Söz&Kalem - Yusuf Sincar
Giriş
Hatırlarsak birinci dersimizde “işaretler”i işlemiştik. İşaretler nelerdi? Kısaca üstünden geçelim.
İşaretlerin doğası gereği yönelimsel olduğunu söylemiştik. Çünkü işaret, ‘kendisi dışındaki bir şeyi temsil eden şey’ anlamına geldiği için, bizleri daima bir başka şeye yöneltiyordu.
Peki zihnin bir şeye yönelmesi ne demektir? Zihin, soyut ve somut olarak yönelebilir. İlk yönelim somut, ikinci yönelim soyut işaretlere yöneliktir. Örneğin zihin ilk olarak gerçek bir köpeğe (somut) yönelir ya da algılar; ikinci aşamada ise zihinde bir köpek kavramı (soyut) oluşur. Ya da tek tek tüm köpeklerden, tümel bir “köpek” kavramını soyutlar. Buna, “tümevarım” diyoruz.
Anlaşıldığı gibi gerçek bir köpek somut bir işarettir. Zihnimizdeki “köpek” kavramı ise soyut. Gerçek hayattaki yani dış dünyadaki kanlı-canlı köpek birincil bir anlama sahiptir. Birincil anlam, varlığı zihne bağımlı olmayan elle tutulur ve gözle görülür varlıklar için kullanılır. Çünkü algımızın en başta yöneldiği şey duyusal varlıklardır.
Demek ki dış dünyadaki her somut varlık, zihnin birincil yönelimiyle bilinir. Çünkü algı duyularla başlar. Zihnin ikincil yönelimi ise, zihinsel varlıklara yöneliktir ve sadece birincil anlam bilindikten sonra ortaya çıkar ve bilinirler.
Öyleyse, bir şeyi bilme sırası, somuttan soyuta ya da dış dünyadan zihne doğrudur. Örneğin, önce gerçek bir köpek görürüz ve daha sonra zihnimizde bir köpek kavramı oluşur. Gerçek köpeğin neden birincil bir anlama sahip olduğunu anladık mı? Çünkü en önce kavranan şey gerçek bir köpektir; zihindeki köpek kavramı ise gerçek köpeğin soyutlamasıdır, tam da bu yüzden ikincil bir anlama sahiptir. Hülasa bir köpek görürüz ve zihnimizde bir köpek kavramı oluşur. Yoksa, önce bir köpek kavramına sahip olup, sonra dış dünyada gerçek bir köpek oluşmakta değildir. Buna karşın zihnimiz de gerçek bir köpeği almaya müsaittir. Bu müsaitlik durumu deneyimden bağımsızdır; yani doğuştandır.
Şimdi gelelim mantığa. Mantığın ilgilendiği şey tamamen ikincil yönelimlerin bilgisidir; yani kavramlar, teoriler ve istatistikler gibi soyut işaretlerdir. Bu yüzden mantık formal yani biçimseldir. Asla içerikle ilgilenmez. Söz gelimi mantık, asla bardağın içindekinin ne olduğuyla ilgilenmez, ilgilendiği tek şey bardağın bizzat kendisidir. Mantık, içeride su mu var, zehir mi var, kahve mi var buna bakmaz. Onun derdi, bardağın çatlak olup olmadığı, şeklinin doğru olup olmadığı, yani düşünceyi taşıyıp taşıyamayacağıdır. Tam da bu yüzden mantıkta çoğu zaman “p – q” ya da “0 – 1” gibi semboller kullanılır. P ya da Q, önermelerin temsilidir; önerme bizzat yazılmaz, çünkü önermenin içeriğinin hiçbir önemi yoktur.
Örneğin, “Sokrates ölümlüdür” cümlesi bir önermedir ve biz bu önermeyi “P” harfiyle sembolize edebiliriz. Çünkü, Sokrates isminin ve ölümlü olmasının hiçbir önemi yoktur. Zira Sokrates yerine bir başka isim de yazılabilir ve ölümlü olmanın yerine bir başka yüklem de getirilebilir. Önemli olan, sonucun, öncüller ile tutarlı olmasıdır.
Kavram, Terim ve Şey Arasındaki İlişki
“Şey” kelimesi, Arapça’da “eşya” kelimesiyle aynı kökten gelir. Eşya terimi “şey”in çoğuludur. Yani eşya çoğul, şey ise tekildir. Bu yüzden “şey” dediğimizde bir eşyadan, dış dünyada var olan gerçek bir varlıktan söz ederiz.
Şeyler (eşya), zihinden bağımsız somut varlıklardır; kavramlar ise onlardan türeyen ve yalnızca zihinde bulunan soyut varlıklardır. Bu zihinsel nesnelere “kavram” diyoruz. Terimler ise kavramların dildeki yazılı ya da sözlü ifadesidir. Bu nedenle başkasına aktarılan kavram değil, terimdir. Kavramlar evrensel, terimler ise yereldir; çünkü aynı kavram -örneğin kedi kelimesi- farklı dillerde “cat”, “kedi”, “pisîk” gibi değişik terimlerle ifade edilebilir.
Kavramlar ikincil yönelimin bilgisidir bu yüzden daima bir başka şeye işaret ederler. Ancak kavramsız anlam da mümkün değildir. Kafanız mı karıştı? Durun daha da sadeleştirelim: Zihninizde “çocuk” ve “sevgi” kavramları olmasaydı “çocuk sevgisi”ni anlayabilir miydiniz? Hayır. Öyleyse, kavramsız anlam mümkün değildir; kavram (yani soyutlama) üretilmezse anlam da üretilemez.
Kavramlar evrenseldir. Bunun anlamı şudur: Örneğin zihninizde bir “üçgen” kavramı olduğunda, doğal olarak dış dünyadaki tüm üçgenler hakkında fikir sahibi olursunuz. Çünkü üçgenliğin doğasına ait bir bilgiye, yani üçgen kavramına sahipsiniz. Evrendeki tüm üçgenleri tek tek incelemeksizin de hepsinin üç kenarı olduğunu bu yüzden bilirsiniz. Bu kavram evrenselliği hangi dili konuşursa konuşsun, tüm insanlığın ortak işaretleridir.
Kavramların sahip olduğu diğer bir mantıksal özellik, kapsam ve içlemdir. Bir kavramın içlemi en basit anlatımla onun tanımıdır. Örneğin insanın içlemi, iki ayak üzerinde dik yürüyebilen ve düşünebilen bir hayvan olmasıdır. Yani insanın tanımı budur.
İnsanın kapsamı ise Ahmet, Mehmet, Yusuf vb… diğer tüm insanları kendi içerisine dahil etmesidir. Yani tek tek tüm insanlar, “insan” kavramının çatısı altındadır. Bu da insanın kapsamıdır. Bu yüzden içlem niteliksel, kapsam ise nicelikseldir. Dahası, kapsamı belirleyen içlemdir, yani “tanım” olmadan “sayı” olamaz. Zira bir şeyi tanımlamadan, sayısını belirleyemezsin. Örneğin, insanın “ne” olduğu bilinmeden, kimlerin insan olduğunu bilebilir miydik?
Öyleyse şunu diyebiliriz: içlem (yani nitelikler) genişledikçe/arttıkça kapsam azalır/daralır ve içlem daraldıkça kapsam genişler. Yani, içlem ve kapsam arasında ters bir orantı vardır. Biri azaldıkça diğeri artar ya da tam tersi. Örneğin, insanın tanımına (yani içlemine) yeni özellikler ekledikçe kapsadığı alanı daraltırız. Yani “insan” olmanın şartları arttıkça, insan olmaya hak kazananların sayısı azalır. Ancak şartları azaltırsak, insan olmaya hak kazananların sayısı artacaktır. Söz gelimi, “sadece yürüyenler insandır” tanımı ile “sadece iki ayak üzerinde dik yürüyenler insandır” tanımı arasında nasıl bir fark vardır? Hangisinin kapsamı daha geniştir? Bunu siz cevaplayın.
Kavramlar ayrıca “topluca” ve “bireysel” anlamları kastedilerek kullanılabilirler. Bu ayrımı bilmek önemlidir, aksi takdirde mantık hatasına düşebiliriz. Örneğin, “şu elmalar 100 kilo” dediğimizde, tek tek her elmanın yüzer kilo olduğunu değil, topluca kilolarını kastederiz. Ancak, “şu elmalar ağaçtan toplandı” dediğimizde, her bir elmanın tek tek ağaçtan topladığını, yani “bireysel” anlamlarını kastederiz.
Kavram, terim ve şey arasında onları anlamlandırma ve bilme açısından bir sıralama vardır. Şimdi bunu biraz daha da açalım.
Bilme açısından önce şey (ör. köpek), sonra onun zihnimizdeki kavramı (ör. Köpek düşüncesi), en son ise bu kavramı yazılı/sözlü ifade eden terim (ör. Köpek kelimesi) gelir. Bu, insan zihnin, bilgi edinme sürecinde, hangi sıralamayı takip ettiğini gösterir. Önce şeyleri biliriz, sonra kavramları, en son da terimleri.
Anlamlandırmada ise sıra tersine döner: terimler kavramları, kavramlar da şeyleri ifade eder. Yani, bir köpeğe anlam vermek için, zihin ilk olarak köpek kavramına, sonra onun dildeki ifadesi olan köpek terimine, en son ise dış dünyadaki gerçek bir köpeğe yönelir. Bunun için aşağıdaki tabloya bakalım:

1. Üstteki oklar bilme sırasını gösteriyor: şeylerden kavramlara ve sonra terimlere.
2. Alttaki oklar anlamlandırma sırasını gösteriyor: terimlerden kavramlara ve sonra şeylere.
Bir sonraki dersimizde görüşmek dileğiyle…