Söz&Kalem Dergisi - Vuslat Şen
İnsanın onlarca hatta yüzlerce tanıdığı olabilir. Fakat dostları çok azdır ve genellikle de birkaç kişi ile sınırlıdır. Çünkü dostluk kolay elde edilmez; emek ister, çaba ister, fedakârlık ister, vefa ister, bunlardan da önce duygu, düşünce ve inanç birlikteliği ister. Bu nedenle insanın tanıdıkları çok olsa da dostları azdır. Her ne kadar dostlar az olsa da, onlar her zaman insana huzur ve mutluluk verirler. Gerçek dostlar için söz konusu olan bu durum, dost görülenlerin ve dost bilinenlerin gerçek yüzleri ortaya çıktığında ise bu huzur ve mutluluk, yerini kırgınlığa ve hüzne bırakır. Bu nedenledir ki, hakiki ve sahte dostlar ile ilgili çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Dolayısıyla dostluğun sadece insanlar arasında olmadığı, Kuran’da yer alan bilgilerden bazı insanların şeytanla, bazı insanlarında melek ve Allah-u Teâlâ ile dost oldukları biliniyor.
“Şeytan onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldırıştan başka bir şey vaadetmez.” (Nisan Sûresi 120.)
“Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter.’’ (Nisâ Sûresi 45)
Nitekim burada geçen her iki ayet-i kerimede birincisinde şeytanın insanı boş emellerle doldurduğunu, fayda vermediğini, sadece kuruntularla ve vesveselerle aldattığına tanık oluyoruz. İkinci ayette ise Allah’ın kuluna her işte her meselede yardımcı ve dost olarak kendisinin yeterli olduğunu beyan ediyor. Şeytanın insanoğlu için apaçık bir düşman olduğunu, ona karşı uyanık olmamızı ikaz ediyor. İnsanın ilk vazifesi, kendine hayat bahşeden, sayılması imkânsız olan çesit çesit nimetler veren, bütün istek ve ihtiyaçları gideren, dilediğini dilediği an arzuladığı şekilde gerçekleştirmeye gücü yeten Allah’ı bilmek, bulmak ve ona gönülden bağlanmaktır. O’nu tanımak, O’na yakın olmak, şeref ve saadetinden daha büyük ne olabilir ki?
O’nun inayeti, şefkati karıncadan insana her mahlûka yetişir. Lütuf ve ihsanı ifade edilmez. Gücü ve merhameti sınırsız Rabbimiz varken başkasından istemek doğru sayılmaz. Hıfz-u himayesine sığınılacak, yardım istenilecek, kapısına baş vurulacak yegane dost O’dur. Hazret-i Allah sevilmeye en layık olan mutlak varlıktır. “Asıl dost Allah’tır.” (Şurâ, 9) bütün istek ve ihtiyaçları O verir. İhtiyaçlar yalnız ve yalnız O’na talep olunur. O’nun izni ve emri olmadan hiçbir iş hükme bağlanmaz.
Hz. İbrahim (a.s)’i ateşe atarlarken Cebrail (a.s) gelip; “Ey İbrahim bir ihtiyacın var mı?” diye sordu. Hz. İbrahim “Hayır! diye cevap verdi. Yine Cebrail (a.s) “Allah’tan bir dileğin varsa söyle bildireyim!” dediğinde, “Onun benim halimi bilmesi bana yeter!” diye buyurdu. Çünkü o Hakk ile beraberdi, kalbi Rabbine iman ve güvenle dolu idi. Her zaman ki mütevekkil haliyle: “Allah bana kâfi, O ne güzel Vekil’dır.” virdine devam ediyordu. Böylece asırlar boyunca Kuran’ı Kerim’de “Halilullah” yani Allah’ın dostu olarak en yüce mertebeye ulaştı. Haktan gelen her şeye boyun bükmek, maddi ve manevi her işi O’na bırakıp, O’ndan istemek, yalnız O'na güvenmek kalbin yapacağı bir iştir. İmandan gelir. Bir mümin Allah-u Teâla’ya itimad edip her işini O'na havale etmekle her türlü gam ve kederden uzak olur. O’nun her işinde hikmet olduğunu bilir ve yine bilir ki, Allah-u Teala kullarına zulmetmez. Her halinin O’nun tarafından görülüp bilinmesini kâfi görür. Dünya işlerinin bozulmasından üzüntü duymaz.
Allah-u Teala her güçlükten sonra bir kolaylık yaratır. Mutlaka ağlayanı güldürür. Rabbimiz Kur’an’da kendisini “En güzel isimleriyle “tanıtır. Bunlardan ikisi daha çok “Dost” anlamına gelen “Veli” ve “Mevla”dır. Birçok ayette, “Allah iman edenlerin dostudur.”, “Dost olarak Allah yeter.”, “Sizin dostunuz ancak Allah’tır.”, “O ne güzel dosttur.” , “Allah’tan başka bir dostumuz yoktur.” ifadelerini kullanan Allah-u Teâla kendisinden yardım isterken, “Sen bizim dostumuzsun” şeklinde sımsıcak bir cümleyi kullandırır bize.
Evet, o bizim gerçek dostumuzdur. O bizi, bizden çok sever. Hesapsız ikram ve ihsanlara mazhar eder. Azarlamaz, ayıplamaz, başa kakmaz. Bizimle övünür. Vefalıdır; kulunu sahipsiz, kimsesiz bırakmaz ve yalnız bırakmaz. Asla terk etmez. Acımızı dindirir, hastalığımıza şifa verir, fakirliğimizi giderir. Cömerttir hem dünyada ziyafetler sunar, hem de onun rızası için yaptıklarımıza yüzlerce, hatta binlerce kat kat karşılık verir.
Hangi dost, bir iyiliğe otuz bin kat mükâfat verir? Hangi dost milyarlarca dostundan hiçbirini unutmadan gönüllerini yapar memnun eder? Onun kapısı her zaman açıktır, mesai saatleriyle sınırlı değildir. Huzuruna çıkmak için aracıya, sekretere, randevuya gerek yoktur. O öyle bir dosttur ki, bazen sürprizlerle, olağanüstü ikramlarla bizi şaşırtır. Dahası kullarını dost edindiği gibi kullarının da birbiriyle dost olmasını ister. Hiçbir emrinde, “düşmanlık, kin, nefret, ayrılık yoktur.” Sürekli; sevgiyi, kardeşliği, dostluğu, yardımlaşmayı, affetmeyi, vefayı, sadakati, tevazuyu, borç vermeyi, paylaşmayı emreder.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, hakiki dostu şu cümleleriyle tarif ediyor;
Dost istersen Allah yeter. Evet, o dost ise her şey dosttur. Yâran istersen, Kur’an yeter. Evet, onda ki enbiya ve melaike ile hayalen görüşür ve vukuatlarını seyredip ünsiyet eder. Mal istersen, kanaat yeter. Evet, kanaat eden, iktisad eder, iktisad eden, bereket bulur.
Elhasıl biz insanoğlu için açıp dua edilebilecek, sığınılabilecek, yardım istenilebilecek tek ve yegâne hakiki dost elbette Allah-u Teala’dır.
Kalbi Selâm ve Muhabbetle...