Söz&Kalem Dergisi - Abdurrahman Cahit
Yazar Hakkında:
Jean Baudrillard, 1929-2007 yılları arasında Fransa’da yaşamıştır. Sosyoloji çalışmalarında özel bir yere sahiptir. Simülasyon kuramı onun esas ün kazandığı düşünce sistemidir. Simulasyon kuramının ana teması ise gerçeklik ile imge arasında bir farkın kalmadığı düşüncesidir. Baudrillard’a göre artık gerçek hayat ile bize gösterilen imgeler dünyası arasında eleştirel düşüncemizi kullanarak bir ayrım yapma kabiliyetimiz kalmamıştır. Günümüz teknolojisi, yaşama hâkim olan kapitalist ve hayatın bütünlüğünü parçalayıcı etkiler, simülasyonlarla örülmüş bir dünyada yaşadığımız gerçeğini önümüze sermektedir.
Eserlerinde kapitalizme beşiklik eden Avrupa toplumunun yirminci yüzyılda yanlış bir toplum haline nasıl geldiğini tahlil eden Baudrillard’ın düşünceleri, toplumumuzun kapitalizmin peşinden nasıl sürüklendiğinin de bir (ön)tahlilini teşkil etmektedir. Tüketen bir insan ve toplumun, kendisini saat gibi nasıl kurduğunu, ötekini sömürmeye dönük iştahını nasıl kabarttığını ve elini nereye atıyorsa bir çürümeyi de oraya sürüklediği tespiti, Baudrillard tarafından gayet güzel yapılmıştır. Baudrillard’a göre tüketim toplumu harcamayı bir günlük yaşam felsefesi haline getirmiştir. Bu toplum hayatın normalliğine israfı, egosunu tatmin etmeyi, daha fazla arzulamayı ve ihtiyaç kavramını saf dışı bırakarak her şeyi istemeyi kendi dünyasına yerleştirmiştir. Bu toplum düzenine ayak uyduran insan ise yaşam anlayışını oluştururken bencil, narsist bir temayla hareket ettiğinden ötürü hissettiği sadece kendisi olmuştur. Bütün bir modern düşünce de bu duyguları beslemek üzere hareket eden çarklardan oluşmaktadır.
Tüketim toplumunun bireyi olarak insan, 21. yüzyıldan itibaren hayatın merkezine kendilik sevgisini yerleştirmiştir. Taptığı kendi bedenidir. Yüceltilmesi gereken onun egosudur. Böyle bir durumda iş, aile, varlık düşüncesi ve hayatın sorgulanması bencilliğin gölgesi altında değerlendirilir. Düşünceden soyutlanamayan ölüm ise, bir korku ve yok oluş olarak her zaman ızdırap vericidir ve ne zaman hatırlansa ertelenmeye demlenilir. Ölüm, kendilik sevgisinin sonu olarak görüldüğünden düşünceden uzaklaştırılır ama hatırlandığında da egoyu doyurmaya daha fazla arzulandığı bir tür güdüleyici etki vazifesi yapar (ölüm acı verici- madem ölüm var o zaman hayatta limit olmaz döngüsü).
Ölümle kurulan ilişki, aslında insanı hayatta dengeli bir yol izlemeye sevk etmeliyken tüketiciliği esas alan insan için bu kavram anlamlandırılması tamamlanmayan bir gölge gibidir. Harcamak ve an için zevk neye yönlendiriyorsa sınırsızca oraya yönelmektir amaç. Hak, hukuk, hoşgörü gibi kavramlar varsa da köpüktür. Bunlar belli bir grubun göstermelik tavırlarıdır. Tüketim toplumunda hoşgörü sadece menfaatin sınırlarıyla belirlenir. Çıkar ilişkilerinin çarpıştığı noktada saygı göstermek ve başkasını da kendi gibi bir insan olarak görmek, çöp kutusuna atılan bir duygu olmuştur artık.
Baudrillard’ın eserinin başında alıntıladığı ve Dostoyevski’ye ait olan söz ne kadar anlamlı! Dostoyevski kalbi küçük olan bir insana arzuladığı her şeyin verilmesini istemiştir. Sonunda o kişide ortaya çıkan şey bir tür ‘köpük şahsiyet’ durumudur. Tıpkı kabarcıkların denizin üzerindeki köpük gibi anlamsız ve gerçekliğin kötü birer kopyası olması gibidir bu. Gündelik hayatta yaşantımız, düşüncelerimiz, hesaplarımız, arzularımız bizim aslında nerde konumlandığımızı gösterir. Köpüğün olduğu yer bencilliğin, ihtiyacın ötesinde fetiş haline gelen tüketimin, sadece egoya endekslenen bir duygu dünyasının konumudur. Gerçeklik ise insanın kendi hakikatini, benliğini kavramaya çalıştığı ve buradan yola çıkarak yaratıcı-sorumluluk-denge gibi şahsiyetini doğru inşa edecek kavramların tefekkürüne başladığı yerdir.
Gündelik yaşamımızı sorguladığımızda kâinata verdiğimiz tahribatı müşahede ederiz. Baudrillard’ın düşüncemizi çekmeye çalıştığı nokta burasıdır. Her gün kendisini yenileyen ve alıştıra alıştıra artık hayatta kendisine ciddi yer tutmuş bir tüketim alışkanlığı insanın kapitalizmin çarklarında eridiğini haber vermektedir. Kredi kartında kendini gösteren harcamanın limitsizliği, ödemenin kolay gibi görünüp sonrasında insanı psiko-sosyolojik bir depresyona sürükleyen ne varsa bu tüketim toplumunun bir vazgeçilmezi olmuştur artık.
Pop kültürü ve toplumlara gönderdiği mesaj, tüketim toplumunun bariz sıfatını taşımaktadır. Farklı görüneni sırf öyle olsun diye yapmak, daha ilginç olana yönelme ve değerleri zevklere kurban etme yolunda vitesi hiç düşürmeyen pop kültürü, insana tatmin etmesi imkânsız bir uğraşın örnekliğini oluşturur. Pop, tüketimin bir işaretidir. Müzikte, sinemada, kültürün bütün unsurlarında metalaştırılan ve kapitalist boyayla sunulan şeylerin tamamına verilen bir isim olmuştur artık.
Teknik terimler ve alana ait anlaşılması zor jargonlar eserin bize olan mesajını gölgelememeli. Çünkü Baudrillard’ın 50 yıl önce bize sunduğu düşünceleri bugün gündelik yaşantımızda bir bir gerçekleşiyor. Tüketim toplumuna dönüşerek kendimizi, değerlerimizi, bir bütün olarak karakterimizi ve düşüncelerimizi nasıl kirlettiğimizi, dönüşü imkânsız noktalara nasıl sürüklediğimizi müşahede ediyoruz.
İklim değişikliği, bitmeyen israf ve her şeyin pervasızca harcanması; zamanın, sağlığın, paranın ve emeğin tüketildiği noktada kâinatta insanca yaşadığımız noktaya geri dönmek ise bundan sonra çok zor. Artık çürümeyi engellemeyi değil, neyi ne kadar çürümeye bırakmanın hesabını yapan bir toplum olarak vakit kaybetmeden adım atmamız gereken nokta ise kendi benliğimizdir.
Baudrillard, kendi düşünce dünyasında tüketim toplumunun kökenini, tarifini ve geleceğini anlatırken çöküşten kurtulmanın reçetesini derli toplu anlatmaz. Evet, kredi kartlarıyla “şimdi al sonra öde“ furyasından, kredinin yapılandırılması ve harcamanın limitsizliği bizleri felakete sürüklemektedir. Ama ne yapılabilir, bireysel bir dirilişten toplumsal sorgulamaya nasıl yol alınabilir? Bunlar Baudrillard’ın eserinde açık değildir.
Önce tefekkürü ele almalı, Yaşamın amacını ve araç olarak neye ihtiyacı olduğunu kalb-i selim ile düşünmeli. İnsan bugün ne yediğini, neyi düşündüğünü, israfı nerede yaptığını dahası ihtiyacına göre mi yoksa egosu için mi tükettiğini görmeli. Buradan çıkış yolu elde edilebilir. Unutulmamalıdır ki dışarıda var olan felaketin önlenmesi en nihayetinde bizlerin kendi hayatımızı İslamileştirmemizle mümkün olabilir.
Baudrillard’ın “Tüketim Toplumu” eseri şirketlerin kar döngüsünün, olabilecek her şeyin meta haline getirilip harcanmasının değerlendirmesi adına istifade edilecek bir eserdir. Çözüm adına eserde mevcut olan boşluklar ise Müslümanca yaşamın çürüme toplumuna dönüşmeye karşı oluşturduğu esaslarında saklıdır. Sorumluluk bilinciyle yaşamak, ihtiyaç dışı harcamamak ve zenginleşmenin sadakayla dengelenmesi, yeryüzünde zorluk yaşayanlarla gönüllerin ve ekmeğin paylaşılması noktasında kapitalizme karşı onurlu bir duruşun adıdır İslam. İslamileşerek insanileşmek, kazandıkça şükrü ve sadakayı artırmak, israfa bulaşmadan ibadetle hayatı programlamak bizi tüketen bir toplum olmaktan kurtaracaktır.