Söz&Kalem Dergisi | Müzeyyen Sena Titiz
Doğada toplamda üç ana renk var, diğer tüm renkler fer'i ve ana renklerin eseri. Asıl, bizi detaya götürür, karışım bize yeni bir renk sunar, bunca çeşitliliği doğuran, ananın (ana renkler) fedakârlığıdır. Eşyada, insanda ve tüm âlemde yerini almış bir nakş-i sermedidir renkler.
Divanenin birine soruldu, şu dünya hayatında senin mesleğin ne ola? “Renk topluyor, renkleri birbirlerine katıyor yeni renkler elde ediyorum.”dedi.
Soyut unsurlar misali el değmeyen, zahiri nazar ile fark edilmeyen, madde üstünde değil mana üzerinde bulunan, tek belirtisi hissiyat olan renkler de yok mudur sizce? Tonları yaşanılana oranla değişen, bin bir envai çeşitleri olan, isimlerini imtihan terazisinin belirlediği renkler. Kişiye özel, imtihanına has, hayatına münhasır renkler. Yani hayatın renkleri. Var mıdır dersiniz?
Hayatın rengi bazen aniden gelen bir ölüm haberi olarak belirlenir. Ya da tekerlekli sandalyesi bir başkası tarafından yürütülen kimsenin derûni mahcubiyeti renginde. Veyahut haklının haksız mesabesine konulması ile boğazda bir düğüm renginde.
Hayat tezat mayınlarla kuşatılmış bir tarla misali. Öldükten sonra tweet’leri zirve yapan bir kimse gibi. Gene onkoloji bölümünde ölüm sessizliği renginde ki koridorun danışman masasından yükselen bir gol sesi gibi. Varken ezip kopardığımız yokken kokusunu, güzelliğini aradığımız bir çiçek gibi mesela. Bazen de durakta saatlerce beklenilen otobüsü kaçırmak renginde. Ya da doktorun daha erken getirseydiniz kurtarmıştık sözünün derinliğinde.
Evet, hayatın rengi biraz acı biraz hüzün bir tutam neşe bir dal hasret az biraz yaşanmışlığın aksettiği ânlar ve sonsuz gökyüzü maviliğiyle bütünleşmiş ahenkler silsilesidir. Ancak hayat yaygın olarak sisli bir havanın kapalılığını sever. Fırtınalı, dalgalı ve buruk. Yani imtihan, yani yaşamın anlamı.
Sisli hayatın engebeli yollarında yol almaya devam ediyoruz, süregelen olaylar yer yer ruhumuzu ve bedenimizi yıpratıyor. Gönül dünyamız bir sekinete, ilahi bir inşiraha daimen aç. Doğrudur, yitik bir peygamber babası Yakup aleyhisselam değiliz ya da bir sahrada çocuğu ile tek başına kalmak durumunda kalmış Hacer anne değiliz. Ve yahut taşlarla karşılanan bir Hz Muhammed -sallallahu aleyhi vesellem- misali de değiliz. Ancak imtihan olan hicran aynı hicran, korku, tedirginlik, çaba ve gayret aynısı, taşlama da aynı taşlama, renk gene aynı renk. Demem o ki: imtihanlar bir, tabi tutulanlar farklı. Zorluklar bir mücadeleler ayrı, taşlar bir metotlar ve araçlar envai, renkler bir renklenenler apayrı. İmtihan baştan sona imtihan ve rengi de kokusu da tadı da aynı. Yaşadıkça çok daha tanıdık geliyor siması..
İmtihanlar ile boğuşurken emniyet verecek yatırımlar gereksinimi duyuyoruz daima, bu bazen nakdi iken bazen de manevi oluyor. İnsan, para ile ev satın alabiliyorken gariptir ki huzur satın alamıyor, saat satın alsa zaman satın alamıyor, hastane de satın alsa sıhhat satın alamıyor, alamaz. Nakit bilinen ve yaygın olanın aksine hayatın hamurunda yalnızca tuz işlevi görür. Hayatın mayası ise duygu ve hissiyat orantılı direk ruh ile bağlantılı olan şeylerdir, banal bir misal olarak çok hasta olan birine dünyaları da verseniz onun gözünde afiyetle geçirilecek tek dakikaya bedel değildir. Boşuna insan sevgi ile yaşar dememişler, çünkü insanı zinde tutan yegâne şey fıtri olarak manevi gıdalardan ibarettir. İman, muhabbet, huzur, umut, afiyet, anlayış, teselli, bir sıcak gülümseme ve daha fazlası...
İnsan suresi ikinci ayet muhtevasınca Rabbimiz: “İnsanı yarattık ve imtihan edeceğiz” diye ferman buyuruyor. Yani imtihan insanın yaratılışı ile birlikte var olur ta ki emanetini teslim edinceye kadar. Güzel olan o ki aynı ayetin devamında “biz onu gören ve işiten kıldık” deniliyor, yani evet imtihan edeceğiz ancak bu süreçte onun bu patikaları aşması için yardımcı etkenler de verdik. Göz gibi, kulak gibi ve bunlarla yolunu bulmasını kolaylaştırdık. Ömür bir mülkü ilahidir verildiği esnada kullanma talimatını da yanında vermiştir.
Evet, dünyanın rengi bir çöl fırtınası, puslu bir pencere ve kırık bir gül dalı. Ne kadar teveccüh görürse o kadar şımaran tek tadımlık bir lokma. Bu hayata geliş amacımız imtihan ise şayet bize gereken bu sınavı en iyi sonuç ile vermek, hikâyemizin en güzel anında noktayı koymak ve nabzımızın son zili çaldığında tam teçhizat ile ölümü karşılayabilmek. Ondan sebep tüm gayret ve çabalarımızı yalnızca zat-ı kibriya’ya hasredip, karşılığında kimseden bir şey beklememeliyiz. Unutmayalım, dünyada yalnızca birer mülteciyiz kalıcı değil. Bu dünyada üzerindeki en büyük sermayemiz şu anımızdır, onu yerince ve yeterince kullanmayı bilmeliyiz. Çürük bir dünyaya taze fesleğen dikmek gayreti vereceğiz. Ve neticede ilahi bir renge bürünmüş bir vaziyette hâk teâlânın katına çıkacağız inşallah..
Şeyhin biri talebesine şu nasihati etti: “Yaşamın renklerini hisset, hayat elbisesini mevsimine göre giy ve ahiret yurdunda ki randevuna en şık halinle git!”
Lillah vasıtasıyla vechillaha ermemiz duasıyla...