“Eğer günahların kokusu olsaydı, kimse kimsenin yanına yaklaşamazdı.” der ariflerden biri. Günahı apaçık ortada olana herkesin ahkâm kesmesi, kişinin kendinden bile sakladığı günahların yok saymasından olsa gerek. Oysa tövbe suyuyla yıkanmayanlar günahlar şaşmaz defterlerde kayıt altındadır. Hesap günü o canla başla saklanan günahların herkesin huzurunda ortaya döküldüğü gündür. Bu minvalde anlatılan bir hikâye okumaya değerdir.
Erzurum civarında ilmi, feraseti, keskin görüşlülüğü ve takvasıyla meşhur bir zat vardı. Vehbi Efendi namıyla bilinirdi. Allah’ın arif bir kuluydu. Dünya namına kazandığı hiçbir şey onu üzmez, ahiret namına kazandığı hiçbir şey onu sevindirmez, gururlandırmazdı.
Köy köy gezerek hutbeler verir, müminlerin ayağına kadar gider, irşat ederdi. İlim meclislerinde âlim, savaş meydanlarında mücahit, ahaliye karşı bir hatipti.
Öyle ki onun sohbetine devam eden cahil gelse âlim, günahkâr gelse tövbekâr, tamahkâr gelse kanaatkâr kalkardı.
Bir gün Pasinler civarında bir köye vaaza gitti. Ahali mübareğin geldiğini duyar da durur mu? Toplandılar kadın erkek, çoluk çocuk, doluştular vaazın olacağı mahalleye. Çerçinin birinin yolu köye düştü. Köy merkezinde kimseyi bulamadı. Bu çerçi hiç ayık gezmeyen ayyaşın tekiydi. Birkaç kapıyı çalıp köylülerin nerede olduklarını araştırdı. Ahalinin köye teşrif eden bir mübareğin vaazına koştuğunu öğrenen çerçinin gönlüne bir ilim aşkı düşer.
“Ya hu, şu Allah adamının yanına varıp biraz feyz alayım” der ve sohbet edilen mahalleye gelir. Böyle ortamlarda daha önce bulunmayan talihsiz çerçi usul erkân bilmediği için gelip başköşeye hazretin yanı başına oturur.
Vehbi Efendi çerçiyi güler yüzle karşılar, hal hatır sorar, gönül alır ve sözüne kaldığı yerden devam eder. Bu ilgiye ve güzel sohbete alışkın olmayan çerçi, zaten ayık olmayan kafası iyice bulanır. Mest hali artar. İkide bir aşka gelip:
“Allah adamı, ben sana kurban olayım.”
“Allah, Allah, sen ne büyüksün!” Tarzında naralar atar. Sohbeti bu naralarında boğardı. Hiçbir şey anlamayan ahali başlamış homurdanmaya…
“Nereden geldi bu nursuz?” diye söylenip çerçiyi hor görürler. Fakat Vehbi Efendi, sözünü sohbetini kesmez.
Çerçinin naraları, huzurda bulunanların söylenmeleri artınca sohbet kesilmek zorunda kalır. Derin bir sessizlik olunca çerçi işin farkına varır. Utanarak kalkıp etrafına bakınır ve meclisi terk eder.
İstenmeyen misafir dışarı çıkınca hazirun söylenmeye, öfkelerini sertçe dile getirmeye başladı. Bunun üzerine Vehbi Efendi:
“Müminler, âdemler nedir bu haliniz? Niçin zavallıyı horlar, arkasından gıybet edersiniz? O içtiği şarapla sarhoş olmuş. Ne yapacağını bilmez. Peki, ya biz günahsız mıyız? Eğer bütün haramlar mey gibi sarhoş etseydi, acaba kaç kişi ayık kalırdı?” Sohbetini şiirleştirip:
Mey gibi her bir haramın sekri olsaydı eğer,
Ol zaman ma’lum olurdu mest kim huşyar kim?*
{İçki gibi her bir haram sarhoş etseydi eğer
o zaman anlaşılırdı kim sarhoş kim ayık?}
*Alvarlı Muhammed lütfi divanı- D.İ.B. yay.
Söz&Kalem - Meryem Varol