Sosyal bilimlerde ortak bir tanımı yapılamayan medeniyet kavramı, farklı disiplinlerin bakış açısına göre anlam kazanmaktadır. Bu kavram, mahiyeti itibarıyla toplumun tüm katmanlarında bir etkiye sahip olduğu için farklı disiplinlerin ilgi alanına girmektedir. Bireysel yaşamın nasıllığından toplumsal hayatın sorumluluğuna kadar geçen evrede insana yol gösterici levhalar sunan din anlayışı, medeniyet tasavvurunun temelidir. Bu temel üzerine inşa edilen her dünya görüşü, kendine özgü bakış açısıyla insanı ve doğayı tanımlayıp aralarında bir ilişki kurmaktadır. Bu ilişki, hayatın birçok evresinde farklı formlarda etkisini göstermektedir.
Medeniyet, bir toplumun maddi ve manevi yönden gelişimini sağlamak ve elde edilen birikimin gelecek nesillere aktarılması için yaptğı eylemler bütünüdür. Bu bütünlüğün gücü, toplumun yapıtaşı olan bireylerin hem kendi dünyaları hem de diğer bireylerin dünyaları ile yapmış olduğu ilişkiler ağının toplamı ile ilişkilidir. Beden ve ruhun mükemmel kombinasyonuna sahip insan, zihin dünyasının kodlarını, sahip olduğu medeniyet anlayışına göre yapılandırdığı ölçüde kendi öz değerlerinden oluşan ilişkiler ağına katkıda bulunabilir. Toplumsal yaşamın temeli, medeniyetin sunduğu manevi değerlerin üzerine inşa edildiği için bireysel olarak elde edilen maddi ve bilimsel kazanımlar tek başına toplumun yaşam kalitesini artırmada katkı sağlayamaz.
Bir toplumun farklı ırk, din ve düşünce anlayışına mensup insanlarının gerek şahsi ilişkilerde gerek toplumun tüm katmanını ilgilendiren meselelerde sergiledikleri tutum ve davranışların bütünü, toplumun medeniyet karnesine yansıyan önemli göstergedir. Anlamsal ve düşünsel farklılıklar ile bir arada yaşama kültürünü inşa eden dünya tasavvuruna sahip bir medeniyet, himayesi altında yaşayan tüm insanlara eşit olanaklar sağlayalayarak onları geleceğe hazırlar. Bu minvalde gösterilecek en iyi örneklerden birisi de Endülüs Medeniyetidir. Avrupa’nın farklı ülkelerinden pek çok hristiyan endülüse gelip endülüsün devasa ilim havzasından eğitim alarak yurtlarına dönmüştür, bunlardan birisi Museviliğin ikinci Musa’sı diye bilinen dahi insan Musa ibn Meymundur.
Bir medeniyetin, farklı medeniyet havzasına mensup insanlara kapılarını açıp, sahip olduğu dünya görüşünü ifade etme imkânı sunması ve hoşgörü zemininde ilmi olarak ele alınması o medeniyetin kendine olan güvenini yansıtır. Bir toplum, sahip olduğu medeniyet tasavvuruna olan özgüvenleri ölçeğinde farklı medeniyet havzaları ile irtibata geçer ve bu havzadan elde ettikleri ilmi kendi temel sabiteler süzgeçinden geçirebilir. İslamın hızlı bir şekilde yayılması ile Müslümanlar, kadim Fars, Yunan ve Mısır medeniyetleri ile karşılaştı ve bu karşılaşmanın sonucunda farklı dünya görüşüne sahip eserler yayılmaya başlandı. Müslüman ilim ehlinin bu eserlerden faydalanıp kendi sabiteler etrafında yeni bir formata çevirmesi, onların mensup olduğu medeniyete olan özgüvenlerini yansıtır.
Her çağ hem yerel düzeyde hem de evrensel düzeyde kendine has sorunları ile insanlığın karşısına çıkmaktadır. Bu sorunlara çözüm arayışında başvurulan dünya görüşü ve anlam arayışı o çağın baskın medeniyet tasavvurunu yansıtmaktadır. Kendi medeniyet havzasının ürettiği değerlere güveni zedelenen bir toplum, karşılaştığı yeni sorunlara çözüm arayışı içine girme yerine üstün gördüğü medeniyet tasavvurunun sunduğu reçeteleri çare olarak kabul etmektedir.
Batı medeniyetinin süslü sokak lambası altında kaybettiğini bulmaya çalışan Müslüman zihin dünyası, kendi medeniyetinin hakikat güneşinden gelen ışığı zayıf bulmaktadır. Bu zihinsel dönüşümün, İslam dünyasında peyda olan sorunlara çözüm için sunduğu her bir tez aynı zamanda farklı bir sorunun kaynağı olmaktadır. Sonuç olarak kendisi olamayan ve kendi öz değerlerine güveni zedelenen bir toplum, üstün gördüğü öteki medeniyetin ikinci el yaşam tarzını kabullenmeye mahkûmdur.
Söz&Kalem - Berat TOPRAK