Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
Postmodern çağ, gerçeklik algısının en çok tartışıldığı dönemlerden biridir. Sosyal yaşamın sanal platformlara taşınması, bireyin hem kendisine hem çevresine dair algısını kökten dönüştürmüştür. Artık insanlar yalnızca yaşadıklarını değil, yaşanmasını istedikleri bir "hikayeyi" sanal ortamda sunmakta, gerçek ile kurgu iç içe geçmektedir. Bu hal, bireyi varoluşsal bir çıkmaza sürüklemekte ve “hakikat” kavramını bulanıklaştırmaktadır.
İşte tam bu noktada İslam’ın sahih öğretisi, hakikat arayışında sarsılmaz bir mihenk taşı sunmaktadır. Sosyal hayatın dijital forma bürünmesiyle değişen gerçeklik algısı, yalnızca İslam’ın bu meseleye getirdiği sahih hakikat algısı ile berraklaşabilir.
Sanal Gerçeklik: Sosyal Hayatın Kurgu Boyutu
Sosyal medya, dijital gerçekliğin en yoğun yaşandığı platformlardan biridir. İnsanlar burada, oldukları gibi değil, sadece “görünmek istedikleri gibi” var olur. Jean Baudrillard’ın “simülasyon” kavramı bu bağlamda oldukça tanımlayıcıdır: Gerçekliğin yerine geçen, ama gerçeğe ait olmayan kurgular dünyası. Ne yazık ki modern insan, “gerçek hayat” yerine, dijital platformlarda oluşturduğu "temsili hayatlar" ile var olmaktadır.
Bu durum her şeyden önce bireyin kendisiyle ilişkisini zedeler. Sahici olmayan bir kimlik, içsel tutarsızlığa ve ruhsal dengesizliğe yol açar. Kendisini ekranlarda yeniden inşa eden birey, iç dünyasında bir boşluk hisseder; çünkü hakikat değil, sanal kurguyla beslenmektedir.
Her Şeyin Göreceli Olduğu Bir Hayat
Postmodern düşünce, “hakikat”in tekil olmadığını, her bireyin kendine özgü bir gerçeği olduğunu savunur. Temelleri antik çağlarda atılan Sofistik/Sofizm anlayışı anımsatan bu yaklaşım, ilk bakışta özgürlükçü görünse de, ortak değerleri, ahlaki sabiteleri ve nihayetinde adaleti imkânsız hale getirir.
Bu anlayışla hakikat; aranacak, keşfedilecek bir cevher değil, yapay olarak oluşturulacak bir kurgudur. Bu da bireyi, hakikati aramak yerine hoşuna giden hikâyelere inanmaya iter. Dijital platformlar ise bu kurguların üretim ve dolaşım merkezleridir. Bu duruma teslim olan birey, kendisini vahiy öncesindeki yaşantı gibi mitolojilere teslim etmiş olur. Halbuki sahih öğretisine göre hakikat, nefsani arzulara göre şekillenen değil; ilahi ölçülerle sabitlenmiş bir bütündür. Bu, modern bireyin savrulmalarına karşı sağlam bir dayanak noktasıdır.
"İşte bu, Rabbinin gerçek (hak) olan haberidir." (Hud, 66)
Görünmek, Varlığın Önüne Geçti
Sanal platformlara tutku ile bağlanmak, bireyi zamanla bir performans sanatçısına dönüştürür. Her paylaşım bir sahne, her beğeni bir alkıştır. Bu tutum, bireysel ve mahrem olan her hakikati zedelemektedir. Nitekim sanal alkışları iftihar vesilesi sanan modern insan, beğeni uğruna ilke ve prensipleri bir köşeye bırakıp hiç paylaşılmaması gereken şeyleri bile sanal ortamda yayabilir.
Gerçekliğin Rehberi Olarak Vahiy
Bugünün dijitalleşmiş sosyal yapısında, bireyin gerçeklik algısı ciddi bir çöküşe uğramıştır. Postmodern kültür; hakikati muğlaklaştırmakta, gerçeği sofistik bir tarzda bireysel tercihe dönüştürmektedir. Bu ortamda insan, hakikati dış dünyada değil, kendi içinde aramak zorunda kalmaktadır.
İslam’ın sunduğu sahih öğreti ise hakikati; değişmeyen, evrensel ve ilahi bir gerçeklik olarak tanımlar. Bu hakikat; Kur’an’ı Kerim’in evrensel mesajı ile sabit, Hz. Peygamber’in mübarek yaşantısındaki pratiği ile ete kemiğe bürünmüş ve Allah’a teslim olmuş bir kalpte yankı bulmuştur.
Bireyin bu dijital çağda kendini bulması, ruhunu yeniden tanıması ve hakikati keşfetmesi için vahyin gösterdiği yola kulak vermesi gerekir. Gerçeklik, ne ekranın ışığında değil ne mobil verinin sınırında ne de ağ paylaşımlarının ölçüsündedir. Hakikat, yalnızca Hakk’ın nurunda parlamaktadır.
Hakikat, Göreceli Değildir; Tek ve Biriciktir
Yüce Rabbimiz mukaddes mesajında şöyle buyurmaktadır: ‘’Allah, iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır…’’(Bakara, 257) Bu ayeti kerimede açıkça anlaşılacağı üzere, ‘Karanlıklar’ olarak ifade edilen ‘Zulümat’ kelimesi, batıl/nifak/tahrip/küfür/adaletsizlik/zulmet gibi anlamlara gelir ve çoğul eki ile kullanılmaktadır. Fakat temelde ‘Aydınlık’ anlamına gelen ‘Nur’ kelimesi, tekil anlamda kullanılmıştır. Bu çarpıcı detayın farkında bazı müfessirler, batıl yolun çeşit çeşit olduğunu ve farklı nüanslar ile kendini gösterdiğini ve fakat hakikatin ise tek ve biricik olduğu kanısına varmışlardır.
Nokta Yerine:
İnsan-ı Kamil Yerine Avatar
İslam’ın ideal insan modeli “insan-ı kâmil”dir; özüyle, sözüyle, davranışıyla tutarlı, ahlaki, hikmetli bir varlıktır. Hal ve hareketlerini kontrol eden, dünyada başıboş olmadığının farkında olan, bir amaç ve gaye üzere var olduğunu bilen ve dünyayı, baki alemi için bir ekin yeri olarak gören bir anlayışa sahiptir. Oysa sanal alemdeki kurgusal gerçeklikteki ideal insan modeli, artık bir “avatar”dır: filtrelenmiş, süslenmiş, gerçek olmayan bir yansıma. Bu kopuş, bireyi yalnızca sahte bir dünyaya değil, içsel bir buhrana da sürüklemektedir.