Söz&Kalem Dergisi - Ayşe İnan
Allah’ın lütfuyla ömrümüzün en güzel günlerinden bir gündü. Filistin’de bir mescide girdik, orada bizi bekleyen bir mücahit bize davasını ve davasına ortak olanları anlatmaya başladı: “Yaptığım umrelerden birini Kanuni’ye, birini Abdülhamit’e, birini de Adnan Menderes’e yaptım.” İşte böyle söyledi Kudüs davası için defalarca tutuklanıp hapsedilen ve şehit olma duasıyla yaşayan Ebu Ömer. İşte dedim kendi kendime, işte bütün meselemiz buydu. Sahip olduğumuz dava ile bütünleşebilmekti. Onun için yaşamak ve bu gaye için yaşayanlara vefalı olmak.
Ümmet olarak hastalandık, Kudüs’ün işgali ise bu hastalığımızın en belirgin göstergesidir. Şifamız onun özgürlüğü ve ilacımız da bu uğurdaki çalışmalarımız olacaktır. Fakat bu çalışmalar için önce iyileşeceğimize inanmalıyız.
Ne yazık ki öncü şahsiyetlerin hayatından bahsedilirken “Biz onlar gibi değiliz, olamayız” diye düşünenler var. Onlara dinlediğimiz hayatların birer masal olmayıp bizi zafere götürecek miras mahiyetinde bir yol haritası olduğunu öğretebilmeliyiz. “Kudüs’ü ben mi kurtaracağım?” ya da “Sen mi kurtaracaksın, öyle kolay mı?” gibi sözler sarf edip ümitsizliğe kapılmış olan gençlerimiz var. Bu sözleri duyduğumuzda “Evet ben kurtaracağım” diyebilmeliyiz. Bizim çabalarımız ile aslında zaferin çok uzak olmadığına onları ikna ettiğimiz zaman fethin ilk adımlarını atmış olacağız. Zira unutmamalıyız ki bir çocuğu Kudüs’le tanıştırmak da fetihtir, Kudüs’ü yazan bir kalemi tutmak da. Biz yeter ki isteyelim ve inanalım. Cesaretle harmanlayacağımız akıl; bize neden ve nereden başlamamız gerektiğini gösterecek, aslolanın sonuç değil harekete geçmek olduğunu idrak edecektir. Biz sürece odaklanıp hayatımızı nasıl geçirdiğimize bakalım. Yüce Allah bizi ulaştığımız başarılara göre değil, niyetlerimiz ve gayretlerimize göre değerlendirecektir. O’nun için neler yapmak istediğimiz ve hangi yolda yürüdüğümüz önemlidir.
Kudüs, ümmetin hassas bir imtihanıdır. Onunla ilgili olan hiçbir şey basit veya sıradan olamaz. Onun için ekilecek bir çiçek de ondan alınan bir taş parçası da büyük bir meseledir. Biz belki farkında değiliz ama Allah’ın rızasını gözeterek attığımız tüm adımlarda bereket vardır. Bazen arkamıza dönüp baktığımızda bazı hedeflere çoktan ulaşmış olup yeni hayallerin yolcusu olduğumuzu görürüz. Biz İslam’ı dava bilip dert edindikçe Allah da bizi fethe vesile, İslam’a hizmetkâr kılacaktır.
Hayatta her işin bir usulü vardır. Elbette Kudüs yolunda atılacak adımların da bir usulü olacaktır. Biz bunu, bizim için bir yol haritası olan öncülerin hayatından öğreniriz. Kudüs Fatih’i Selahaddin Eyyübi’nin hayatına baktığımızda Kudüs’ün onun hayatının merkezinde değil, bizzat hayatı olduğunu görüyoruz. “Haramlardan kaçındı, zevkleri terk etti. Yüce Allah’ın kendisini eğlence ve boş işle uyuşmayacak büyük bir iş için yarattığını düşündü”. Kudüs’ün hayalleriyle büyümüş, zamanından kaybetmemek için günlerce aç kalmış, uyuyamamış, gülmeyi kendine haram kılmış.
Şeyh Ahmed Yasin, elleri ve ayakları hiç hareket edemeyecek şekilde felçliydi. Abdest almak ona farz olmadığı halde hiçbir namazını abdestsiz geçirmemiş, ilme büyük bir önem vermiştir. Kudüs’ü devlet meselesi zannedenlere karşı İslami Direniş Hareketi’ni başlatmış, cihat ruhuyla yetişen bilinçli bir neslin öncüsü olmuştur. Kalem tutamamak onun sesini kısmadı. Nice mücahit, onun gür sesiyle ayağa kalktı. Fakat her şeye rağmen konuşmaktan ve harekete geçmekten aciz olan bir ümmete şahit olmuş, onların utanmayışından utanmış ve ümmetin sessizliğinden şikâyetçi olmuş.
Filistin’e gittiğimizde Filistin halkının Kudüs’ün özgürlüğü için Türkiye’den büyük bir beklenti içinde olduğunu gördük. Bize gösterdikleri sevgi ve saygı bunun en büyük göstergesiydi. Kendi halkımıza baktığımızda ise Filistinlilerin kendi vatanları için biraz tembel olduklarını, ciddi bir çabalarının olmadığını söyleyenlere şahit oluyoruz. Burada unuttuğumuz bir şey var. Kudüs ne vatansever bir Arap’ın zaferiyle gelir ne de damarlarında akan kana güvenenlerin zaferiyle. Kudüs bir vatan davası değil; Kudüs bir saygınlık, üstünlük davası değil. Kudüs bir iman meselesidir, Kudüs başlı başına bir şereftir, namustur. İmandan yoksun olan hiçbir fert Kudüs davasının bir yolcusu olamaz. Ne Filistinli olmayanlar Kudüs’ü Filistinlilerin çabasına terk edebilir ne de Filistinliler özgürlüğü dışardan bekleyebilir.
Hasan En- Nedvi’nin dediği gibi “Şekilde değil, hakikatte Müslümanlar olalım.” Birbirimize olan kızgınlığımızdan ve beklentilerimizden vazgeçelim. Allah’ın ipine sıkı sıkı sarılalım, içerden ve dışardan çalışmalar yapıp Allah’ın yardımını hak edelim. Bir kurtarıcının gelmesini beklemeyelim artık ve bekletmeyelim de. Söylenecek söz varsa biz söyleyelim, yürünecek yol varsa en önde biz gidelim.
Seven sevdiğine benzermiş ya hani bizde Kudüs’e benzesek ya, Kudüs olabilsek. Selahaddin Eyyubi gibi Şeyh Ahmet Yasin gibi Ebu Ömer gibi. Bir Fatih bir şehit bir mücahit olsak. Kızmamız, konuşmamız, yaşamımız İslam için olsa. Bu yolda tek başına kalsak dahi durmadan çalışsak, esir edilsek dahi dimdik dursak, taviz vermesek inancımızdan. Hep sadık kalsak davamıza, yara alsak da kanımızı döksek de vazgeçmesek İslam’a çağırmaktan.
Mescidi Aksa’nın avlusunda dolaşırken birçok şeye şahit olduk, çok şey hissettik. İsrail askerlerinin pişkin davranışları karşısında sessiz kalmak zorundaydık. Nihayetinde bir asker fotoğrafımızı çekmeye kalkışınca o anın verdiği bir duygu ile zafer işareti yaptık ve böylece bize olan öfkelerini gizleyemediler. Bana gösterilen tepkilere rağmen bu hareketimden henüz pişman olmadım, bir gün olacağımı da düşünmüyorum. Biz birçok annenin, evlatlarının şehadet haberi karşısında elhamdülillah deyip şükrettiğini gördük. Bütün şehitlerin Allah’a kavuşma arzusu ile yaşadıklarını, bunu en büyük zafer olarak gördüklerini öğrendik. Ne canlarımızın ne başka hiçbir şeyin önemi yoktu İslam’ın izzeti karşısında.
Mesele Kudüs’le bütünleşebilmekti işte, onu ruhunda hissedip Kudüs olabilmekti. Bir anne yavrusunun şehadet haberini muştu olarak görüyorsa hiçbir şeyden korkmamalıyız, bir zafer işareti dahi Yahudi askerini rahatsız ediyorsa durmamalıyız. Ciddiyet, samimiyet ve cesaret bizim için Kudüs’ün anahtarı olacaktır. Unutmayalım ki Kudüs bizim olmaz biz Kudüs olmadıkça.