Garip bir mesele şu sevmek. Genelde insanoğlu olarak fayda sağlayacağımız işler yapmamız beklenirken sevmek söz konusu olduğunda tam tersi, daha çok fedakarlık yapmamız gereken işler beklenir. İnsan ilişkilerinde de genel anlamda sevmenin büyüklüğünü bu fedakârlıklar, bireye ayrılan zaman ve kullandığımız kelimelerle ölçeriz. Ölçeriz belki az çok göz kararıyla ama “Neden fedakârlıklar sevgiyi oluşturur?” sorusu zor bir sorudur. Peki cevabı nedir desen, ben de bilmiyorum. Bazen de onca fedakarlıklara rağmen beklenilen sevgi bir türlü ortaya çıkmaz. Kısacası garip bir meseledir sevmek, zor bir meseledir. Genelde sınıfta kaldığımız bir meseledir.
Sahip olduğumuz onca şeye rağmen sevgiye sahip olmamamız en azından birisi ya da birileri tarafından sevildiğimizi hissetmememiz sahip olduğumuz geri kalan her şeyi anlamsız kılabiliyor. Eşyayı yok hükmüne indirebiliyor, tabi bireyin düşünmeye ve hissetmeye vakti varsa. Sevmek bir anlamda o kadar önemli ki Allah Tealayı ve Peygamber Aleyhisselamı her şeyden fazla sevmek imanın kemalata ermesinin şartlarından. Yani aslına bakarsak iman edebilmemiz için sevmeyi bilmek zorundayız. Zor bir mesele bu sevmek insanı halden hale sokan insanın altında ezildiği ağır bir yük. Hadi soralım o zaman kendimize, bu kadar öğrendiğimiz bilginin yanında biz gerçekten Allah ve Resulünü seviyor muyuz? Kim hayır diyebilir ya da kim evet?
Bu yükün ağırlığının bilincinde olmasından gerek Beyazıd-i Bestami hazretleri oğluna şöyle bir nasihatte bulunur;
“Ey oğul eğer birisi sana Allah’ı seviyor musun? derse sus, cevap verme. Çünkü sevmiyorum dersen maazAllah küfre girersin. Seviyorum dersen Allah’ı sevenlerin içinde bulunduğu hal sende yok.”
Öyle ya belki de Allah’ın Vedud isminden saatlerce konuşulabilir. Allah’ın kullarına olan rahmeti ve merhameti üzerine saatlerce sohbet yapılabilir. Hatta insan yüksek ilim derecelerine ulaşıp avamın dininin olmayacağını iddia etme cüretini dahi gösterebilir. Peki Allah’ı sevmek için kaç kitap okumak gerekir?
İlminden dolayı veya ünvanından dolayı saygı bekleme, kendini üstün görme cahilliğine düşebilir insan. Hatta birçoğumuz özel olduğumuzu ya da farklı olduğumuzu iddia ederken aslında farklılıktan ziyade biraz üstün olduğumuzu göstermek istiyor gibiyiz. Peki herkesin uyanır gibi dirileceği o dehşetli günde herkesin birbirinden kaçtığı o hesap gününde sevgiyi ve takvayı arttırmayan o ilimler bize kâr mı getirecek zarar mı?
İlim Allah’ı hakkıyla tanımak ve takva sahibi olmak için öğrenilmeliydi. Başkalarına anlatıp başkalarını ihya etmek için ya da birilerine sahip olunan ilmi sergilemek için değil. Başkalarına anlatmak için ilim öğrenmek kendisinin ihyaya ihtiyacı olduğunu unutturabiliyor insana. Sahip olunan ilmi göstermeye çalışmaksa insanların takdirine köle olmaya neden olabiliyor. Haddim değil belki bu sözü söylemek ama kanımca insanın kendisini ihya için öğrenmediği hiçbir bilgiyi başkasının gönlüne aktarabileceğini yani tabiri caizse nakşedebileceğini sanmıyorum. Hâsılı kelam kalplere dokunmayan, kalbi ihya etmeyen ilimden Allah’a sığınırım.
Peki aşk?
Baki: “Aşkı ehline sormak gerekir” der. Eskiler Nefsin arzusuna aşk adını vermek, altın taç giydirilmiş kel kör bir başa benzer demiş. Benim bu konuda söz söylemeye pek hakkım yok gibi o yüzden Fuzuli ve Taşlıcalı Yahya’dan iki beyti buraya bırakıp susuyorum;
“Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl u kâl imiş ancak”
“Ne sağ olmak murâdımdır ne ölmekten kaçar cânım
Cihânda hasta-i aşk olalı bir hoşça hâlim var”
Hakkıyla sevebilmek ve Hakk’ın sevgisine yaraşır biçimde yaşayabilmek duasıyla, vesselam…
Söz&Kalem - Sabahattin KEMAL