Söz&Kalem Dergisi - Müzeyyen Sena Titiz
Rabbinin “bana teslim ol!” buyruğuna “âlemlerin rabbine teslim oldum” diyerek İbrahimce hüsnü karşılık veren tüm Müslüman kullara ithafen...¹
Kıymetli okur, seni söz çarşılarında gezdirmekten imtina eder, laf kalabalığı oluşturup mananın derinliğini gölgelemekten kalemin sahibine sığınırım. Bilirsin ki insan olarak bizler, laf yarışlarında hemen hemen her zaman derece yapmışızdır. Öyle gelişi güzel bir meselede bile kelime panayırları kurmuş, lisanımızı ve dimağımızı hep yormuşuzdur. Örneğin söz konusu tevekkül olduğunda terim anlamıyla kalmayarak sözlük anlamını da eklemişizdir. Ya da teslimiyet muhtevası açıldığında “Allah’a dayanmak, ona teslim olmak” diyerek açıklamaların ardında gizlenmişizdir. Konuşmuş, yazmış, çalışmış ve ders yapmış hatta ‘ezberledik bu konuları artık’ diyerek dert yakınmış bile olabiliriz. İşin aslı için şu kadarını söyleyeyim: -Avami bir atasözünde geçtiği üzre- “Bekara karı boşamak kolaydır.”
Bazen çok cüretkar oluyoruz; başımıza gelmeyen herhangi bir mesele üzerine nutuk atıyor; bir şeyleri anlamak yerine sadece işitmeyi tercih ediyor ve yaşamak yerine yaymayı görev belliyoruz. Ya da muhatabımızın imtihanını basit görüyor, ‘Yahu insan buna da üzülür mü Allah aşkına ‘ diyerek kendimizi, kendimizce haklı bile çıkarabiliyoruz. Yaşantılarda ki imtihanlara avukat kesiliyor, bir gün sanık sandalyesine oturabilir ihtimalimizi ıskalıyoruz. Hâlbuki senaryoları ayrı olsa da acı evrensel bir filmdir ve herkesin muhakkak surette yer aldığı bir karesi vardır. Hepimiz aynı rolde oynayamayacağımıza göre, herkes payına düşeni oynamaya çalışıyor ki yapımcının rızasını kazanabilsin. Öyleyse, bu müstağni hâlimiz neden?
Divanenin birine sordular:
- İnsan en çok ne zaman insandır?
- Hatasından ders, yaşadıklarından ibret ve acılardan anlayış kesbettiğinde.
Şimdi gelin sizinle ders, ibret ve anlayış yolculuğuna çıkalım. Yanınızda bir adet yaşanmış kuvvetli bir acınızı getirmeyi unutmayın lütfen. Zamanlardan geçmişe, mekanlardan ağrının menbaı kalbe uğrayın. Ve mümkünse seçtiğiniz ağrı türü en fiyakalı ağrınız olsun. Hiç bitmeyecek, hiç dinmeyecek zannettiğiniz bir ağrı... Mesela yüreğinizde misafir ettiğiniz en nadide insanın kaybı olabilir ya da bin bir zahmetle elde ettiğiniz bir kariyerin, malın veya eşyanın kesata uğraması olabilir. Ya da tam dediğiniz şeyin size tekrar yarım dönmesi de olabilir. Hasılı, dibin dibini gördüğünüz bir ağrı. Şekli, vaziyeti ve ağırlığı yalnızca sizce malûm olan. Yokluk, veya varlığın yokluğa tebdili. Artık iç dünyanızda adı her ne ise...
Yüreğinizin terkisinden aldığınız o acıyı Habil’in adağı gibi düşünün. Ya da yıllarca evlat hasreti çeken bir babadan evladını kurban etmesi emri gereğince hissettiği duygu olarak düşünün. Veyahut öksüz büyüttüğü ve peygamber olacağını da bildiği gönlünün efendisi Yusuf’un (a.s) kaybolması ile imtihan olan bir Yakup (a.s) düşünün. İsterseniz tam her şeyim oldu, hem yeterince malım var hem evlâd-ı iyalim var dediği anda mal, evlat ve hastalık imtihanı ile karşı karşıya kalan Eyyub’u (a.s) düşünün. Dilerseniz yavrusunu korku, endişe içinde dünyaya getiren ama Nil’in bilinmezliğine emanet eden Musa’nın (a.s) annesini de hatıra getirebilirsiniz. Nuh’un (a.s) oğlu için çektiği ızdırab, Lut’un (a.s) eşi için hissettiği keşke, Zekeriya’nın (a.s) neslinin tükendiğine dair işittiği nahoş söylemeler. Ve tabi ki Nebiler serveri Hz Muhammed (s.a.v) amcasının şehit naaşını içler acısı vaziyette gördüğü anı, oğlu İbrahim’in vefatında gözlerinden akan yaşı düşünün. İşte, tüm bunlar kesinlikle apaçık bir imtihan değilse nedir?²
El-an bilelim ki, bilgi hayatın tecrübeleri ile yoğrulmadıkça gerçek anlamda anlaşılmış olmaz. Ne kadar dilde pelesenk etsek de bazı şeyleri yaşamadan anlamamız imkansızdır. İşte, Kur’an kıssaları ve işte her türden intihan örnekleri. Âlemlerin rabbi manen bize şöyle söylemektedir: «Ben, bana gerçek anlamda teslim olduğunuzu ve Müslümanlar silsilesinden yazılıp yazılmayacağınızı sizi tabi tutuğum imtihana verdiğiniz karşılık ile belirleyeceğim. Ya Habil olur değerlilerinizi bana bağışlarsınız ya da Kabil gibi ahireti dünyaya tercih edersiniz. Dünya tercihler diyarıdır; acınızı ben, ona dair tercihinizi siz belirlersiniz. Acınız hangi peygamber kıssası ile aynı renkte ise çözümü de onun yaptığında bulursunuz muhakkak. Ben, size Allah’ın lütfuna ve ahiret gününde esenliğe kavuşmanız için nice örnek rehberler gönderdim. Öyleyse, acının her zerrene ilmek ilmek işlendiği anda de ki : “Sen, benden razı oluncaya kadar Elhamdülillah rabbim. Razı olursan Elhamdülillah, Rızandan sonra da Elhamdülillah, ebeden ve daimen Elhamdülillah...”
- Hocanın sınavı ne kadar da zordu; ben böyle bir şey görmedim. Dedi öğrencinin biri.
- Âh, teslimiyet! Ruhunun ruhunu kaybetmek ne kadar da zordur şimdi. Ben böyle bir teslimiyet görmedim. Dedi telefonda haber metinleri okuyan arkadaşı.
Kıymetli okur, teslimiyeti yerinde oturup bir şey yapmaksızın vakıayı kabullenmek sananlar var. Yanlış. Teslimiyet, iradenin ulaştığı yere kadar elinden geleni yapmak, yazgıyı yazandan ötürü hoş karşılamaktır. Allah’ın dileğine razı gelip, bunu hal ve meleke olarak taşıyabilmektir. “Kızım öldü davam değil!” şuurunun adıdır teslimiyet. Peygamberi bir duruşla “ Oğlum, Kudüs’e; Filistin’e, direnişe feda olsun.” diyen annenin teslimiyetidir. Ya da “ Rabbim, benden razı oldun mu? Olmadıysan sen razı oluncaya kadar ailemden senin için kan bağışlamaya hazırım.” diyebilen Filistinli bir babanın duruşudur.
Konfor bataklığına müptela olmuş; sebep ve sonuç ilişkisine bağımlı çağ insanın, kaza ve kaderi yeterince anlamamış bireyin teslimiyeti anlaması beklenir şey değildir. Çünkü teslimiyet, neden ve niçin sorusunu içerisinde barındırmaz. Zira tekerleme ve sloganlarla çevrili bir dünyada hakikat peşinde hakkaniyet ile yaşamanın sorumluluğu ağır bir şeydir, İbrahim’i teslimiyet dışında hamledilemez. İbrahim (a.s) ve onun ashabı iyi bilir ki, gurbette garabet, ahirette nimet olur ancak. Eğer teslim olmuşsan hangi kapıların zorlanmayacağını bilirsin; hayatı senin değil el-hakim olanın onardığını benimsemişsindir. Yunus’un sözünü mihenk edinmişsindir: “hoştur bana senden gelen, ya gonca gül yahut diken, ya hayattır yahut kefen, nârın da hoş, nurun da hoş kahrın da hoş, lütfun da hoş”
Teslimiyete dair bir hasıla çıkaracak olursak; Hayır ve şer O’ndandır; başımıza gelen musibetler dahi birer nimet gibi, birer lütuf gibi bizi besler ve büyütür. Biz, acizliğimiz kadarız; irade bizi büyütür teslimiyet ise olgunlaştırır. Yol yürünmeden, imtihan çekilmeden, hayat sürülmeden bilinmez. Bize düşen, soru sormak değil; başım gözüm üstüne diyebilmek erdemdir. Zira her işin, her imtihanın ve her ağrının aslını astarını biz bilemeyiz, O (c.c) bilir.³
İçi, için için hıçkırık dolmuş Filistinli kıza şöyle diyordu babası:
“ Elhamdülillah de kızım. Her halimize hamdolsun. Allah bize yeter ve O (c.c) ne güzel vekildir.⁴ Elhamdülillah de kızım. Allah bizi bu musibetin hayrından mahrum bırakmasın. O (c.c) sözünde sadık olanları ödüllendirecek olandır.⁵ Elhamdülillah de kızım. Muhakkak O’ndan (c.c) geldik ve dönüşümüz de yalnızca O’nadır.⁶
Son olarak; İyi ki duraklamıyor zaman, iyi ki donup kalmıyor imtihanlar. İyi ki ahiret ve bağışıklık var.
Gelin, Hz İbrahim’in duasıyla gerçek teslimiyete ve Müslümanlığa niyet tazeleyelim. “Ey rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin.”
¹ Bakara 131.
²Saffat 106
³ Bakara 216.
⁴ Ali İmran 173.
⁵ Ahzâb 23.
⁶ Bakara 156.
⁷ Bakara 128