Söz&Kalem - Amine Çimen
Şehir ile insanın yaşantısı arasında güçlü bir bağ vardır; çünkü insan, içinde bulunduğu şehrin dokusundan etkilenir ve aynı zamanda kendi hayatıyla o şehre yön verir. Müslüman birey, imanını ve ahlâkını yaşamına ne kadar yansıtırsa, içinde bulunduğu şehre de o ölçüde kimlik ve ruh kazandırır. Bu fıtratın en belirgin tezahürlerinden biri, insanın yaşam biçimiyle inşa ettiği şehirlerdir. Bu yönüyle İslâm şehirleri yalnızca maddi mimariden ibaret değildir; aynı zamanda dinî, ahlâkî ve sosyal değerlerin somutlaştığı yaşam alanlarıdır. Zihinde şekillenen inanç, şehir hayatında tezahür ederek bir medeniyet, yani “Medine” anlayışına dönüşür. Esasen bu, İslâmî şehirleşme anlayışının hayata geçirilmesidir.
O hâlde, bu anlayışın doğal bir sonucu olarak İslâm kültürü de din merkezli bir yapı etrafında şekillenmiş ve şehir hayatına doğrudan yansımıştır. Cami, medrese, tekke, bedesten, şifahane, aşevi, çeşme ve zaviye gibi yapılar sadece mimari eserler değil; aynı zamanda şehrin manevi kimliğini yansıtan, insanlara ibadet, eğitim, ticaret ve yardımlaşma imkânı sağlayan mekânlardır. Bu yapılar, İslâm medeniyetinin ruhunu somutlaştırmakla kalmayıp, toplumun inanç ve ahlâk değerlerini canlı tutmayı da sağlar. Bu mekânların çevresinde yetişen bilinçli bireyler, hem ferdî hem de toplumsal gelişime katkı sunarak şehir hayatında yardımlaşma ve birlik ruhunu güçlendirir. Bu nedenle, Müslümanların kültürel mirasını koruması, bu yapıların varlığını sürdürebilmesiyle yakından ilişkilidir. Şimdi, burada İslâm şehirlerinin kimliğini şekillendiren bu yapıların işlevlerini ve şehir yaşamına katkılarını ele alacağız.
*
Cami
Cami, İslâm medeniyetinin en temel sembollerinden biridir. Müslümanların ibadetlerini yerine getirdikleri bir mekân olmasının yanı sıra, ilmin öğretildiği, ahlâkın güçlendirildiği ve toplumun bir araya geldiği bir merkezdir. Bireyin kulluk bilincini pekiştiren cami, aynı zamanda sosyal ve kültürel hayatın canlı tutulduğu bir kurum olarak şehir kimliğinin şekillenmesine de katkı sağlamıştır.
İslâm toplumlarında camiler, sadece ibadet mekânı olmakla kalmamış; eğitim faaliyetlerinin yürütüldüğü, ilim ve irfanın paylaşıldığı, toplumsal dayanışmanın güçlendiği yerler olmuştur. Bu yönüyle cami, bireyin şahsiyetini olgunlaştıran ve toplumun birlik ruhunu besleyen bir yapıdır. Şehir yaşamında ise kültürün, kimliğin ve medeniyetin en belirgin göstergesi olarak yer almıştır.
Bu çok yönlü işlevin en güçlü örneği Mescid-i Nebevî’dir. Hz. Peygamberin (s.a.v) Medine’ye hicretiyle inşa edilen bu mescid, yalnızca namaz kılınan bir mekân değil, aynı zamanda İslâm toplumunun kalbi olmuştur. Burada vahiy öğretilmiş, sahâbeye ilim aktarılmış, toplumsal meseleler istişare edilmiş ve devletin idari kararları alınmıştır. Resûlullah (s.a.v) Arap kabilelerinin heyetlerini burada kabul etmiş, onlara İslâm’ı anlatmış, tavsiyelerde bulunmuş ve Müslümanların idari işlerini yine burada yürütmüştür.
Medrese
Medrese, İslâm şehirlerinde ilmin ve hikmetin merkezi olarak talebelere eğitim verilen, topluma yön veren müesseselerdir. Bu kurumlarda pek çok ilim ve sanat ehli yetişmiş; âlimler, şairler ve farklı alanlarda öne çıkan kişiler, şehrin ve bölgenin kültürel kimliğini şekillendirmiştir.
Örneğin, Kürtçede Medresa Sor olarak bilinen Şırnak’ın Cizre ilçesindeki Kırmızı Medrese, birçok önemli âlim ve şairin yetiştiği bir ilim yuvası olarak tanınır. Burada, büyük mutasavvıf ve şair Melayê Cizîrî -Mela Ehmedê Cezîrî- gibi isimler eserler vermiştir. Benzer şekilde, Bazîd’deki medreselerden yetişen Mele Mehmûdê Bazîdî, Kürt edebiyatı ve İslâmî ilimlerin gelişimine katkıda bulunmuş önemli ulemalardandır.
Bu örnekler, medreselerin yalnızca eğitim kurumları değil; aynı zamanda şehirlerin ilmî, edebî ve kültürel kimliğini biçimlendiren temel müesseseler olduğunu göstermektedir.
Bedesten
Gelişen Osmanlı şehir yaşamının bir sonucu olarak ortaya çıkan bedestenler, zamanla ticaretin odak noktası hâline gelmiştir. Osmanlı döneminde kumaş, mücevher ve çeşitli kıymetli eşyaların alım satımının yapıldığı, kubbelerle örtülü kapalı çarşı niteliğindeki yapılardır. Bu yapıların ilk örnekleri, 13. yüzyıl başlarında Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde ortaya çıkmıştır.
Bedestenler yalnızca birer çarşı değil, aynı zamanda dönemin önemli iktisadî kurumlarıydı. Günümüzde banka ve borsaların üstlendiği bazı işlevleri yerine getirir; kıymetli malların güvenle saklandığı, alım satım işlemlerinin yürütüldüğü merkezler olarak hizmet verirdi. Genellikle dikdörtgen planlı inşa edilen bu yapılar, Osmanlı cami mimarisinin izlerini taşır ve şehrin en güvenli ticaret merkezleri olarak ekonomik hayatın canlılığını sağlardı.
Vakıf malı olarak kurulan bedestenler; kapalı pazar ve dükkân işlevlerinin yanı sıra, değerli eşyaların korunduğu, müzayedelerin yapıldığı, sicil kayıtlarının tutulduğu, vergilerin toplandığı ve ürün fiyatlarının belirlendiği merkezlerdi. Bu yönleriyle, şehirlerin ekonomik canlılığını ve ticari kimliğini şekillendiren önemli yapılar olarak öne çıkmışlardır.
Darüşşifa
Darüşşifa, hastaların iyileşmesine vesile olmak amacıyla külliye içerisinde cami, hamam ve medrese gibi yapılarla birlikte inşa edilen, dönemin hastanelerine verilen genel addır. Arapça kökenli “darüşşifa” kelimesi “sağlık yurdu” anlamına gelir. Bu yapılar, bulundukları vakıf sistemi içinde devletten yardım almadan, kendi gelirleriyle işleyen tam teşekküllü hastaneler olarak dikkat çeker.
Darüşşifalar, insanların din, dil, ırk ve maddi durumlarına bakılmaksızın tedavi edildiği; dönemin en gelişmiş tıbbi araçları ve ilaçlarının kullanıldığı merkezlerdi. Bu kurumlarda sadece hastalıklarla mücadele edilmez, aynı zamanda tıp eğitimi de verilirdi. Böylece darüşşifalar, birçok hekimin yetiştiği önemli eğitim merkezleri hâline gelmiştir.
İslâm tarihinde inşa edilen ilk darüşşifa, Emevî döneminde Velid bin Abdülmelik tarafından 707 yılında yaptırılmıştır. Daha sonra Abbâsîler döneminde de bu geleneğin sürdürüldüğü görülür. Büyük Selçuklular zamanında darüşşifalar daha da önem kazanmış, Osmanlı döneminde ise I. Bayezid (Yıldırım) tarafından Bursa’da yaptırılan darüşşifa ile bu gelenek devam etmiştir.
Çeşme
İslam kültüründe su, hayatın kaynağı ve büyük bir hayır vesilesi olarak görülmüştür. Hz. Peygamber’in “Sadakanın en faziletlisi su teminidir” hadisi, Müslüman toplumlarda insanlara su ulaştırmanın önemini vurgulamış; bu anlayış zamanla çeşme yaptırma, kuyu açtırma ve su vakıfları kurma geleneğini doğurmuştur.
Bu gelenek, özellikle Osmanlı döneminde gelişmiş, şehirlerin her köşesinde hayır sahipleri tarafından yaptırılan çeşmeler, hem temiz su kaynağı hem de kültürel ve mimari bir miras haline gelmiştir. Farsça “göz” anlamına gelen çeşm kelimesinden türeyen “çeşme”, suyun yaşam ve iyilik sembolü olarak İslam kültüründeki saygın yerini yüzyıllar boyunca korumuştur.
*
Sonuç olarak, İslâm kültüründe halkın ihtiyaçlarını karşılayan bu yapılar, medeniyetimizin vazgeçilmez bir parçasıdır. Hayatımıza kolaylık sağlayan bu eserleri korumak ve değer vermek, hem kültürümüzün yaşatılması hem de İslâmî yaşamın canlı tutulması açısından elzemdir. Kültürümüzü yansıtan bu yapıların, insan fıtratının birer tezahürü olduğunu hatırlamak gerekir. Her biri derin araştırmalara konu olabilecek bu yapıları özetle tanıtmaya çalıştık; umarız hedefimize ulaşmışızdır.
Selam ve dua ile...
Amine Çimen