Söz&Kalem Dergisi - Ahmet Karaduman
Hamd, yarattıklarına kâfi gelen, selat ve selam müminlerin öğretmeni Hz. Muhammed’e, âline, ashabına ve öğrencilerinin üzerine olsun.
Müminin her hal, durum ve pozisyonu onun için hayırdır. Bir nimet sahibi olur, başarı elde eder, umduğuna kavuşur ve tüm bunlara karşılık eğer Rabbine şükreder, O’nu unutmaz ve O’nun dilediği gibi hareket ederse, onun için bunda bir hayır, sevap ve Allah’ın hoşnutluğu vardır. Aynı zamanda tam aksine elindeki bir nimetten olur, kaybeder, umduğuna ulaşamaz veya musibetle karşı karşıya kalırsa ve buna karşılık sabreder ve Allah’ın dilediği bir tepki verirse bunda onun için büyük hayırlar ve Allah’ın rızası vardır.[1]
Dünya, kulun her umduğuna ulaştığı bir hayat değildir. Allah’ın kulunu zorluklarla sınayıp bu sınaması karşılığında kulun tepkisine göre nimetlendirdiği veya cezalandırdığı bir zaman dilimidir. Umduğunu vermesi bir imtihan olduğu gibi, vermemesi de aynı zamanda bir imtihandır. Tüm bu sonuçlara karşı ilahi bir tepki verenler, ahiret hayatında rablerinin kendileri için hazırlamış oldukları cennetle mükafatlandırılacaktır. İşte onlar Rablerinin kendilerinden razı olduğu, onlarında Rablerinin kendilerine verdiklerinden razı olan kimselerdir.
Dünya hayatı sadece iman ettim diyerek kurtulacağımız bir hayat değildir.[2] Bizden önce ki ümmetler ve topluluklar nasıl imtihan edilmişlerse, bizler de onlar gibi imtihan edileceğiz.[3] Peygamberler nasıl şehit edildiyse, iman etmiş topluluklar nasıl ateşle dolu hendeklere atıldıysa, Hz. Peygamber nasıl şehrinden edildiyse ve O’nun ashabı nasıl korkutulmaya çalışıldıysa, bizler de o şekilde imtihan olacağız.
İşte bu yüzden bizden önce Allah’ın kendilerinden razı olduğu o peygamberler, şehitler, Salihler, kendilerine bir sıkıntı ve musibetle karşı karşıya kaldıklarında “Allah bize yeter o ne güzel vekildir” derler.[4]
“HasbiyAllah”, Allah’ın ve Resulünün kendilerine verdiklerine razı olanların[5] kelamıdır. Onlar, bu dünyanın ne sıkıntısını ne de mutluluğunu kalıcı olarak görmezler. Faninin tadına veya acısına kanıp ne kendilerini kaybederler ne de isyan ederler. Onlar kendilerine bir musibet geldiğinde “Biz Allah’tan geldik yine ona döneceğiz” derler.[6]
Rivayetler göre HasbiyAllah cümlesi Hz. İbrahim’e aittir. Ateşe atılırken, ateşi serin ve selamete dönüştüren, Allah’ın izniyle ateşi gül bahçesine dönüştüren kelam buymuş. Sadece ateşi değil, müminin de kalbini serinleten, ferahlık veren bir kelammış. Ondan ötürü bu güzel cümle ondan sonra hep kalpleri serinletmiş, ateşi söndürdüğü gibi yanan kalpleri de söndürmüştür.
Bizler de yıllardır ama özellikle birkaç aydır üzerlerine binlerce ton bomba yağan, Peygamberin övdüğü ve hak üzre sabit kalacağını ifade ettiği Mescid-i Aksa ve etrafındaki müminlerden, özellikle Gazze’nin mücahit halkında hep “HasbünaAllah ve nimel vekil” seslerini işittik. Evet, onlarda atamız gibi dünyanın en barbar bombardımanına karşılık, yılmadan, yorulmadan, bir gün değil aylarca “HasbünaAllah ve nimel vekil” diyorlar. Allah’ın Resulü, bin dört yüz yıl önce bu topluluktan bahsetmiş. Bunlar peygamberin etrafında vardı, hem de en zor zamanlarında. Peygamberin ashabı, Allah’ın kendilerinden razı olduğu, bizzat hayattayken cennetle müjdelenen o iman ehli olanlar, işte onlar hayatların en zor anlarında bu cümleyi kullandılar. Nerede ve ne zaman biliyor musunuz?
Hicretin 2. Yılı. Uhud Savaşı’ndan sonra Ebû Süfyân, “Bir sene sonra Bedir’de buluşalım” demiş, Hz. Peygamber de “inşaallah” diye cevap vermişti. Vakit gelince Ebû Süfyân, Mekkeli müşriklerden topladığı güçle Merru’z-Zahran denilen yere kadar gelip ordugâh kurmuştu. Ancak kalbine düşen korku sonucu Mekke’ye geri dönmeye karar vermişti. Tam bu sırada Medine’ye gitmekte olan Nuaym, İbni Mes’ud ve adamlarıyla karşılaştı. Henüz Müslüman olmayan Nuaym’a; “Al sana on deve! Medine’ye gittiğinde, büyük bir kuvvetle gelmişler, seni bekliyorlar, diye Muhammed’i korkut!’’ demişti.
Nuaym, Medine’ye vardığında Hz. Peygamber’i harb hazırlıkları içinde buldu. Ebû Süfyân’ın isteğini yerine getirerek: “Ebû Süfyân, Mekkelileri toplayıp gelmiş, sizi bekliyor. Giderseniz hiçbiriniz geri dönemez!” diye Müslümanları korkutmak istedi.
Başta Hz. Peygamber olmak üzere ashâb-ı kiramın, Allah’a iman ve güvenleri artmış ve “Allah bize yeter, ne güzel vekildir O!” demişlerdi. Yoğunlukları üzerlerinde, yas tutamadıkları şehitleri varken sözleşilen yere hareket etmişlerdi. Bedir mevkiine gelince düşmanın çoktan çekip gittiğini gördüler.
Ayeti kerime bu olayı şöyle dile getiriyor: “Onlar ki, malum insanlar kendilerine ‘Bakın, düşmanlarınız size saldırı için toplandı, onlardan korkun!’ demişlerdi de, işte bu onların imanını artırmış ve şöyle cevap vermişlerdi: ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!”[7]
Günümüzde de Gazze halkı ve mücahitleri şöyle diyor: “HasbünaAllah ve nimel vekil”.
Evet düşmanlar!
Tüm tehditlerinize rağmen…
Tüm saldırılarınıza rağmen…
Tüm bombardımanlarınıza rağmen…
Tüm kafirlerin karşımızda birleşmesine rağmen…
Tüm kardeşlerimizin suskunluğu ve sessizliğine rağmen…
Ey Allah’ım sen her şeye yetersin, sen bize de yetersin, onlara da. Bize rahmetinle, onlara çetin azabınla yetersin.
Bu, öylesine bir söylem değildir. Kalpte yer edinmiş ve tavizsiz bir iman, sarsılmayan bir inanç, kesilmeyen salih amel ve zikirle taze kalan bir dilin “harflerle” anlam bulan bir haleti ruhiyesidir.
İmanı cihattan, cihadı zikirden ayırmayanların ifadesidir. Başarıyı Rablerine olan kusursuz imanlarında arayan bir toplumun özgürlük marşıdır.
Öyledir onlar, unutulmuş bir sünnetin ihyacısıdırlar. Peygamberlerden tevarüs ettiğimiz bir sünnetin hamileridirler.
Onlar, Allah’ın kendilerinden razı olduğu, Onların da Allah’tan razı olduğu kimselerdir. Onlar Gazze halkıdırlar.
HasbünaAllah ve nimel vekil