Eğitim, hayatımızda önemli bir yer tutan değerler sistemidir. İnsanlar yaşamının her anında içerisinde bulunduğu şartlar çerçevesinde eğitimin çeşitli versiyonlarıyla karşılaşır. Kimimiz tabi tutulduğumuz eğitimi hakkıyla kavrayıp hayatımızı düzene sokarken, kimimiz ise eğitim fırsatlarını değerlendiremeyip hayatımız boyunca plansız bir şekilde yaşarız. Eğitim, başta aile olmak üzere toplumun birçok kesimi tarafından ciddi bir şekilde önem verilen, üzerine uzun yıllara dayanan programlar yapılan bir konudur.
Tıpkı toplum içerisinde eğitimin yeri çok kıymetli olduğu gibi tüzel kişi dediğimiz kurumlar da bu meseleyi en önemli husus olarak idrak etmişlerdir. En büyük tüzel kişilik olan devletler ise eğitimi yaklaşık 20 yıla yayacak şekilde programlamış, bu düzen içerisinde geleceklerini kurmaya çalışmışlardır. Dünya üzerindeki devletlerin çoğu eğitim müfredatını bilim üzerine kurgular. Bilim tarafından ispatlanmış bilgiler okullarda okutulan dersler için olmazsa olmazdır.
Ülkemizde bilimin eğitim üzerindeki mutlak hâkimiyeti 20. asırla birlikte başlar. Osmanlı döneminde ise okullarda verilen eğitimde bilimsel olgular göz önünde bulundurulmakla birlikte ikili bir eğitim söz konusudur. Küçük yaşlarda eğitime tabi tutulan çocuklar öncelikle temel dini eğitimlerini almakta, olgunluk dönemiyle birlikte dini eğitimin yanında fenni (bilimsel) anlamda da dersler görmeye başlamaktaydılar. Bu eğitim sisteminde dini ve fenni konular arasında bir uyum göze çarpmaktadır. Bilimsel çalışmalara yoğunlaşan ilim adamları da ilhamını Kur’an’dan alıyorlardı.
Tanzimat’la birlikte temeli atılan materyalist eğitim anlayışı zamanla yayınlanan yeni yönetmeliklerle eğitim müfredatına girmeye başlar. Özellikle fen bilimleri salt deneyci zihniyet, tarih alanında ise mitolojik eserler ön plana çıkmaya başlar. Cumhuriyet’in ilanından sonra geçmişle bağlar tamamen kopar. Bu kopuş eğitim alanında da ciddi tahribatlara yol açar.
3 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte dini eğitim veren dersler tamamen müfredattan kaldırılır. 1 Kasım 1928 tarihinde Harf İnkılabı yaşanır ve Arap alfabesi ile yazılan kitapların çoğu lağvedilir, çok az kısmı ise Latin harflerine çevrilir. Böylece yeni harflerle eğitim müfredatı baştan yazılır, ders kitapları bu minvalde düzenlenir. Yeni müfredat tamamen Batı’nın benimsediği pozitivist, madde merkezli bir mantalite üzerine kurgulanır.
Dini dersler 1950’li yıllara kadar hiçbir şekilde okullarda okutulmaz. Ezan-ı Muhammedi’nin aslına döndürüldüğü süreçte Kur’an-ı Kerim ve Siyer-i Nebi dersleri Cumhuriyet döneminde ilk defa okullarda okutulmaya başlanır. İslam tarihinde büyük yer edinmiş şahsiyetler ise 1980’den sonra peyderpey ders kitaplarında yerini alır.
Eğitimde yavaş yavaş iyileşmeler gerçekleşirken Batı destekli laik bürokrasi okul sıralarında oluşmaya başlayan İslami havayı hazmedemez. Medya-ordu-sivil bürokrasi üçgeni seçilmiş hükümeti eğitimde laik düzenlemeler yapmaya zorlar, en nihayetinde başörtü yasağı dâhil uzun yıllar okullarda İslami eğitim yasaklanır. Son 20 yıl içerisindeki süreçte 28 Şubat mühürlü eğitim sistemi bohem bir nesil ortaya çıkarır. Günümüzde hiçbir hedefi olmayan, amaçsız yetişen gençlerin çokluğu mevcut eğitim sisteminin çarpıklığının en büyük göstergesidir. Bununla birlikte 90 yılı aşkın uygulanan karma eğitim modeli ile gayr-ı meşru birliktelikler günümüzde normal olarak algılanmaktadır.
Eğitimde liyakatin hiçe sayılıp sadece sınav sistemiyle istihdamların gerçekleşmesi, kurumlarda verimsizliğin artmasına zemin hazırlamaktadır. Buna bir de mülakat usulü getirilince adaletsizlik ciddi boyutlara ulaşmaktadır. Durum böyle olunca toplum içerisinde yolsuzluk, rüşvet ve adam kayırmacılığın artması kaçınılmaz olmaktadır.
Eğitimin bir de kapitalist sisteme bakan yönü bulunmaktadır. Mevcut iktisat sistemi eğitime tabi tutulan öğrenciler arasındaki makası büyük ölçüde açmaktadır. Özel kolej ya da vakıf üniversitelerinde okuyan öğrenciler tüketim sistemine daha hızlı adapte olmakta, paraya karşı oluşan zafiyet artmaktadır. Kamu-özel fark etmeksizin tüm okullarda sadece maddi başarılara odaklanan bir anlayış söz konusudur. Bu da vicdan, merhamet gibi temel insani duyguları ikinci plana itmektedir. Nitekim hukuk öğrencisi olup annesini boğan, tıp okuyup annesini sokağa atan vs. insanlara çoğu kez rastlanmaktadır.
Kamu kurumlarına atamalarda sürekli değişen sınav sistemi, öğrencileri kobay olarak kullanılmaktan öteye götürememektedir. Gitgide artan puanlar ve alım sayılarında yaşanan düşüş gençleri büyük bir umutsuzluğa sürüklemektedir. Dolayısıyla sınavlara katılım ve üniversitelere yerleşim her geçen yıl azalmaktadır.
Eğitimde istenilen başarıyı yakalamak, istikrarsızlıktan kurtulmak ve gençlerin geleceğe umutla bakabilmesi için köhnemiş, kamburlaşmış eğitim sisteminden bir an önce kurtulmak gerekmektedir. Ayakları yere sağlam basan, aklı ve vicdanı önceleyen bir eğitim sistemi ülkemiz için olmazsa olmazdır.
Allah’a emanet olun.
Söz&Kalem | Yusuf Bingöl