Eser Hakkında: Pınar Yayınlarının Türkçeye kazandırdığı eseri Filiz Handan Türedi çevirmiştir. 280 sayfadan oluşmaktadır.
Yazar Hakkında: 25 Eylül 1903 tarihinde Pakistan’da doğdu. Hayatı mücadeleyle geçmiş bir şahsiyettir. Kendini ilmi alanda yetiştirmiş ve ilmi çalışmalar için çeşitli ülkelere seyahatler yapmıştır. Sömürgeye karşı dik durmuş, eleştiri anlayışını hiçbir zaman terk etmemiştir. İslam düşünce tarihinde önemli bir şahsiyettir. “Tefhimu’l Kur’an” adlı Kur’an tefsiri başta olmak üzere “Gelin Bu Dünyayı Değiştirelim”, “Faiz”, “Hicab”, “Cuma Konuşmaları” müellifi olduğu eserleridir.
Bütün yaşamı bir mücadele döngüsü üzerine olan şahsiyeti anlatmak gerçekten zor. Mevdudi’nin kendisi bir modeldir. Değerlendirmeye aldığımız eseri ise İslam düşünce ve tebliğ edebiyatı içerisinde ayrı bir estetiğe sahip. Söylendiğinde dikkati hemen çekici bir isme sahip. İçerik olarak Mevudi’ nin karakter yapısını, net olan eleştiri kültürünü barındırıyor.
Üslup açısından anlaşılabilirlik ve muhatabın mesajı kavrayabilmesi Mevdudi için en önemli mevzudur. Çünkü bu eser Cuma hitabelerinden derlenmiştir. Sonrasında kitap halinde yayımlanan eserde konuşma üslubunu görmemiz basitlik ve kolaycılık olarak algılanmamalıdır.
Kitap bir ses kaydı altına alınsa topluluğa vaaz niteliğinde olabilir. Cuma günü minberden okunacak hutbe metni de olabilir. Fakat takip edildiğinde insanın kalbine yönelen sözcükleri barındırdığı ortadadır. Bu durum Mevdudi’nin dertli olmasından kaynaklanır. Basit, anlaşılabilirlik, muhatabına göre konu belirleme ve onu etkileyebilecek üsluba sahip olma, Mevdudi’nin İslam düşünce hayatı hakkında fikirler vermektedir.
Her paragraf insanın yaratılışının eksikliğini ve tamamlanma ihtiyacını vurgular. Bütün cümleler bir kaynaktan alır ışığını. O kaynak Kuran’dır. Mevdudi, sözlerini Kur’an’la güzelleştirir. Geçen bunca zamandan sonra Mevdudi’yi okuyunca biz Müslümanların aslında ulvi şahsiyet olma yolunda yol almamış olduğunu görmek üzücü. Reçeteler halen tedaviyi bekleyen hastaların önünde duruyor. Müslümanlar dinlerinin gereklerini yerine getirebilecekleri bir modernleşmenin içerisinde giremediler. Günün ihtiyaçları Kur’an çizgisinde bir çözüme ulaştırılmadı.
O halde Mevdudi eskimedi. Dünyayı arzulamak ve dünyanın içinde ne varsa arzuya dahil etmenin bir muhasebesi gerekli hepimiz için. Çünkü zaman geçtikçe ve insan görünürde gücü elde ettikçe ölüm sonrası hayatın anlamını da kaybediyor. Kazancın fazlalığı, ailenin büyüklüğü ve ihtişamı, gücün mevkisel olarak insana verdiği güven gibi durumlar yaratıcıyla olan bağa zarar verdiğinde işte o zaman oyunun sonu kesinlikle kayıptır.
Mevdudi, eserinde Müslümanların gündelik hayatta dinlerini yaşama açısından karşılaşabilecekleri hemen hemen bütün noktalara temas eder. Aile ilişkileri, toplumda Müslümanca yaşamanın nasıllığı ve zorlukları, davet ve metodu, şahsiyet inşası gibi meselelerin tamamı Allah’a olan imanın düzenlediği karakter yapısında kendini gösterir. Gerçekten de iman o kadar güçlü bir karakter inşa eder ki, hakiki anlamda iman eden kişi kâinata dahi meydan okuyabilir.
İnsana son ilahi din olan İslam’ı anlatmak için ilk önce insan tabiatını iyi anlamak gerekir. İnsanın karakter yapısı davet edildiği mesaj için önemlidir çünkü. Bundan ötürü Müslümanın şahsiyetini inşa etmesinde rol oynayan hitaplar, ilk önce insan-yaratıcı ilişkisini irdelerler. Mevdudi, eserinin tamamında bunu sürekli vurgulamıştır. İnsan hakikati unutur çünkü. Kendini unutunca Rabbinden uzaklaşır ve sonra yediği, içtiği, düşüncesi bulanıklaşır. Kur’an’ın nüfuz etmek istediği nokta kalbinin içi olacaktır artık.
Yaratıcının tarih boyunca insanlardan verdiği nimetlere karşı şükrün bir göstergesi olarak beklediği en önemli şey tevhittir. Bu sorumluluk Mevdudi için çok önemlidir. İnsan sadece Allah’a kulluk yapmalıdır, ona dua etmelidir ve hayatının her alanında bu ilkeyi kendisine pusula edinmelidir. Böyle olunca tevhidin kirletildiği her yer ve düşünce Müslümana uzaktır. Tasavvuf anlayışının tevhitle çeliştiği açık olan anlayışları da yanlıştır, İnsanın hayatına maddiyat ya da başka bir şeyi Allah’a olan kulluğuna zarar verecek şekilde amaç edinmesi de doğru değildir.
Mevdudi bütün eleştirilerini bu ilke etrafında örer. Tevhit ilkesini doğru bir şekilde anlamak için Kur’an, Sünnet, akıl ve kalbin hassasiyeti insan için yeterlidir. Gerçekten de bugün yozlaşmış gelenekleri ve din adına icra edilen davranışları bu terimlerin penceresiyle analiz edersek, yozlaşmaktan ve çürümekten de kendimizi muhafaza edebiliriz.
Sadece masa başı bir düşünür değildi Mevdudi. Eğer tevhit ilkesi Müslüman için hayat pusulasıysa Mevdudi de her inanan gibi hayatında bunları tatbik etmeye çalıştı. Teori ve pratik dediğimiz şey onda mevcuttu. Onun tek sorunu (!) kendisine müritler edinmemesiydi belki de. Bundan ötürü bir tasavvuf karşıtlığı ya da radikallik damgası ona yapıştırıldı.
Tasavvuf düşüncesi pratik alanda bugün tam bir yozlaşma halindedir. Tarihine bakıldığında tarikatler döneminde teşekkül eden ve insanların Müslümanlığını pekiştiren uygulamalar bugün şeyhlik - saltanatlık ve müritlik üçgeninde çürüme halindedir.
Soyu sufi bir aileden gelen Mevdudi, tasavvufa değil yaşadığı dönemde gördüğü yozlaşmış anlayışlarına karşı gelmekteydi. Kendisine de hastalığa şifa ya da tövbe-iyiliğe erme gibi meselelerde aracılık vasfıyla müracaat edildiğinde bundan sürekli kaçınırdı. Gerçekten tasavvuf tevhit ilkesiyle çeliştiğinde ortaya çıkan acınası durum insanı bir felaketle yüzleştirir. Sizin yerinize düşünen, sizin yerinize ahiretinizi imar eden birisine inanırsınız. Böyle olmasa bile inanma ve düşünme açısından ellerinizi açtığınızda kalplerinizi titretecek olan yaratıcınıza saygısızlık etmeniz sizin için mutlak yanlışlık olarak yeterlidir. Çünkü o her yerdedir. Yardımın ve şükrün ulaşacağı yerdedir. Ve aslında durum yozlaşmış inançlar için şu sözle özetlenebilir: Yanlış inanç doğru yaşanamaz!
Müslüman bir karakterin baştan belli bir düzene kadar inşa edilebilmesi, kişiliğinin Allah’a, kendine ve topluma karşı sorumluluklarını yerine getirebilmesi açısından hayatiyse, işte Mevdudi’nin takip ettiği çizgidir bu. Çünkü Müslüman sadece ruhani kimliğiyle yaşayan birisi değildir. Ruhu ve bedeniyle o bir şahsiyettir. Sorumluluk alanı ise geniştir. O halde namaz kılmak faizden alıkoymalıdır ya da Müslüman’ım demek dinini cami, ev, okul, işyeri, otobüs durağı, makam-mevki sahipliği gibi zaman ve mekân açısından bütün ömre yerleştirilmelidir. “Gelin Müslüman Olalım!” eserinin amacı da budur zaten.