Söz&Kalem Dergisi - Fahrettin Emin
Soğuk bir şubat ayı yaşadık. Hem de iliklerimize kadar üşüdük. Soğuk şubatın soğuğu değil de bu defa deprem, zelzele soğuğu… Canlarımız enkaz altında ezilirken yüreklerimiz ise insanların acılarıyla kas katı kesildi.
Yaşanan deprem insanları canından, malından, yerinden ve yurdundan ederken çevre illerde ise korkunun hükmü kalpleri ele geçirdi. Ansızın gelen sarsıntılar yürekleri ağızlara getirirken insanların kaçışmaları ve haykırışları gözlerde belirsiz oluşan donmalara neden oldu.
Evet kimine göre sadece bir deprem, kimine göre bir uyarı, kimine göre bir azap… İçinde ne kadar çok şey barındırıyormuş. Evet bizler ise çıkarımlarda bulundukça bulunuyoruz. Aklımıza yüzlerce fikir, düşünce geliyor. Acaba en doğrusu ne?
Hakikatlerimiz enkaz altında kaldı galiba. Çünkü alıştık gibi. Bazı olaylar alışkanlık haline geldi. Yaşananlardan sonra fikri bir değişiklik yok! İbadi bir değişiklik yok! Acaba enkaz altında insanlar ile birlikte değerlerimizde mi kaldı? Çünkü kalplerimiz sadece sarsıntı esnasında korkmaya başladı. Belki o da geçti. Bilemiyorum.
Oysa depremden önce bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Deprem geldikten sonra ise o halimiz üzerinde kalmaya devam etmeliydik. Bunun ilahi bir işareti ulaştı gönüllerimize, aklımıza…
Rabbimiz şöyle buyurdu: “Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azap gelmeden önce tövbe ile Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra kurtulamazsınız.” Zümer Suresi 54
Ümidimizi kesmemeliydik. Azap gelmeden önce tövbe etmeliydik. Rabbimize yönelmeliydik. Teslim olmalıydık. Yerine getirilen her bir adım bizi kurtuluşa ulaştırırdı. Elhamdülillah geç değil. Baş ucumuzdan eksik etmediğimiz Kur’an’ı Kerim ve Resulullah (ﷺ) sünneti. Ne muazzam bir kurtuluş.
Depremden sonra bu ayet tekrar düsturumuz olmalı. Maddi ve manevi kendimize çeki düzen verme vakti. Eller, diller ve en önemlisi kalpler Allah’a yönelmeli. Başa gelen her sıkıntının kurtuluşu O’nda (ﷻ). Ne eziyet varsa derman O’nda (ﷻ).
Hakikati enkaz altından çıkarma vakti geldi. Geldi geçiyor. Çünkü ilahi uyarı yerini buldu. Hani yine Rabbimiz bize bir ayetinde şöyle buyuruyor: “De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, aşiretiniz, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler sizin için Allah'tan, Peygamber'inden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimliyse Allah buyruğunu bildirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola erdirmez." (Tevbe Suresi 24(
İnsanı Allah (ﷻ)’dan, Resulü (ﷺ)’den ve onun yolundan alıkoyan her şey bu depremle bizlerden alındı. Ayetin saydığı her şey gitti. Babalar gitti, çocuklar gitti, kardeşler gitti, eşler gitti, kazanılan mallar gitti, durmasından/duraksamasından korktuğumuz ticaretimiz durdu ve en önemlisi hoşumuza giden meskenler/evler yıkılıp toz duman oldu. Kaldık Allah (ﷻ), Resulü (ﷺ) ve Onun (ﷻ) yolunda cihad etmekle baş başa. Başka çözüm de yok zaten. Sarılalım da kurtulalım…
Günahlarımızı hatırlayalım. Tövbe edip Hz. Yunus (as) gibi Rabbimizin müjdesine mazhar olalım. Karanlıklardan aydınlığa çıkaracak tek güç ve kudret sahibi El-Kaviyy (ﷻ)’a sığınalım;
“Zünnûn (Yunus)’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti. Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz Müminleri böyle kurtarırız.” Enbiya Suresi 87-88