Söz&Kalem - Selman Akman
Gelmiş geçmiş her bir toplum, geçmişten geleceğe uzanarak gelen bir mirasın sahibidir. Bu mirasın taşıyıcıları ise her toplumun içinde yetişen nesillerdir. Bu nesillerin taşıdığı miras, sadece taştan yapılar, duvarlara kazınmış yazılar, eski parşömenler veya kulaktan kulağa aktarılan hikayeler değildir. Bu nesiller, kendilerinden sonra gelecek nesillere aktaracakları hikmetin, mananın, erdemin, ahlakın, inancın ve ruhun izlerini de miras olarak taşımaktadırlar. İşte bütün bunların toplamı nesiller arasındaki bağları oluşturan bir toplumun kültürel mirasıdır. Bu anlamda kültürel miras, bir milletin kimliğinin en derin tabakası olan hafızasıdır. Nesillerin, kültürel mirastan bağını koparması, hafızasını kaybetmesi demektir. Geçmiş ve gelecek nesillerle bağı kopan bir nesil, kültürel mirastan ve milli hafızadan yoksun kalır.
İbn Haldun, “geçmiş, geleceğin aynasıdır” diyerek toplumun geçmişi yani kültürel mirası ile bağ kuramayan bir neslin yolunu şaşıracağını belirtmiştir. Bir toplum, bir nesil yönünü kaybetmek istemiyorsa, geçmişin aynasında kendini görerek yani kültürel mirası ile bağ kurarak geleceğini inşa etmelidir. Batılı filozof Edmund Burke ise, kültürel mirası “geçmişin, şimdinin ve geleceğin ortak sözleşmesi” olarak ifade etmektedir. Kültürel miras, toplumun bütün bileşenlerinin dahil olduğu ve mutabakat sağladığı bir ortak antlaşmadır. Bu ortak sözleşmenin bozulması ve etkisini yitirmesi durumunda kültürel miras ile nesiller arasındaki bağların kopacağı ve kesintiye uğrayacağı aşikardır.
İslam Düşüncesinden Konuya Bakış
Kültürel miras, İslam medeniyetinde bir “emanet” olarak kabul edilmiştir. İslam medeniyetinde emanet olarak kültürel miras, saklanıp kimseye gösterilmeyen değil, yaşanılarak ve aktarılarak nesillerin geçmişle bağ kurabileceği bir değer olarak görülmüştür. İman, vicdan ve ahlak gibi temel değerler güvence altına alınıp nesilden nesile aktarıldığı gibi; kültürel mirasta, bir emanet olarak koruma altına alınıp her dönemde nesilden nesile aktarılmıştır. Bu bağlamda, İslam’daki tebliğ faaliyetleri sadece inanç noktasında değil, aynı zamanda kültürel mirasın aktarılıp nesillerin bağ kurmasını sağlamak için de yapılır. Yine aynı şekilde İslam’daki “salih amel” kavramı sadece ibadetlerle ilgili değil, toplumun geçmişini aktararak kültürel mirasın nesiller arasındaki bağını geliştirecek her türlü davranışı da kapsamaktadır. İslam medeniyeti, nesillerin kültürel mirasla olan bağı nispetinde yaygınlaşır ve sağlamlaşır. Bu sadece İslam medeniyeti için değil her toplum ve medeniyet için de geçerlidir.
İslam düşüncesinde, kültürel mirasın nesiller arsındaki bağını en güzel açıklayan örneklerden biri İmam Gazali’dir. İmam Gazali, kültürel mirası ilim ve hikmet nazarında bir “zincir” olarak nitelendirir. Bu nitelendirmeye göre, geçmişin her bir alimi ve günümüzün her bir talebesi bu zincirin birer halkasıdır ve aralarında onları birbirine bağlayan bir bağ vardır. Bunun gibi geçmişin insanları, olayları ve yapıları her biri bu zincirin birer halkasıdır ve onlardan sonra gelen her nesil de birer halkadır. Zincirin halkaları birbirine bağlı oldukça sağlam, güçlü ve kopmaz olurlar. Yani kültürel miras ve nesiller, bir zincirin halkaları gibi aralarındaki bağı korudukça anlamlı olurlar. Eğer zincirin halkaları koparsa, zincir artık zincir olmaktan çıkar. Tıpkı bunun gibi kültürel miras ile nesiller arasındaki bağ da koparsa, ilim ve hikmet, toplum ve nesil zamanın içinde kaybolup manasızlaşır.
Farabi’ye göre kültürel miras, nesiller arasında erdemlerin, inançların ve ilmin aktarılmasını sağlayarak toplumun gelişimini ve sürekliliğini sağlayarak ilerleme noktasında olumlu bir bağ kurar. Mevlâna ise, kültürel mirası ruhun bir besini olarak nitelendirir. Nesillerin, kültürel mirasla bağ kurdukça ruhlarının da birbirine bağlandığı ve birbirinden beslendiğini ifade etmek yerinde olacaktır. Mevlana’nın “Sen düşünceden ibaretsin, gerisi et ve kemik” sözü, yine aynı şekilde ruhun ve düşüncenin manevi boyutuyla nesillerin kültürel mirasla olan bağına işaret etmektedir.
Batı Düşüncesinden Konuya Bakış
Batılı düşünür Edward Shils, kültürel mirası toplumsal düzenin sürekliliğini ve ilerleyişini sağlayan temel etken olarak kabul eder. Yani nesiller arasında bir bağ kuran, bu bağın sürekli olmasını ve onların topluma bağlanıp ilerlemesini sağlayan temel unsur kültürel mirastır. Alman filozof Hans-Georg Gadamer ise, kültürel mirasın yorumlanarak aktarılmasının faydalı olacağını savunur. Yani nesiller, kültürel mirasın anlamına yeni yorumlar getirdikçe birbiriyle daha iyi bir bağ kurabilir. Her an değişen toplum içinde kültürel mirasın sabit kalması zordur. İşte bu yüzden her neslin, kendi zamanının düşüncelerine göre kültürel mirası yorumlaması, nesiller arasındaki bağın canlı kalmasına olanak sağlar. Martin Heidegger ise, konuya farklı bir açıdan yaklaşmış ve “varlık unutulmuştur” diyerek nesillerin köklerinden yani kültürel mirasından kopuşuna dikkat çekmiştir.
Kültürel miras üzerine düşünsel yolcuğa çıkmak yani tefekkür etmek ve sonrasında düşüncenin içerisinde hatırlamanın limanına demir atmak yani tezekkür etmek, nesiller arasında tekrardan bağ kurulmasını sağlar. Tefekkür ve tezekkür, bu bağlamda bireysel bir ibadetten öte, toplumsal hafızayla bir bağ kurma eylemidir. Kültürel mirasın nesiller arasındaki bağını korumanın ve geliştirmenin diğer yolları; eğitim, sanat, edebiyat ve gezi gibi hususlardır.
Sonuç olarak kültürel miras, sadece geçmişin tarihe karışan eski yapıları değildir. Kültürel miras, geçmiş nesillerle bağ kurarak şimdiyi ihya etmenin anahtarı ve geleceği inşa etmenin yol haritasıdır. Geçmişin sesini dinlemek ve şimdinin aklıyla düşünüp eyleme geçmek, geleceğin köklerine bağlı kalarak büyümesini sağlar. Nesillerin kültürel miras ile olan bağları, geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki bağın yansımasını oluşturur. Unutulmamalıdır ki, bir toplum ve bir nesil, kültürel mirasıyla bağ kurduğu, onu koruduğu ve onu aktardığı ölçüde diğer nesillerle bağ kurabilir ve varlığını devam ettirebilir.
Vesselam…