Yusuf Serik | Söz&Kalem Dergisi
Allah’ın peygamberleri, Müslümanların dünyada nasıl bir hayat süreceklerini, kime inanacaklarını ve nasıl ibadet edeceklerini Allah’tan aldıkları vahiyle insanoğluna tebliğ etmişlerdir. Tarih boyunca Allah’ın, insanların uymasını istediği emir ve nehiyleri insanların bir kısmı kabul etmiş, geçici dünya hayatını ahirete tercih eden muhterisler ise kendi arzularına uyarak reddetmişlerdir.
Böylelikle yeryüzüne belirli bir gaye üzerine gönderilen insanoğlu, zaman içerisinde yaradılış gayesini unutmuş; Allah’ın emir ve nehiylerine kulak asmamış, kendisini yaratan Rabbine başkaldırmış, O’nun razı olmadığı hayat tarzlarını, inançları benimsemiş, böylelikle asıl yurt olan ahireti unutmuş, geçici olan dünyaya taparcasına bağlanmıştır.
İnkârcıların karşısında Allah’a ve peygamberlerine iman eden müminler ise Allah’ın kendilerine uygun gördüğü hayat tarzını benimsemiş; dünyaya geçici bir durak olarak bakmış, ahireti ise ebedî kalınacak olan dâr-ı beka olarak görmüşlerdir.
Hiç şüphesiz Rabbimiz, kendisine, ahirete, peygamberlere, kitaplara iman eden kullarını altlarından ırmaklar akan adn cennetleriyle mükâfatlandıracaktır. Bu Müslümanların akıbeti, vasıfları Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır: “İman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlara gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. Onların rableri katındaki ödülleri, altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları adn cennetleridir. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. İşte bu, rabbini sayıp O’ndan korkanlar içindir.” (Beyyine 7,8)
Müslümanlar olarak dert edinmemiz gereken asıl meselelerimizi maalesef unuttuk. Hâlbuki dert edinmemiz gereken en önemli mesele, İslâm üzere bir hayat, nihayetinde de ahirette nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birlikte bulunmak olmalıydı. Rabbimiz şöyle buyuruyor: Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır! (Nisa, 69)
Elbette insanların ahireti dert edinmemesinin, dünyevileşmesinin de birtakım sebepleri vardır. Dünyevileşmenin sebeplerini irdeleyecek olursak şu hususlara değinebiliriz: Geçici dünya hayatını ahirete tercih etmek; hayatı dünya hayatından ibaret sanmak; ibadetleri ihmal ederek manevi boşluğa düşmek; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak; malı, mülkü ilâh edinircesine sevmek vs.
İnsanoğlu o kadar dünyevileşir ki, Kur’an’da da geçtiği üzere hayatın yalnızca dünyadan ibaret olduğunu sanar, bununla da yetinmeyerek ahiretin varlığını da inkâr eder hâle gelir. Kâfirlerin bu durumu Kur’an’da şöyle anlatılır: Onlar, “Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir; biz bir daha diriltilecek değiliz” demişlerdi. (En’am, 29)
Kâfirler, dünya hayatını süslü göstererek Müslümanlara asıl varılacak yer olan ahireti unutturmak isterler. Bunu hiçbir kırmızıçizgi tanımadan her türlü ahlâksızlığı, kötülüğü yaparak Müslümanlara dünyayı sevdirmeye çalışırlar. Rabbimiz dünya hayatını ahirete tercih ederek insanları da doğru yoldan saptırmak isteyenler hakkında şöyle buyurur: “Onlar, dünya hayatını ahirete tercih eden, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir; işte onlar derin bir sapkınlık içindedirler.” (İbrahim, 3)
İçerisinde yaşadığımız şu dünya hayatını ahirete tercih etmek akıl kârı değildir. Çünkü bir tarafta bir gün içerisindekilerle beraber her şeyin yok olacağı dünya, bir tarafta da sonu olmayan bir ebedî hayat. Tabii burada dünyayı da tamamen ellerimizin tersiyle itmekten de bahsetmiyoruz. Çünkü Rabbimiz, Müslümanlardan madde ile mana, dünya ile ahiret arasında isabetli bir duruşu sahip olmasını istiyor. Müslümanlardan ruhbanlığı istemiyor, hatta reddediyor. Bu sebeple Müslümanın yaradılış gayesini unutmayarak dünyaya da önem vermesi gerekmektedir.
Örneğin Kur’an’da da geçen, aynı zamanda Allah Resûlü’nün (sav) en çok yaptığı dua, bir Müslümanın dünya ile ahirete ne derece önem vermesi gerektiğini çok güzel bir şekilde ifade eder. Katâde, Enes b. Mâlik’e, “Hz. Peygamber’in (sav) en çok ettiği dua hangisiydi?” diye sordu. Enes (ra) şöyle cevap verdi: Allah Resûlü en çok şöyle diyerek dua ederdi: “Allah’ım, bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!” (Müslim, Zikir, 26)
Resûlullah (sav), müminlerin asıl dertlerinin ahiret olması gerektiğini şöyle ifade ediyor: Enes b. Mâlik’in rivayet ettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kimin kaygısı ahiret olursa Allah onun zenginliğini kalbine yerleştirir, iki yakasını bir araya getirir ve dünya zelil bir şekilde ona gelir. Kimin kaygısı da dünya olursa Allah onun fakirliğini iki gözü arasına koyar ve onun iki yakasını bir araya getirmez; kendisine de ancak onun için takdir edilen dünyalık ne ise o gelir.” ( Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 30)
Rabbimiz de, Resûlullah’ın (sav) şahsında müminleri bu hususta şöyle uyarır: “Sakın kendilerini denemek için onlardan bazı grupları faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.” (Tâhâ, 131) Bir başka ayette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim ahiret kazancını isterse onun bu kazancını arttırırız; kim dünya kazancını tercih ederse ona da bundan veririz; ama onun ahirette hiçbir nasibi olmaz.” (Şûra, 20)
Müslümanın asıl yurdu ahirettir. Bu sebeple Müslüman dünyada bir yolcu gibi yaşamalı; bir gün öleceğini, nihayetinde ahirette âlemlerin Rabbi olan Allah’a hesap vereceğini unutmamalıdır. Sahâbi Abdullah b. Ömer (ra) şöyle der: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim iki omuzumu tuttu ve: “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol.” buyurdu. (Buhârî, Rikak 3)
Asıl yurdumuz olan ahirette, dâr-ı bekada Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle bir arada bulunma duasıyla...