Herkesçe malumdur ki kelimeler olmadan yaşamak mümkün değildir. Kelimelerle aramız iyi olmadan da hayatımızın güzel olması pek mümkün değildir. Çünkü güzel bir hayat anlamayı ve anlaşılmayı iktiza eder. Anlamak için dinleyebilmek, anlaşılmak için de dinlenilmenin yanında iyi anlatabilmek de gerekir. Kelimenin taşıdığı tarihin ve yerine geçtiği anlamın bilincinde olanlar sözde saklı sırrı görebilir ve sözün lezzetini tadabilir.
Eskiler zehir de ilaç da kulaktan alınır derlermiş. Öyledir gerçekten de, insan ya duyduğuyla yani kelimeyle zehirlenir ya da duyduğuyla kalbine şifa bulur. Tabi burada okumakla da şifa bulunur denilebilir ama bir şeyi okuduğumuzda da onu iç sesimizle söyler gönül kulağımızla da dinleriz.
O yüzden bir kitabı okumak yazarla bir sohbet gibi gelir bana. Yazarın iç dünyasından izler bulamadığım yazıları okunmuş kabul etmem desem çok yanlış söylemiş olmam diye düşünüyorum.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır sözünü hepimiz biliriz. Herkesçe bilinir ki güzel söze her canlı hatta cansız dediklerimiz dahi muhtaçtır. Her şey güzeli sever ve güzeli duymak ister. İnsanın umudu, hayat enerjisi ruha dokunabilen kalpleri yumuşatabilen kelimelerin desteğiyle ziyadeleşir ancak.
İnsanın hayal dünyasının kelimelerle zenginleştiği herkesçe malumdur. Aynı şekilde duygu dünyası da ancak kelimelerle gelişir. Dili zengin olanın gönlü de zengin olur derler. Öyledir zaten dille gönül arasındaki bağlantıdan hep söz edilmiştir kadim tarihimizde. Gönül deniz ise dil kıyısıdır denildiğini herkes bilir. Hatta gönle dil derler imiş eskiler Farsçadan geçmiş sanırsam Türkçeye o yüzden gönül dostlarına da ehli dil denilirmiş.
Bu açıdan bakıldığında görülür ki dili zengin olmayanın gönlü de zengin değildir ve maalesef kelimelerle aramız pekiyi değil günümüzde. Bu yüzden dilimiz fakir gönlümüz çorak. Bir şey hissetsek düzgün ifade edemiyor bir şey anlatılsa belki dinliyoruz ama hissedemiyoruz.
Güzel sözü öğrenmeyi pek önemsemiyor, kullananı duyunca da nereden çıkardın şimdi bu garip kelimeleri diye şikayetvari cümleler duyabiliyoruz.
Eski bize uzak geliyor oysa biz uzun yaşamışlara saygı gösterir onların tavsiye ve tecrübelerini can kulağıyla dinleyen bir toplumduk. Bizde eski değil kadim vardır ve kadim eskimez, uzaklaşmaz çünkü kıymetlidir. Kıymetli olan her zaman yakındır her zaman iltifata ilgiye tâbidir.
Bu konu açılır açılmaz harf inkılabının tarihimizle aramızı açması ve bu inkılabın savunucularının dili sadeleştirme çabasıyla kelime hazinemizi çalıp kütüphanelerimizin tozlar içinde kalmasına neden olduğuna dair birçok eleştiri duyar gibiyim. El hak doğrudur bu bir gerçektir hakikattir ama bu hakikatin yanında bizim bağcıya söylenmekten ziyade üzüme odaklanmamız gerektiğini de unutmamak gerekir. Doğrudur birisi Sultan Fatih ile aramıza zincir koymuş. Ben bu zinciri nasıl aşılacağını düşünmek yerine zincire söylenmemin ne faydası var. Ben bu büyük şahsiyetin torunu olmaktan onur duyuyorsam onu örnek almaya çalışıyorsam aramızdaki bu engelleri kaldırmak benim görevimdir diyebilmeliyim. Yoksa koşulların iyi olmasını ve zincirin kendiliğinden kalkmasını beklersem kadim yerinde kalır ama ben eskiyip kaybolurum.
Bugün Montaigne ve Nietzche bana Sultan Fatih’i, İmam Gazali’yi okumaktan daha yakın geliyorsa burada suçun büyük kısmı benimdir küçük bir kısmı dil hazinemden çalanlarındır. Çünkü ben elimde kalan hazineden habersiz sandığın üstüne oturup dilencilik yaparsam suçu sandığı bana göstermeyenlerde aradığım gibi sandığı merak etmeyen bende de aramak gerekir.
Meşhur sözdür, nereden geldiğini bilmeyen nereye gideceğini bilemez derler. Toplum olarak yaşadığımız karakter bunalımı da tam olarak bundan kaynaklıdır. Taşıma fikirlerle bir toplumun karakterini oluşturmaya çalışmak taşıma suyla değirmen döndürmekten daha cahilanedir. Bu toprakların havasıyla suyuyla büyümüş insanların gülşenini merak etmeden gül yetişmeyen uzak bahçelerde güzel bir esinti bulunsa dahi bu esintinin bu topraklarda yetişmiş insanının ruhunu asla doyuramayacağı her zişuurun kabul etmesi gereken ayne-l yakîn bir hakikattir.
Burada tekrar tekrar köklerimize dönelim cümlesi kurmak istemiyorum. Sadece büyük insanların izlerinden yürüdüğümüzü iddia ediyorsak onların bize bıraktıkları eserleri merak etmek zorundayız diyorum. Eğer bu merak ve öğrenme isteği içimizde yok ise işte o zaman bu aradaki bağı koparmak isteyenler çoktan istediklerini başarmış olur. Bugün burada harf inkılabından dolayı şehit düşmüş insanları övmek ya da onlara zulmeden zihniyete sövmeye de niyetim yok. Asıl gayem harf inkılabına karşı canını ortaya koymuş kişilerin niyetlerinden bir parça kendimize ekleyebilmek ve onların birkaç sene daha yaşamayı tercih etme hakkı var iken niye dile sahip çıkmak adına canla başla çalıştıklarını bir nebze olsun anlayabilmektir.
Allah bizleri her dili ayeti olarak görebilen ve ayetler arasında üstünlük aramadan her bir ayete sahip çıkmaya çalışan bununla birlikte gönlü Kabe’den daha kıymetli bilen ve bu gönülleri kelimelerin güzeliyle inşa edebilen insanlardan eylesin.
Gönlünüzün zengin, kulağınızın şifalı, dilinizin tatlı kalması duasıyla
Vesselam
Söz&Kalem - Sabahattin KEMAL