Söz&Kalem Dergisi - Sefa Kara
Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin, şahitlerin, şairlerin, kitapların, kervanların, sultanların ve komutanların selam durduğu şehir.. Biz sana ne de yazsak seni İsra Suresi kadar anlatamayız.. Kısa ve öz bir biçimde sen çevresi bereketli kılınmış olan şehirsin.. Mekke, şehirlerin anası belki ama sen şehirlerin kubbesi.. Üç semavi dinin duaları sinmiş duvarlarına.. Üç kitabın harfleri.. İlahilerin nağmeleri.. Sen, şu yeryüzü zemininin siyasi başkenti.. Huzurun huzur, gerginliğin gerginliktir bütün âleme.. Televizyon kanallarında Arjantin ya da Brezilya konuşulmuyor inan ki.. Sen zulüm altında olduğun günden bu yana yegane gündem sensin.. Kalemler seni yazıyor, mahreçler senin için harfler üretiyor, gırtlaklar senin için bağırıyor ve gök senin için yağdırıyor..
Seni görememiş ben seni ne kadar tasvir edebilirim bilmiyorum.. Ama eteklerinde cihadın hiç bitmeyeceğini, zeytinliklerinin sana ayrı bir ihtişam kattığını bilirim.. Sana hâkim olmak isteyenlerin seni hiç bir zaman Ebu Ubeyde gibi mutlu etmediğini de bilirim.. Selahaddin gibi gül yağı ile minberlerini yıkayan ikinci birisinin olmadığını da bilirim.. Heybetli Yavuz’dan sonra gözlerinin hep bekler vaziyette olduğunu da bilirim..
Senin için ümitsiz bir tablo çizmek istemem.. Sen bir tül gibi kalplerin üzerinde duran şehirsin.. Seninle ilgili olumsuz yazılar okumaktan sıkıldım ey Kudüs.. Senin bir slogan olmaktan öteye götürülmeyişinden rahatsız oldum.. Kuru gündemlere alet edilmenden, çekirdek gibi film zamanlarında yenilmeye muhtaç bir gıdaymış gibi görülmenden ayrı ayrı mahçup oldum..
Seni her hatırlayışımda Abdülmuttalip’in Ebrehe’ye verdiği cevabı hatırlıyorum.. Hani develerini istemişti Ebrehe’den.. O da “Ben seni şerefli bir adam zannetmiştim. Atalarının mübarek saydığı bu şehir için bana yalvaracaksın sanmıştım. Sen ne de ucuz bi şey çıktın böyle. Develerin için mi çıktın huzuruma?” diye sormuştu.. Vakur bir duruş sergilemişti Abdülmuttalip.. Sakin bir ses tonuyla “Ben develerin sahibiyim. Kabe’nin sahibi değilim. Onun sahibi onu zaten koruyacaktır..” demişti.
Senin sahibin zaten seni koruyacaktır.. Biz kendi develerimizi koruyacak mıyız işte bu bizim imtihanımızdır.. Sen eninde sonunda yine sahibin tarafından azad edileceksin.. Peki ya biz? Biz o gün senin gibi azad olabilecek miyiz? Belki de en çok kafa yormamız gereken konuydu bu..
Senin için herkes bir şeyler çabalamalı.. Ey zeytinlikleri arasında İsa’nın iniltilerini gizleyen şehir.. Biri sana minber inşa etmeli.. Halepli marangoz gibi.. Biri sana gül yağı hazırlamalı.. Diyarbakırlı anneler gibi.. Ve biri Selahaddin olup ulaştırmalı bu emanetleri.. Biri Ubade bin Sabit olup ölümünden sonra da muhafızı olmalı senin.. Biri Abdülhamid olup namusu saymalı seni.. Hiddetlenmeli seninle alakalı planlardan.. Biri yollarını gözlemeli.. Biri sana şiirler yazmalı ve biri sana ağıtlar yakmalı..
Anneler senin için evlatlar doğurmalı.. Saflar senin için sık tutulmalı.. Ömer’e haber verilmeli.. Ve Kudüs temizlenmeli tüm pisliklerden.. Anahtarlar teslim edilmeli en hakkaniyetli dinin müntesiplerine.. Kapılar herkesin girebileceği bir kapı olmalı.. Sultanların mühürleri vurulmalı en kıymetli fermanların başına..
Savaşanlar senin için savaşmalı.. Tesbih çekenler bir âhh da senin için çekmeli.. Mallarını feda edenler bir de senin için feda etmeli.. Ve gece yarısı açılan ellerden sen yükselmelisin arşa..
Herkes kendi çapında bir şeyler yapmalı senin bir daha hür olabilmen için.. Hiç bir şey yapamıyorsa en azından buğzetmeli.. Ortak olmalı hüznüne..