Söz&Kalem Dergisi - Amine Çimen
İnsanoğlu, fıtratı itibarıyla öğrenme, keşfetme ve kendini geliştirme potansiyeline sahip bir varlıktır. Bu potansiyel, insanın yalnızca maddi dünya ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda manevi bir boyut taşıdığını da gösterir. İnsan, akıl ve irade gibi eşsiz niteliklerle donatılmıştır. Bu özellikler, onu hem bireysel hem de toplumsal açıdan anlamlı bir varlık haline getirir. Ancak bu potansiyelin anlam kazanması, insanın hayatına bir gaye belirlemesi, ufkunu genişletmesi ve bu doğrultuda kararlılıkla hareket etmesiyle mümkündür.
Ufuk, yalnızca fiziksel bir sınır çizgisi değil, insanın zihinsel ve manevi dünyasında kendini aşma çabasıdır. İnsan, ufkunu genişletirken yeni bilgiler ve tecrübeler edinir, sınırlarını ve sorumluluklarını daha iyi tanır. Bu süreçte en önemli rehber, İslam’ın sunduğu değerler ve hayat prensipleridir. Çünkü İslam, insanın yaratılış gayesine uygun bir yaşam sürmesi için ona yol gösterir ve sınırlarını belirler. Ufuk çizgisi, insanın sadece daha ileriye gitme arzusunu değil, nerede durması gerektiğini de hatırlatan bir işarettir.
Maddi ve manevi hayat arasında denge kurmak, insanın yaratılış gayesini idrak etmesiyle mümkündür. Bu noktada, İslam’ın öğrettiği en temel değerlerden biri olan takva, hem bireyin iç dünyasında bir rehber hem de dış dünyada bir denge unsuru olarak karşımıza çıkar. Takva, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle yaşamak ve hayatı bu bilinçle şekillendirmektir. Bu anlayış, insanın ufkunu genişletirken sınırlarını korumasını ve daha yüce bir gayeye ulaşmasını sağlar.
Bu bağlamda Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
"Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır." (Hucurât, 49/13)
Bu ayet, insanın varoluş yolculuğunda belirlemesi gereken en yüksek hedefi işaret eder: Takva. Takva, insanın hem iç dünyasında hem de dış dünyasında Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmesini ve bu bilinçle sınırlarını tanımasını ifade eder.
İnsanın ufuk çizgisi, maddi ve manevi anlamda kendini aşma çabasıyla genişler. Ancak bu çizginin nihai noktası, Allah’a yakınlık ve rızasına ulaşma gayesidir. Ayet, insana değer ölçüsünün dünyevi makam, zenginlik, güzellik veya güç değil; Allah’a karşı duyulan derin saygı ve ihlas olduğunu hatırlatır.
İslam tarihine baktığımızda, bu yüce ideale ulaşma yolunda bizlere rehberlik eden sahabeler, takva ve sorumluluk bilincinin en güzel örneklerini sergilemiştir.
Hz. Ebu Bekir, İslam’ı ilk kabul edenlerden ve Resûlullah’ın en yakın dostlarından biri olarak, takva sahibi bir müminin örneğidir. Hilafeti döneminde adaletle yönetmiş ve İslam’ın hükümlerini korumak için büyük çaba sarf etmiştir. Hem malını hem de canını İslam yolunda harcayarak sorumluluk bilincini en yüksek seviyede göstermiştir.
Mus’ab bin Umeyr, Medine’ye İslam’ı öğretmekle görevlendirilmiş ve bu görevde büyük başarı göstermiştir. Maddi zenginliğini terk ederek Allah’a yakınlık yolunda takva sahibi bir mümin olmuştur. Onun hikâyesi, ufkunu genişleten ve yaratılış gayesine uygun yaşayan bir şahsiyetin örneğidir.
Hz. Ömer, ufkunu genişleten ve İslam’ın çizdiği sınırları titizlikle gözeten bir liderdir. Halifeliği boyunca adalet ilkesine tavizsiz bağlı kalmış ve toplumun huzurunu sağlamıştır. Onun şu sözleri bu bilinç ve kararlılığı ortaya koyar:
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu,
Gelir de adl-i ilâhi Ömer’den sorar onu!”
Bu yaklaşım, Hz. Ömer’in sorumluluk bilincine verdiği önemi ve bu bilincin Allah katındaki değeri anlamamıza yardımcı olur.
İnsanın hem dünya hem de ahiret huzuruna kavuşması, takva bilinciyle Allah’ın belirlediği sınırları tanıması ve bu sınırlar içinde yaşamını anlamlandırmasıyla mümkündür. Ufuk çizgisi, insanı yalnızca yol gösteren bir rehber değil, aynı zamanda sorumluluklarını ve sınırlarını hatırlatan bir işarettir. Allah’ın rızasına ulaşmak için ufkunu genişleten bir insan, sadece bireysel olarak değil, toplumsal boyutta da örnek bir hayat sürer.
Sahabelerin hayatları bu idealin en güzel örnekleridir. Hz. Ebu Bekir’in sadakat ve adaleti,
Mus’ab bin Umeyr’in fedakârlığı ve tebliğdeki kararlılığı, Hz. Ömer’in adalet anlayışı ve sorumluluk bilinci, takvanın insana nasıl rehberlik ettiğini gösterir. Onlar, Allah’a olan teslimiyetleriyle dünya hayatını ahiret yurduna hazırlık olarak değerlendirmiş ve bu yolda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamışlardır.
Bugün de insan, kendi varoluş yolculuğunda bu örneklerden ilham almalı, takva bilinciyle hareket ederek nefsini aşmayı ve yaratılış gayesine uygun bir hayat sürmeyi hedeflemelidir. Allah’ın huzurunda değerli olmanın ölçüsü, dünyevi zenginlik, makam veya güç değil; O’na duyulan derin saygı, ihlas ve sorumluluk bilincidir.
Hayatı anlamlandıran en yüce hedef, Allah’a yakınlık ve rızasını kazanmaktır. Bu hedefe ulaşan insan, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde örnek bir şahsiyet olur ve sonsuz saadetin kapılarını aralar. Takva bilinciyle yaşamak, insanı dünya hayatında huzura, ahiret yurdunda ise ebedi kurtuluşa ulaştıran en önemli yolculuktur. Bu yolculuğun rehberi ise Allah’ın kitabı, Peygamber Efendimiz’in sünneti ve sahabelerin örnek yaşamıdır.
Selam ve dua ile ...