İstikrarsız Ortadoğu’nun Sembol Ülkesi: LÜBNAN
Günümüzde Müslümanların çoğunlukta yaşadığı ve İslam coğrafyası olarak da nitelendirilen Ortadoğu, bir asra yakın bir süreden beri savaş, terör ve diktatörlük gibi kavramlarla anılmaktadır. Osmanlı’nın dağılışından sonra birçok devletin kurulduğu Ortadoğu’da Batılı sömürgeci devletler her bir ülkenin kendi iç dinamikleri temelinde siyasal ve toplumsal dengeler oluşturmuştur. Ortadoğu ülkelerinde Batılılar tarafından dizayn edilen dengeler bu topraklarda kalıcılaşan istikrarsızlık ve kaosun fitilini ateşlemiştir. Bunun en bariz örneklerinden birisi de kuşkusuz Lübnan Cumhuriyetidir. Bu yazımızda Ortadoğu’nun kadim coğrafyası olan Lübnan’ı günümüz Ortadoğu’sunun içinde bulunduğu durum çerçevesinde değerlendirmeye çalışacağız.
Asur, Babil, Pers vb. birçok medeniyetin ev sahipliği yaptığı Lübnan Hz. İsa’nın dünyaya teşrifinden yaklaşık 70 yıl önce Roma İmparatorluğu hâkimiyetine girmiş, Miladi 636 yılında Yermuk Savaşıyla birlikte Şam ve Filistin ile birlikte İslam topraklarına dâhil olmuştur. Lübnan Emevi iktidarının ardından Abbasiler dönemindeki idari mekanizmanın zayıflamasıyla Tolunoğulları ve sonrasında Fatımiler’in topraklarına dâhil olmuştur. Fatımilerin uyguladığı politikalar Lübnan bölgesinde Şii nüfusu arttırmıştır. Ayrıca Fatımiler döneminde Dürzilik akımı da ortaya çıkmıştır.[1]
Yaşanan gelişmeler Lübnan’da demografik dağılımın çeşitlenmesinin ilk adımı olmuştur. Haçlıların Lübnan’ı ele geçirmesi ise bölgede Hıristiyan nüfusun da yayılmasına zemin hazırlamış, Lübnan demografisi mezhep farklılığının yanında din farklılığını da içinde barındırmaya başlamıştır. Haçlılardan sonra tekrar İslam beldesi olan Lübnan’da Müslüman nüfus tekrar artmaya başlamıştır. Lübnan 1516’da Osmanlı topraklarına dâhil olmuş, Osmanlı’nın zayıflama dönemine kadarki süreçte genel yapı korunmuştur. Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla birlikte Batı lehine oluşan konjonktürle Marunî Hıristiyanlar Lübnan’da gücü tekeline almaya başlamıştır.
Lübnan’daki dinsel ve mezhepsel farklılıklar, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa idaresinin 1941’de son bulmasını ve bağımsızlığın ilan edilmesini sağlamıştır. Bu gelişme Lübnan’ın geleceği açısından olumlu bir sonuç olsa da bağımsızlık sonrası süreç, çok renkli toplumu meydana getiren unsurların iktidar mücadelesiyle beraber Fransızlardan kalma idari sistemdeki anlaşmazlık ve aksaklıklar ülkeyi iç savaşa sürüklemiştir. Bir ülkede iç savaşın çıkması başta komşu devletler olmak üzere birçok ülkenin iştahını kabartır, dış müdahaleye zemin hazırlar. Lübnan’daki iç savaşı fırsat bilen İsrail Lübnan’ın bir kısmını işgal etmeye başlamış, sınırlarını Lübnan tarafına doğru kısmi olarak genişletmiştir.
İki yüz binin üzerinde insanın hayatını kaybetmesinin yanında kırılgan toplum yapısının daha da derinleşmesiyle sonuçlanan Lübnan iç savaşı, ülke nüfusunun iki başat aktörü olan Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında 1989’da imzalanan Taif Anlaşmasıyla sona ermiştir. Anlaşma gereği yeniden düzenlenen anayasada devlet yönetiminde çeşitli gruplara kısmi
düzeylerde yetkiler tanınsa da Suriye başta olmak üzere bölge ülkelerinin etkisiyle yaşanan kargaşalarda 2005 yılında dönemin Başbakanı Refik Hariri suikast sonucu öldürülmüş, Taif’ten umulan toplumsal mutabakat sağlanamamıştır. Günümüzde ise Lübnan’da siyasi süreç değindiğimiz genel hatlar üzerinde devam etmektedir.
Yukarıda da değindiğimiz üzere Lübnan toplum yapısının çeşitlilik arz etmesi nedeniyle, üniter devlet modeline rağmen halkın yönetimle olan bağı zayıftır. Farklı dini ve mezhepsel gruplara bağlı olan güçlü ailelerin Lübnan ekonomisi ve devlet yönetiminde etkili olması bu durumun en önemli nedenlerindendir. Ayrıca nerdeyse her yapının kendine ait silahlı bir gücü bulunmakta, bu da Lübnan ordusunun zayıf bırakılmasını sağlamaktadır. Lübnan’da çok renklilik fazla olduğundan, orduyu ele geçiren gücün darbeyle yönetime gelmesi endişesi bu sonucu doğuran en önemli nedendir.[2]
Bankacılık ve Turizm sektörüne dayanan Lübnan ekonomisi de toplumun hassas dengeleri çerçevesinde inşa edilmiştir. Bankalar üzerinde ailelerin tahakkümü söz konusuyken, turizm sektörü ise devlet tekelindedir. Körfez ülkeleri genellikle paralarını Lübnan bankalarına yatırdıkları için ekonominin can simidi bankalardır. Bununla birlikte Lübnan coğrafi konumu nedeniyle bölgede en fazla turist ağırlayan ülke konumundadır. Bu iki sektör ülke ekonomisine ciddi oranlarda katkı sağlasa da istikrardan söz edilemez. Güçlü ailelerin milli gelirden fazlasıyla pay elde etmesinin yanında bölge ülkelerinin para yatırımlarında Lübnan’ı tercih etmemesiyle ülke ekonomisi son yıllarda inişe doğru bir grafik sergilemiştir. Aralık 2019’dan beri tüm dünyayı sarsan Covid-19 salgınının küresel ölçekte turizmi durma noktasına getirmesiyle Lübnan’da ekonomik kriz tavan yapmıştır.
Lübnan’daki ekonomik ve toplumsal krizin birçok nedeni olsa da en önemlisi; ülke halklarının ortak zeminde buluşma iradesinin zayıflığı, toplum yararı yerine grup, aile, hizip vs. çıkarlarının ön planda tutulmasıdır. Bu durum ne yazık ki ülkedeki Müslümanlar için de geçerlidir. İslam dinindeki en önemli toplumsal ilkelerden birisi birey, grup, parti gibi minimal çıkarlar yerine toplum yararının gözetilmesidir. Lübnan toplumsal yapısı ise bu konumdan çok uzak bir yerde durmaktadır. Lübnan’ın olması gereken toplumsal yapıya kavuşması kısa vadede pek mümkün görünmemektedir.
Lübnan’ın siyasal, toplumsal ve iktisadi durumu Ortadoğu’nun genel portresini yansıtmaktadır. Dolayısıyla Lübnan, istikrarsız Ortadoğu’nun sembol ülkesi diyebileceğimiz bir durumdadır. Bağımsız bir Ortadoğu ve İslam dünyasının söz konusu olabilmesi; bölge ülkelerinin ilk aşamada dışarıdan bağımsız olacak şekilde kendi içinde toplumsal mutabakat zeminine dayanan siyasal ve ekonomik bir sistem kurması, sonraki aşamada bu sistemi bölgesel zemine taşıyıp küresel bir güç olma yolunda mesafe kat etme gayretiyle mümkündür.
Naçizane sunduğumuz çözüm önerisi ilk bakışta ütopik gelebilir ama günümüz dünyasında gücünü kanıtlamış her oluşum, bahse konu yaptığımız çözüm önerisini hayata geçirme yolunda ilk adımı atarak bu günlere gelmişlerdir. Dolaysıyla önemli olan bu uğurda bir irade ortaya koymaktır. Dünya sahnesinde belirleyici güç olma yolunda sarf edilen çabaların elbette bedelleri olacaktır. Bugün dünyaya yön veren güçler, yaşadıkları ağır yıkımlar üzerine bir medeniyet ve düzen inşa etmişlerdir. Ortadoğu ise belirleyici güç olma arifesindeki yıkımları ziyadesiyle yaşamış bir coğrafyadır. Dileğimiz Ortadoğu denen İslam dünyasının silkinip ayağa kalkması ve dünya sahnesinde boy gösterme yolunda irade ortaya koymasıdır.
Allah’a emanet olun.
Söz&Kalem - Yusuf Bingöl
[1] Kaya, İlker, Lübnan’da İslami Hareketler, SDAM, İstanbul, 2019
[2] Sever, Ayşegül, Oydaşmacı Kurumsallaşan Rejim: Lübnan Cumhuriyeti, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2011