Okuldaki odasından çıktığında daha derse biraz vardı. Elindeki kahve bardağını ilk rastladığı çöpe atıp koridoru sakin adımlarla geçiyordu. Çocuğu yaşındaki gençleri izliyor onları uyarmadan, hiçbir tepki vermeden yanlarından geçip gidiyordu. Bu sene üniversitedeki ilk dersiydi. Sınıf kapısını tıklatınca gençler toparlandılar. Tanışma, dersin ilk yarım saatini almıştı.
- Çocuklar, süremizin bitmesine yarım saatimiz var bu süreyi sizinle sohbet ederek geçirmek isterim. Telefonundan akıllı tahtaya bir fotoğraf yansıtmıştı. Bu bir aile fotoğrafıydı. Elindeki çubukla resimde yaşlı bir adamı işaret etti.
- Bu benim babam onu birkaç ay önce kaybettik. Bu da benim oğlum ve bu çocukta onun oğlu, yani benim torunum. Diğer kişiyi de tanıyorsunuz o da benim. Bize bakınca ne görüyorsun?
- Sizin aileyi.
- Birbirinize çok benzediğinizi.
- Dört kuşak bir aradasınız.
-Öyle! Ancak bu fotoğrafa biraz farklı bir okuma yapalım. Biz bu gördüğünüz karede hayatın aşamaları gibiyiz. Hayatın aşamaları filozof ve bilginler arasında tartışmalıdır. Kimi dört aşamadan bahsederken, kimi yedi veya daha fazla aşamadan söz eder. Ancak belirgin hatlarıyla herkes dört aşamayı kabul eder. Çocukluk, gençlik, erişkinlik (veya olgunluk ve olgun yetişkinlik) ve yaşlılık. Profesör sustu. Öğrencilere baktı. Birkaç dakika onları izleyip:
- Torunum hayatın ilk evresinde, oğlum ikinci, ben üçüncü, babam son evresinde. El kaldıran öğrenciye baktı. Söz hakkı verdi. Adının Ahmet olduğunu söyleyen genç:
- Hocam biliyorsunuz Müslüman filozof/bilginleri bu aşamaları mevsimlerle de açıklar. Yani çocukluğumuzu ilkbahara, gençliğimizi yaza, erişkinliğimizi sonbahara ve yaşlılığımızı kışa benzetirler.
- Evet Ahmet. Hayatın aşamalarını yüzyıllar boyunca filozoflar, teologlar çeşitli şekillerde anlamlandırarak açıklamışlardır. Hatta bu aşamaları ay ve gezegenlerle açıklayan astrologlar bile vardır. Fakat bunlarda en etkileyici ve sanatsal olanı bana göre Amerikalı ressam Thomas Cole’un bir resim serisidir. Yıllar önce bir seminer için Amerika’ da iken Washington DC’deki Ulusal Sanat Galerisini araştırma ekibi olarak ziyaret etmiştik. Beni çok etkilemişti. Aradan yıllar geçmesine rağmen hiç unutmadım, bütün detaylarıyla aklımda. Resim serisinin adı “Hayat Yolculuğu” idi.
- Gören veya bilen var mı? Sınıftan ses çıkmamıştı. Hoca ağır ağır konuştu.
- Resim serisi devasa dört tuvalden oluşuyor. Her dört resimde de bir nehirde küçük bir tekne üzerinde seyahat eden bir yolcu var. Yolcu, her resimde Yaşam Nehri üzerindeki bir haliyle tasvir edilmiş. Teknenin ön kısmında zamana işaret eden elinde kum saati tutan bir figür var. Bu ömür vademiz herhalde.
İlk tuvalde Çocukluk resmedilmişti. Bir bebek, bir melek tarafından yönlendirilen bir teknede güvenli bir şekilde nehir boyunca yol alıyor. Tekne yemyeşil bir doğada, her şey sakin ve sıcak. Çocuk yanında koruyucu bir melekle güneşin tadını çıkarıyor. Bu çocukluğun masumiyetini ve neşesini yansıtıyor. Teknenin arkasında (çıktığı yer) karanlık, sarp bir mağara. Bu karanlık, doğmadan önceki zamanların bizim için bilinmemesini temsil ediyor. Başında onu hep koruyan melek, onunla o yolculuğu yapan ilahi gücü yansıtıyor.
İkinci resmin adı Gençlikti. Bu tuvalde de diğer resmin devamı olan aynı zengin, yeşil manzara var. Burada manzara, daha geniş ve daha bir hayat dolu. Gençlik çağında melek kıyıda inmiş, genç bir adam teknede tek başına görülüyor. Gençliğin coşkusu ve enerjiyle ileriye atılmış kıyafetleri dalgalanıyor.
Uzakta, nehrin aktığı yönde, insanın hırslarını ve hayallerini temsil eden beyaz ve parıldayan hayaletimsi bir şato gökyüzünde görünüyor. Şato çok büyük ve güzel. Bu gençliğin hayallerini temsil ediyor. Sakin nehrin yönü sanki doğrudan şatoya gidiyor gibi görünüyor, ancak resmin en sağında nehir sert, dalgalı ve kayalarla dolu bir yola gidiyor.
Ressam, manzara ve gençliğin emelleri hakkında daha sonra şu yorumu yapmış. "Resmin manzarası (berrak deresi, yüce ağaçları, yükselen dağları, sınırsız mesafesi ve şeffaf atmosferi) gençlik hayallerinin romantik güzelliğini ortaya koyar. Yani hayat tecrübesinin, gerçeğin ne olduğunu bize öğretmeden önceki halini.” Hoca durdu. Derinlere dalıp gitmişti. Öğrenciler ona seslenince uykudan uyanır gibi oldu.
- Üçüncü resim de kalmıştık hocam?
- Evet! İsmi erkeklikti. Bu olgunluk veya yetişkinlik demekti. Şunu da belirteyim ilk iki resim ile son iki resim arasında keskin bir fark vardı. İlk resimler aydınlık ve yemyeşilken son resimler kasvetli ve karanlıktı. Sanki son iki resim hayatın sonbahar ve kışını yansıtıyordu. Zaten daha ikinci resimde bile genç adam, o hayaletimsi şatoya gideceğini sanırken nehir kayalara doğru akıyordu.
Üçüncü resim, erişkin insanın yaşamın sıkıntıları arasında yaşamaya çalışmasını yansıtır. Fırtına bulutları, gökyüzünü karartıyor. Rüzgâr teknedeki adamın giysisine vuruyor ve arka planda yağmur yağıyor. Teknenin hemen önünde akan nehir budaklı, yapraksız bir ağaç sonrası kayalık ve hızlı hale geliyor. Ancak teknenin gittiği yönde gökyüzü aydınlanıyor, ileride daha iyi zamanlar olduğunu ima ediyor. Bu kadar tehlikelerin ortasında adam inancını kaybetmiyor. Dua ederken her iki kolunu da kaldırmak için teknesinin dümenini bırakmış.(Dümen kırılmış da olabilir) Bu insanın yetişkin yaşlarda Allah’a olan tevekkülünün artmasına bir gönderme olmalı. Bu resim o zaman bana Cahit Sıtkı’nın 35 yaş şiirini anımsatmıştı.
Son resim de ihtiyarlık resmedilmişti. Adam yaşlanmış hayatın sınavlarından sağ çıkmış. Nehrin suları sakin ve sonsuzluğa akıyor. Teknenin önündeki figürün başı ve kum saati eksik. Solmuş, yaşlı yolcunun dünyevi zamanın sonuna ulaştığını simgeliyor. Yanı başında onu koruyan bir melek var ve adam bunu hissediyor. Adam inançlı biri olduğu için yaşlanınca da hayatı sakin bir nehir gibi. Yaşam boyunca inancın onu ayakta tuttuğunu bildiği için huzurlu.
Manzara pratikte yok oluyor sadece birkaç sert kaya, dünyanın sınırını temsil ediyor ve karanlık su ileriye doğru uzanıyor. Ancak adam inancın gücüne sahip olduğu için gözlerini gökyüzündeki aydınlığa dikmiş, ellerini dua eder gibi kaldırmış. Ressam son sahneyi şöyle anlatıyor: "Maddesel varoluşun zincirleri düşüyor ve adamın çehresi sonsuz yaşamın huzuruna sahip." Bu son resme baktığımda bana anlamca en uzak gelen resimdi. Kendime bir hayli uzak görmüştüm. Fakat şimdi düşünüyorum da o bize çok uzak görünen “30 yıl sonra (yaşlılık)” yanı başımızdaymış. Biraz durdu. Devam etti.
Kısacası çok güzel etkileyici bir resim serisiydi. Ben çok beğenmiştim. Bulursanız internetten bakarsınız.
- Çok güzelmiş hocam! Ressam çok inançlı biriymiş.
- Aynen öyle! Özellikle son iki resimde hayatın zor olmasına karşın adamın duaya sarılması gerçekten insanın gücünün yetmediği noktalarda inanca tutunması ve kendini inanç denizine bırakmasının önemini gösteriyor.
İnsanın yüklendiği en ağır yüklerden biri de her şeyin kontrolünü kendinde görmesidir. Bu insanoğluna daha cazip gelebilir ama ben yaşlarında bu kontrolcülüğün, benyaptım yaparımcılığın ne denli anlamsız olduğunun sizi nasıl yıprattığının farkına varırsınız. İlahi bir programa inanan insan gençlikte de yaşlılıkta da daha rahat bir hayat sürer. Özetle hayattan tecrübe ettiğim kadarıyla resimlerde de estetize edildiği şekliyle hayat yolculuğu çok aşamalı, çok yönlü ve çok doğrulu bir yolculuktur ve kabul etsek de etmesek de ilahi bir program dâhilinde bir saat gibi hiç aksamadan işler. Her an biten nihayet bulan hayatların yerine yeni hayatlar inşa ediliyor.
Söz&Kalem | Meryem Varol