İnsanlar topraktan yaratıldığı için toprağın farklı özelliklerini bünyesinde taşımaktadır. Yeryüzünün muhtelif yerlerindeki topraklar nasıl farklı hususiyetler taşıyorsa, insanlar da hem fiziki hem de karakter ve mizaç bakımından farklı özelliklere sahiptir. Toprak killi, kumlu, sert, yumuşak olduğu gibi insanlar da tabiat itibariyle farklılık arz etmektedir. Toprak çiğnenir, her şey onun üzerinde rahatlıkla işlenebilir. Toprak buna karşı hiçbir tepkide bulunmaz. İşte, insandaki sabır, tevâzu ve alçak gönüllülük gibi vasıflar buradan gelmektedir. Buna mukâbil, toprağın hareketsizliğinden atâlet ve tembellik gibi vasıflar da insanda tezâhür etmektedir.
Birçoğumuz belirli zamanlarda bağ, bahçe budama işlerine müdahil olmuşuzdur. Çeşitli topraklarda işlem yaptığımızı varsaydığımızda işlem yaptığımız toprağın durumuna ve özelliğine göre hareket ederiz.
Sert ve katı toprakta yürüyüş şeklimiz ile yumuşak topraktaki yürüyüş şeklimiz farklı olur. Yumuşak ve kaygan olan toprakta biraz daha dikkatli davranırız. Sert ve katı toprakta ise kendimizi daha rahat ve huzurlu hissederiz. İnsanlar da aynı bu şekildedir. Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, Âdemi yeryüzünün dört bir tarafından avuçladığı topraktan yarattı, bu yüzden Âdemoğulları yeryüzündeki toprağın özelliklerine göre kırmızı, beyaz, siyah, esmer; yumuşak, sert, kötü ve iyi huylu olarak meydana geldi.” (Ebû Dâvud, Sünnet, 16)
Çevremizdeki insanlara karşı davranışımızda, ister anne-babamız, abi-kardeşimiz veya arkadaş-dostumuz olsun kim olursa olsun onlara karşı davranışımızda dikkatli olmamız gerekir. Karakter ve mizaç bakımından farklı özelliklere sâhip olduklarından dolayı onların bu özelliklerini göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
İnsanların karakterleri, verdikleri kararlarda yansımasını göstermektedir. Nazik, yumuşak huylu bir arkadaşımıza herhangi bir sıkıntımızı anlatıp, ondan bir nasihatte bulunmasını istediğiniz zaman çözüm olarak fikrini beyan ettiğinde, arkadaşımız beyan ettiği fikrinde hiddetli ve katı tavırlar sergilemez. Çünkü karakterine ters olan bir durum ortaya çıkmış olur. Sadece karakterinin yansıması olarak nazikliğini ve yumuşak huyluluğunu sergilediğini görürüz. Çevrenizdeki farklı karakterlere sahip olan insanlar üzerinden bu sonucu gözlemleyeceğinizi düşünüyorum.
Müslüman kişi aynı zamanda davetçi kimliğine de sahiptir. Her iman eden davet vazifesi ile mükelleftir. Var edilen bütün mahlûkatın yaratıcısı Allah (cc) yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim’in birçok ayeti kerimesinde bize iman ve davet ilişkisini bildirmektedir.
Bu kutlu vazifemizi yerine getirirken, iletişim halinde olduğumuz insanların bütün özelliklerini göz önünde bulundurmamız gerekir.
Yeryüzünde bulunan tüm Müslümanlarla kâinatın yegâne sahibi olan Allah (cc) tarafından İslam kardeşi kılınmışız, Hucurât suresinde şöyle buyuruyor: “Muhakkak ki müminler kardeştir.” Kardeşlik mefhumu da sadece Müslümanlara, İslam’a has olan bir şeydir. Hükmünü kaybetmiş diğer batıl inançlarda din kardeşliği mefhumu yoktur.
Müslümanlara kardeşlik hukuku konusunda da dikkat edilmesi gereken hususların başında birbirini sevmek geldiğini belirten Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav), "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız." (Müslim-Ebu Davud) diye buyuruyor. Rasûlullah (sav) yukardaki hadiste belirttiği gibi, iman etmeyen cennete giremez ve birbirini sevmeyen de gerçek manada iman etmiş sayılmaz diyor. Bizler birbirimizin kusurlarını gidermek zorundayız, bizler birbirimizin sıkıntılarına göğüs germek zorundayız. Bizim bizden başka dostumuz, kardeşimiz yoktur.
Yazının başında da belirttiğim gibi İnsanlar toprağın içerisinde bulunan madenler gibidirler. Tabiatları gereği serttir, katıdır, naziktir, yumuşaktır ve nazlıdırlar. Kardeşlerimizle iletişime geçtiğimiz ve vakit geçirdiğimiz zaman bu özellikleri göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bütün Müslümanların şüphesiz istediği İslam birliğini ancak kardeşliğimizi pekiştirerek, bir birlerimize kenetlenerek sağlayabiliriz.
Siz değerli kardeşlerimle vedalaşmadan önce İmam Şafii’nin ile Talebesi Yunus b. Abdul A’la arasında geçen bir ibretlik kıssayı size aktarmak istiyorum.
Yunus, hocası İmam Şafii ile müzakeresini yaptığı derste, derste geçen bir mesele yüzünden ihtilafa düşer. Bundan dolayı öfkelenip dersi terk eder ve evine gider.
Akşam olunca Yunus kapısının çalındığını fark eder. ‘Kim o?’ der.
Kapıdaki kişi, ‘İmam Şâfiî’ diye karşılık verir.
Yunus, kapıyı açar ve İmam Şafii’nin kapıda beklemekte olduğunu görür ve hocasının ayağına kadar gelmesine şaşırır.
İmam Şâfiî rahmetullahi aleyh kapıyı açan talebesi Yunusa şunları söyler:
- Ey Yunus, bizi birleştiren yüzlerce mesele dururken bir mesele mi bizi ayıracak?
- Ey Yunus, yaptığın ve üzerinden geçtiğin köprüleri yıkma! Bir gün o köprüden geri dönmen gerekebilir!
- Ey Yunus, hatadan nefret et ama hataya düşenden nefret etme. Bütün kalbinle günaha öfkelen ama günahkâra acı, ona merhamet göster.
- Ey Yunus, sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster. Görevimiz hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil!
Selam ve dua ile…
Söz&Kalem - Muhammed Ata Gültekin