Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
‘’Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.’’ (Nahl, 90)
Sosyal bir varlık olarak tanımlanan insan, hayatının tüm evresinde kendisine adalet ile muamele edilmesini ister. Adalet; din, dil, ırk, renk ve kültür fark etmeksizin her bireyin talep edeceği doğal bir haktır. Bununla birlikte insan, adaleti talep ettiği kadar adalet ile muamele etmekle de mükelleftir. Peygamber efendimizin, ‘’Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan karşındakine de öyle davran’’ hadisi, karşılıklı adalet bilincinin güzel bir numunesidir.
Adalet kavramı, özetle bireysel ve toplumsal yapıda hakkaniyet, dürüstlük ve doğruluğa dayanan söz, davranış, hüküm ve muamelelerin bütünüdür. Allah’ın büyük bir özenle yarattığı evrende, belirli bir düzen ve ahenk üzere yaşamak demektir. Adalet, sadece insanın-insana değil, insanın doğaya, tabiata, hayvana, maddeye, bitkiye ve dünyada vücuda gelmiş her mahluka olan muamelesinde gözetmesi gereken en ulvi değerlerden biridir. Bu değer, insaniliğin vermiş olduğu bir gerekliliktir. Adaletin bir başka önemi de Allah’ın isimlerinden biri olmasıyla ortaya çıkıyor. Allah’ın güzel isimlerinden birisi de (esmaül hüsna) el-Adl’dir. El-Adl, mutlak adaletin kaynağı ve membaı anlamına gelmektedir. Dahası adalet kavramı, Kuran’ın altını çizdiği ve yaklaşık 30 yerde öneminde bahsettiği bir değerdir.
Sosyal adalet, toplumun bir birleşeni olarak kabul edilen bireylerin toplum ile olan sosyal ilişkilerinde iyi, güzel ve faydalı olanın gerçekleşmesidir. Bireyin iş, eğitim, aile ve kültürel yaşantısında kendisi için gerekli olanı mevcut şartlara göre elde etmesidir. İçerisinde fırsat eşitliği pratiğini de barındıran sosyal adalet, mutlak eşitlik anlamına gelmemektedir. Elbette ki eşitlik, insan hakları konusunda önemli bir ilkedir. Fakat modern yüzyıllarda türeyen mutlak eşitlik, adalete zıt bir dünya görüşüdür. Zaten gerçekleşmesi imkansız olan bu ideali sadece bir grup ütopik insan savunmaktadır. Kaldı ki, tarihteki pratik göz önüne alındığında, bu görüşü savunan bireyler bile bulundukları bölgede idareyi ele geçirince, hiçbir şekilde bu görüş ile amel etmemişlerdir. Örneğin Rusya’da Lenin, Çin’de Mao, Arnavutluk’ta Enver Hoca, Küba’da Fidel Castro.
İslam’da sosyal adalet kavramına gelince, İslami literatürde sosyal adalet kavramı, toplumun dengesini oluşturan en önemli etkendir. Merhum Şehid Kutub, İslam’da sosyal adaletin üç temel unsurunun varlığından söz eder; Mutlak vicdan özgürlüğü, bütün insanların eşitliği ve toplumun üyeleri arasındaki sosyal dayanışma.
Vicdan özgürlüğü olan ilk unsur, yeryüzünden lailaheillallah nidasının bir tecellisidir. Sosyal adalete yalnızca, Allah haricinde üstün bir otorite olmadığına inanan tamamıyla özgür bir insan vicdanı ile ulaşılabilir. İktidar, güç ve kudreti yalnızca Allah’a özgü nitelikler olarak gören bir birey sosyal adaleti tesis edebilir. Yani sosyal adaletin temel şartı, toplumda ve idarede Tevhidi dünya görüşünün hakim olmasıdır.
Tevhidi dünya görüşünde malın mutlak maliki, alemlerin Rabbi olan Allah’tır. İnsan için özel mülkiyet söz konusu ise de başına buyruk serkeşçe malından tasarruf etme yetkisi yoktur. Sözgelimi İslam toplumunda bir tarafta açlık, zaruret ve sefalet mevcut iken öbür tarafta zenginlik, mal yığmak ve konfora yatırım yapılamaz. Nitekim şu iki ayeti kerime, konumuza en güzel delildir: ‘’(sizin) Mallarınızda, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.’’ (Zariyat, 19) ‘’…Mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet ve güç hâline gelmesin..’’ (Haşr, 7)
Tüm bunlarla beraber İslam’daki sosyal adalet anlayışının somut yansımalarını, 10 madde halinde sıralarsak şunları aktarabiliriz;
1-) İslam, bir taraftan servet yığılmasını, öbür taraftan fakirlik ve sefaleti asla hoş karşılamaz.
2-) Şahıslar için vergi konulurken, şahsın mali gücüne göre belirlenmesi.
3-) Vergi ödemeleri için zaruri ihtiyaçlara el konulmaması.
4-) Her muhtaç, mustazaf ve miskin için sosyal yardım ve güvenlik desteği.
5-) Zekat, sadaka, infak gibi toplumu sürekli mal bağışlamaya sevk eden tesanüt ilkeleri.
6-) Faiz ve tefeciliğin her türlüsünün ortadan tamamen kaldırılması.
7-) Kapitalizmdeki sermayeye dayalı gelir anlayışına karşı, emeğe dayalı bir iktisadi anlayış.
8-) Her şeyin başına güzel ahlak ve müsamaha kültürünün getirilmesi.
9-) Herhangi bir imtiyazlı/özel sınıfın varlığının kabul edilmemesi.
10-) İzafi değil, İlahi adalet anlayışının tesisi.
11-)Eğitim ve öğretimden herkesin eşit şekilde istifade edilmesi.
12-) Toplum içerisinde ırk, dil, renk ve kültüre ayrımcılığının yapılmaması.
*
Günümüz dünyasında İnsanlık mektebinin en büyük problemi, modern dünyadaki adalet anlayışının kıtlığıdır. Adaleti izafi bir kavram gibi ele alan otoriteler ve egemen sınıflar, çoğu kez kendi menfi çıkarları için adalet gibi büyük bir değeri zedelemektedirler. Bu durum, sosyal hayata da yansıtmakta, toplumların bir çıkmazı haline gelmektedir. Ne yazık ki bugün yeryüzünü kasıp kavuran; sosyal, ahlaki, kültürel, iktisadi ve içtimai buhranların temel sebebi, beşerin çareyi yine beşeri adalet sistemlerinde aramaya çalışmasıdır. Halbuki insan için en faydalı olanı; yalnızca kendisini yaratan, fıtratını programlayan, mizacını oluşturan, şakilesini şekillendiren ve alemin tamamını yaratan ve yöneten Rabbi bilir. Bu bilginin evrensel yansıması ve mutlak adaletin tecellisi, yalnızca Allah’ın kitabında ve kutlu Nebi’nin yaşam pratiğinde bulunmaktadır.
Nokta Yerine:
İslam’da sosyal adalet kavramını daha iyi anlamak için Şehid Seyyid Kutub’un, ‘’İslam’da Sosyal Adalet’’ isimli kitabını mutlaka okumanızı tavsiye ederiz.