Söz&Kalem Dergisi - Selman Akman
Gezdim tüm canlıları hepsi özgürdü âlemde,
Gördüm ki insan hep, her şeyi işgal peşinde…
İnsanlık, tarih boyunca hep bir şeyleri tahakkümü altına alma girişiminde bulunmuştur. Geçmişe baktığımızda insanın doğayı, canlıları ve insanı işgal etme mücadelesi çok bariz görünmektedir. Bu işgal girişimleri şimdi devam ettiği gibi maalesef gelecekte de devam edecektir. Barış, adalet, bilim ve ilerleme gibi kimi iddialarla bu işgal girişimlerini kamufle etmeye çalışsa da, bu iddiaların sonucunun savaşlar, adaletsizlikler ve kaoslar olduğunu müşahede etmek çok zor olmasa gerek. Bu iddialarla işgal çalışmalarında bulunan insanın amacı sadece toprakları hakimiyet altına almakla sınırlı değildir. Bu işgal girişimleriyle, bireyler bireyleri ve toplumlar toplumları tahakküm altına alarak; insanların ruhlarını, zihinlerini, iradelerini ve bedenlerini kuşatarak, insanı insan yapan olguları işlevsiz bırakmaktadırlar. İnsan bu işlevleriyle her zaman işgalin hedefi olmuş ve hem dışsal saldırıların hem de içsel kargaşaların arasında kalarak özgürlüğün içinde esareti yaşamıştır.
İnsanın Fıtratı ve İşgal
İnsan öz itibariyle iki olguyu içinde barındırır; özgürlük ve esaret. Bu iki olgu insana her şeyi yaptırma potansiyeline sahiptir. Peki, insanın özünde barınan bu iki olgunun işgal ile ilişkisi nedir? İnsan doğasındaki bu özgürlük ve esaret onu bir benlik çatışmasına sürükler. Bu benlik çatışmasının oluşturduğu boşluğu doldurmak için de başkalarını tahakküm altına alarak işgal etmeye çalışır. İnsan kendi özgürlüğü için başkalarının özgürlüğünü kısıtlamaktan asla çekinmez. İşte bu, kendi özünde olanla başkasının özünü işgal etmektir. Filozof Jean-Paul Sartre: “Öteki, benim cehennemimdir.” diyerek, insanın başka insanların özünü tahakküm altına alarak işgal etme eğilimi olduğunu söyler. İnsan için, ‘’öteki’’ kendi özgürlüğünü yaşamak isteyeceğinden, diğerine yönelik işgal girişiminde bulunup esaret altına alacağı için bir tehlike söz konusudur. İmam Gazali de bu konu hakkında şunu belirtir: “Nefsini terbiye etmeyen kimse, başkalarını zulümle terbiye etmeye çalışır.” Yani insanın fıtratındaki işgal girişiminin sebebi, insanın nefsini (özünü, benliğini) ıslah etmemesinden kaynaklıdır.
Kendi doğasında barışı tahsis edemeyen insan, işgal girişimleriyle başkalarına zarar vermeye çalışır. Yani insanın insanı işgali, bir bağlamda kendi iç âlemindeki çekişmelerin dışavurumudur. Mevlana, insanın insanı işgal etme probleminin çözümü için bizlere şöyle söylemektedir: “Sen nefsini fethet ki, dünya senin olsun.” Başkalarını işgal ederek dünyalar bizim olmaz, tam aksine kendi dünyamızdan yani özümüzden uzaklaşırız. Bu yüzden insan fıtratını ıslah ederek kendini fethetmelidir.
İnsan fıtratının işgal girişimlerine yönelmesinden bahsettik. İnsan çok çeşitli bir varlık olduğu için bu işgal girişimleri de bir o kadar çeşitlidir. Hele ki günümüz modern dünyasında o kadar çok işgal çeşitleri ve girişimleri var ki; insana yönelik sadece fiziksel savaşlar değil, psikolojik, ekonomik, kültürel ve ruhsal saldırılar da yapılmaktadır. Şimdi de, bu işgal girişimlerinin bazı çeşitlerine değineceğiz.
1. İnsanın kalbinin ve ruhunun işgali
Kalp, insanın hissetmesini sağlayan, içinde insanın duygularını barındıran, ruhun bedenle bağlantı merkezi olan bir ülkedir. Bu ülkenin işgal edilmesi, insanın ruhun yıpranması, hislerinin ve duygularının tahakküm altına alınması demektir. İşgal edilmiş bir kalp, başkası adına hisseden kalptir. Kendi adına hissetmeyen ve kendi duygularını taşımayan bir kalp, ruhen esir olmuş demektir. Ruhun esareti, kalbi Allah’tan (c.c.) uzaklaştırır. Yaratıcısından uzaklaşan bir kalbin ve ruhun sonu hüsrandır, acı dolu bir elemdir.
Günümüze baktığımızda insanın kalbine yönelik yapılan işgal girişimlerini görmek zor değildir. İnsanı dünyaya o kadar bağlamaya çalışıyorlar ki haz ve hız peşinde koştukça ruhu hissizleşiyor, duyguları köreliyor ve kalbi işgal ediliyor. Sadakat, vefa, merhamet, sevgi vb. gibi kalbin karşısındakini anlamasını ve hissetmesini sağlayan duyguları, insanın kalbinden söküp atmak için saldırılar yapılıyor, tek taraflı bir savaşla insanın kalbi işgal edilmeye çalışılıyor. Kalbin önemini vurgulamak için İmam Gazali şöyle der: “Kalp, beden ülkesinin hükümdarıdır. Eğer kalp doğru yolda olursa, bütün beden düzgün olur; eğer kalp bozulursa, beden de bozulur.”
Kalbe yönelik yapılan işgal girişimlerinin sebebi, bütün bir bedeni bozmak ve hislerini kontrol altına almak içindir. Eğer kalp bu işgallere boyun eğip heva ve heveslerine uyarak hissizleşirse, asıl manasını kaybeder ve huzuru bulamaz. Allah (c.c.) Ra’d suresi 28. Ayette şöyle buyuruyor: “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” O halde kalbimizi işgalden korumak için zikre sarılmalı, Allah’ı (c.c.) anmalı ve hissetmeliyiz ki, işgallerden kurtulup hem asıl manaya erişelim hem de huzura kavuşalım.
2. İnsanın zihninin işgali
Günümüz dünyasında en çok işgal edilmeye çalışılan, insanların zihinleridir. İnsanlar, kendi fikir, ideoloji ve düzenlerini başkalarına empoze etmek için zihinleri işgal etmeye çalışırlar. Zihni işgal edilmiş bir insanın kalbi ve ruhu zamanla çürür, manadan uzaklaşır ve batılın içinde kaybolur. Modern dünyanın merkezine kötü huylu bir ur gibi oturan; popüler kültür (fenomenler), ideolojiler (izm akımları) ve özellikle medya (sosyal medya, TV, tablet vb.) insanın zihnini işgal etmek için saldırılar yaparken en çok kullanılan araçlardır. Bu araçlarla insanlar, insanları işgal etmek için zihinlere fikirlerini dayatarak insanların kalbini ve ruhunu zehirliyor.
Kendi özgürlük ve dünyaperest menfaatlerini diğer insanlardan üstün tutanlar; sadece kendi popüler kültürlerini (fenomenlerini) ekranlara yansıtarak, sadece kendi ideolojilerini ekranlara taşıyarak, sadece kendi içeriklerini ve gündemlerini medyada ön plana çıkararak yavaş yavaş zihinleri zehirleyip işgal etmektedirler. İnsan zihni şekillendirilmeye müsait olduğundan bu tehlikelerle hep karşı karşıyadır. Bu yüzden Müslümanlar bu konuda her daim tetikte olmalı ve zihinlerini İslam’la besleyerek iradelerini sağlamlaştırmalıdırlar.
İbni Haldun, insan zihninin şekillendirilmesine yönelik şöyle der: “Mağlup, galip olanı taklit eder.” İnsan başkalarının fikirlerini sorgusuzca kabul ettiğinde akıl yürütme yetisini kaybeder ve zihinsel olarak işgal edilmiş olur. İnsan zihinsel olarak taklitten kaçınmalı, sürekli özgün olarak düşünmeli ve aklen üretmeli ki işgalden kurtulabilsin.
Bu iki başlık dışında insanın maneviyatının, nefsinin ve bedeninin tahakküm altına alınması gibi işgal girişimleri de vardır. İnsanın maneviyatının işgal edilmesi, onun hakikat ile olan bağını koparır ve faniye, maddeye mahkûm eder. İnsan nefsinin işgal edilmesi, onun geçici dünya zevkleriyle zehirlenmesine sebep olur. İnsan bedeninin işgal edilmesi, onu taklit ve egoya esir eder.
İşgale Karşı Direniş
Peki, insanın, insanı işgal etme girişimlerinden kurtulmanın yolu nedir? Mevlana’nın şu sözünü birbirimize hatırlatalım: “Bir kuyuyu suyla doldurmak istersen, önce içindeki kiri boşaltmalısın.” Kendimizi işgallerden kurtarmak istiyorsak öncelikle kalbimizi kirlerden temizlemeli, ruhumuzu dünyadan arındırmalıyız. Sonrasında maneviyatımızı güçlendirmeli, nefsimizi terbiye etmeli, zihnimizi ve irademizi sağlamlaştırmalıyız. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin şu uyarısını unutmayalım: “Nefsine (kendine) mağlup olan, başkasına da mağlup olur.”
Başkalarının işgallerine karşı direnmek için önce, kendimizin işgalinden kurtulmamız ve kendimizi Allah’a (c.c.) teslim etmemiz gerekir. Kalbimizi, ruhumuzu, zihnimizi, nefsimizi ve bedenimizi bir bütün olarak Allah’a (c.c.) teslim etmek; hem kendimizin hem insanların hem de şeytanın işgalinden bizi kurtarır. Hicr suresi 39. ve 40. Ayetler de şeytan, insanları işgal edeceğinden bahsetmekte ve bu işgale direnecek olanların yani işgal edemeyeceği insanların ihlaslı kullar olduğunu söylemektedir. O halde ihlasa sarılmak ve tüm benliğimizle (kalp, ruh, zihin, nefs, beden) Allah’a teslim olmak bizi azade kılacaktır.
Allah’ım! Bizleri her türlü işgalden kurtar, inşirahla bizleri azade kıl, ihlas ile sana yönlendir ve kurtuluşa ulaştır…