Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
Hamd ve sena, bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar eden ve iman nimetine mazhar kılan Rabbimizedir. Salat ve selam, mefhar-i kainat Hz. Muhammed (s.a.v)’e, seçkin ashabına, pâk ehl-i beytine ve kıyamet sabahına yolunu sürdürecek olan müminlerin üzerine olsun!
İman; Beşeri insan yapan, toplumu yücelten ve alem-i münevver kılan bir değerdir. Acz ve fakra müptela olmuş insanı, sonsuz güç ve kuvvet sahibine bağlayan tek olgudur. Toplumsal huzurun ve saadetin anahtarıdır iman. Alemdeki her bir zerrenin üzerindeki mühürdür, tuğradır…
İnsanın ve toplumun istidadı, atmosfere bırakılmış toplar misali büyük bir enerjiye sahiptir. Fakat ne yazık ki şehadet aleminin maddi lezzetleri ve tabiat dünyasının fiziki cilveleri, bu istidadın inkişafı için imtihan olmaktadır. Bu anlamda iman, insan için melekut aleminin nurlu ufuklarına doğru kanat açmasına sebep olmakta, toplumun tekamül sürecini oluşturmakta ve bütün yüceliklerin kaynağı olan Allah’a doğru vasıl etmektedir.
Rabbimizin geçici dünya hayatındaki en büyük ihsanı ve keremi olan İman nimetini üç açıdan inceleyelim.
1-)İmanın insan üzerindeki psikolojik ve ruhsal etkileri:
İmanın insan üzerindeki psikolojik ve ruhsal etkileri, bireyin yaşamında derin ve anlamlı bir değişim oluşturur. İnsanoğlu, her ne kadar diğer canlılara nispeten bazı üstün özellikleri bulunsa da dünya yaşamındaki imtihanlara karşın tek başına mücadele edememektedir. Dolayısıyla alemlere mutlak anlamda hükmeden Rabbimize olan iman, insan için bir teselli kaynağıdır. Yine İman eden kimse için güçlü duygu ve davranışlar üretmesi, imanın psikolojik unsurları ile ilgilidir.
Doğal olarak imanın yapısında bulunan bu unsurlar, bireyin zor ve meşakkatli zamanlarında huzur ve sükunete haline ulaşması, stres ve anksiyetini azaltır. İnsan, iman vasıtasıyla istikbale karşın umut ile nazar eder. Bu durum kişide pozitif düşünme ve sağlıklı muhakeme özelliği oluşturur. Yine insan, iman vasıtasıyla yeryüzüne bir amaç ve gayeyi tatbik etmek adına gelmesini düşünür ve bu vesileyle kendisini değerli hisseder, kimlik ve kişilik arayışını anlamlandırır. Fakat bu değer kendisini kibre sevk etmez. Aksine, tevazu dolu bir yaşamı tercih eder. Zira değerli olmanın ancak tevazu ile mümkün olduğu kanaatine varır. Tüm alemlerin mutlak mutasarrıfı olan Rabbine güvenir, dayanır. Bu teslimiyet anlayışı, kendisini her türlü korku ve endişeden emin kılar. Duygusal anlamda dayanıklılık elde eder.
İman hakikatinin bilişsel, iradi ve davranış unsurlarına olan etkilerine de özetle değinmekte fayda var:
İman, bizim için inanç ile birlikte bir bilgi kaynağıdır. İmanın feyzinden gelen İlahi bilgiler, insanı bilişsel olgunluğa yükseltir. Nitekim mümin için kesin bilgi hükmünde olan bilgiler, bireyin entelektüel faaliyetlerine olumlu anlamda katkıda bulunur. Kur’an’ı Kerim’in de sıkça akla, düşünmeye, sorgulamaya sevk etmesi, imanın bilişsel sürece yaptığı katkının en büyük delilidir.
İrade, kısaca her türlü davranış ve kararlarımızı kontrol altında tutabilmek demektir. İman nimeti, insanın iradesini en müspet ve verimli bir biçimde kullanması için eşsiz bir olanak sunar. İmani nefhanın verdiği bilinç, insanın hal ve hareketini şekillendirir. Mevcut durum, olması gereken ve olmaması gereken diye üçe ayrılan olay ve olguların tespiti, yalnızca akl-ı selim ve kalb-i selim bir irade ortaya konulursa anlaşılabilir. Bu iradede, İmani bir anlayıştan meydana gelir.
Son olarak imanın insan davranışına etkisinden söz edecek olursak; İman, zerreden küreye tüm yaratılana bir anlam, mana ve amaç yüklediği gibi insanın da dünya hayatındaki davranış, hal ve hareketlerinin tamamına bir düzen vermektedir. Bu nizam, insan hayatının tüm alanını kapsamaktadır. İman nimeti, insan için en ideal duygu ve düşünceyi verdiği için davranışları da kontrol altına alır. Nitekim insan davranışı, insandaki duygu ve düşüncenin bir yansımasıdır.
Kur’an-ı Kerimin hemen hiçbir yerinde iman vurgusu salt inanç bakımından yapılmamaktadır. İmandan bahsedilen her konuda, mutlaka ‘’salih amel’’ kavramına da değinilmektedir. Sadece bu husus bile iman nimetinin insan davranışları üzerindeki etkisine bir delildir. İçsel güç, manevi gelişim, söz-amel uyumu, dürüstlük, iffet ve güzel ahlak, imanın verdiği müstesna davranış biçimlerinden bazıları olarak kabul edilmektedir.
2-)İmanın Toplum Üzerindeki Yansımaları
Bir toplumun yapısını oluşturan en önemli etken, bireylerin dini inançları ve manevi değerleridir. İman hakikatlerinden hasıl olun hâyırlar, iyilikler ve güzellikler toplumun sosyal, kültürel ve ahlaki yapısına sirayet eder.
Kur’an’ı Kerim’in yaklaşık üçte birinin tarihi olayları ele aldığını bilmekteyiz. Bu tarihi olaylarda ibret almamız gereken örnekler, genellikle toplumlar üzerinden verilir. Ad, Semud, Rum, Medyen, Sebe ve Kureyş bunlardan birkaçıdır. Rabbimiz, kavimlerin yaptığı hataları, işledikleri günahları bizlere anlatmaktadır. Bunlardan ders çıkarıp ideal toplumun nasıl olması gerektiğini bilmemizi istemektedir. İşte bu noktada İman hakikatlerinin toplum üzerindeki etkisini görmekteyiz.
İman hakikatleri, toplumsal değerler ve normlar üzerinde empati, vicdan ve şefkat gibi ahlaki değerlerin oluşumunu sağlar. Toplumda eşitlik ve sosyal adaleti vurgular. Toplumsal bağları güçlendirir, yardımlaşma ve dayanışma ilkesini esas alır. Sosyal kontrol mekanizmaları ile toplumun sorun ve problemlerine çözüm üretir. İnsani, ahlaki ve fıtri olması şartıyla her türlü toplumsal farklılığa müsamaha gösterir. Toplumsal çatışmanın önlenmesi amacıyla hoşgörü ve birliktelik anlayışını esas alır.
Binaenaleyh iman hakikatleri, bireylerin ve toplumların sosyal, kültürel ve etik yapılarının şekillenmesinde önemli bir rol alır. Bu etkiler, toplumun bütünlüğünü, uyumunu ve manevi gelişimini destekler.
3-)Kitab-ı Kebir (alem-evren) Bağlamında İman Hakikatleri
“...Hiçbir şey yoktur ki O’nu(c.c) hamd ile tesbih etmesin...” (İsrâ, 17/44)
İman hakikatleri bağlamında alem ve içerisindeki her şey, kendi yaratılış usulünce hâli ve kâli lisanıyla Allah’ı tesbih etmektedir. Müminin, evreni ve doğayı algılayış biçimi bu temel üzerine kuruludur. Dahası iman, evrenin yaratılışı, düzeni ve amacı gibi konularda derin anlamlar ve perspektifler sunar. Bir tek atomun bile boşuna yaratılmadığı, kainatın tesbih taneleri gibi bir düzen içerisinde olduğu ve İlahi gücün bu düzenin tek ve mutlak yaratıcısı olduğu bir hakikati sabitedir.
Astronom ve astro-fizikçilere göre, bilgi ve teknoloji çağında olmamıza rağmen henüz %5’nin keşfedildiği alemde bile milyarlarca yıldız, milyonlarca galaksi, yüzlerce uydu, ay, güneş, gezegenler ve ismini sayamadığımız binlerce belki milyonlarca farklı türde gök cismi tespit edilmiş durumda.
Yer küremizde de durum farksız değil. Yaklaşık 400.000 bitki türü, 1,5 milyondan fazla hayvan çeşidi, onlarca farklı özelliğe sahip toprak cinsi, 50 civarında deniz, okyanuslar, binlerce devasa dağ, buzullar, çöller, ormanlar ve nihayetinde bugün nüfusu 8 milyara dayanmış insan. Evet, tüm bunlara iman nazarıyla bakıldığında, tamamında Alemlerin Rabbi olan Allah’ın bir imzası, mührü ve tuğrası olduğu net bir şekilde müşahede edilir. İmam Ali’nin, ‘’Ben her şeyi Rabbim ile tanıdım. Nitekim ben, hiçbir şey görmedim ki ondan önce Rabbimi (Allah’ın o şeyi yaratma kudretini) müşahede etmiş olmuyayım.’’ Sözü, bu hakikati uzmanın bir tecellisidir.
İman, evrenin yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişkinin bir yansıması olduğunu da belirtir. Doğa, tabiat ve evren iman sahipleri için Allah’ın varlığının ve kudretinin bir tezahürü olarak görülür. Aynı zamanda iman, insanın evren içindeki yerini ve rolünü belirler. İnsan, yaratılışın bir parçası olarak evrende özel bir konuma sahiptir. Bu konum insanı evrene karşı da sorumlu kılar. Bu sorumluluklar, başlıca şöyle sıralanabilir; doğanın korunması, diğer canlılara saygı gösterilmesi, çevreyi temiz tutmak, kirliliğe engel olmak, enerji tasarrufunda bulunmak vb.
Hülasa;
Bu kozmolojik bakış açısı, İman ehli müminin Rabbine olan tevekkül ve güvenin artırır. Akıllara durgunluk veren alemin olağanüstü halini müşahede edince, Rabbin azameti, görkem ve kudreti üzerine tefekkür eder. Kur’an’ı Kerim de insanın yaratılışından daha müthiş ve çarpıcı olarak nitelediği alem üzerine tefekkür edilmesini vazeder. Bu deruni tefekkür, mümini manen ötelerin ötesine taşır.
Yazımızı, bir İman kahramanı olan Üstadımız Said Nursi’nin bir vecizesi ile bereketlendirip noktalayalım:
"İman nasıl ki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı Samedâniyeyi (Samed olan Allah'ın mektuplarını) okutturuyor. Öyle de, kainatı dahi ışıklandırıyor. Zaman-ı mazi ve müstakbeli(geçmiş ve gelecek zamanı) zulümattan (karanlıklardan) kurtarıyor." (23. Söz)