psikolojik hastalık olan ırkçılığa karşın, Peygamber efendimiz de sert ikazlarda bulunmuş ve tehlikesini vurgulamıştır. Efendimizin (s.a.v), buyruklarını şöyle sıralamak mümkündür:
1-) Irkçılığa çağıran, ırkçılık davası güden, İslam toplumuna mensup değildir.
2-) Irkçılık uğruna savaşan ve bu yolda ölen, cahiliye devri, yani İslamiyet öncesindeki hali üzere ölmüştür.
3-) Kişinin, haksız durumda bile kendi ırk ve kabilesine sahip çıkması, ırkçılık olarak kendisine yeterdir.
4-) Allah, şekillerimize, ırk ve soyumuza, kabile ve ailemize bakmaz. Yalnızca kalbimize ve amelimize bakar. Bu anlamda üstünlük, yalnızca Allah katında aşikar olan takvadır.
5-) İnsanın kendi ırkını sevmesi, gözetlemesi ırkçılık olarak sayılmaz. Fakat kendi ırkını en yüce ırk bilmesi, fazilet ve kerameti ırka bağlaması ve diğer ırkları hor görmesi ırkçılıktır.
Ezcümle; milliyetimizin ve ırkımızın misali, bir vücut gibidir. Fakat bu vücudun ruhu İslam, kalbi ve aklı da Kur’an’dır. Kalb ve akıl olmadan vücudun hükmü neyse, İslamsız bir milliyetinde niteliği öyledir.
Son olarak yazımızı, Şehid İmam Hasan el-Benna üstadımızın sözleri ile noktalayalım:
“Irkçılık düşüncesi, Kur’an’ın tabilerinin ruhuna yerleştirdiği İslam kardeşliği düşüncesinin önünde, güneş ışınlarının karları eritmesi misali eriyip yok olacaktır.’’