Söz&Kalem Dergisi - Yusuf Serik
Yeryüzünün en mukaddes ve mübarek yerlerinden biri hiç şüphesiz Kudüs’tür. Kudüs’ün mukaddes bir şehir olmasının birçok nedeni vardır. Kudüs’ün mukaddes oluşunun en önemli nedeni Kudüs’ün peygamberler şehri olmasıdır. Birçok peygamber Kudüs’e gönderilmiş, gönderilen peygamberler Allah’tan aldıkları mukaddes vahyi, Kudüs halklarına tebliğ etmişlerdir.
Kudüs, tarih boyunca hakkın temsilcileri olan peygamberler ile batılın temsilcileri olan inkârcıların mücadele alanı olmuştur. Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya ve Hz. İsa gibi birçok peygamber Kudüs’te inkârcılarla mücadele etmiş, o mübarek beldede direnişin temsilcileri olmuşlardır.
Kudüs’ün mukaddes oluşunun bir nedeni de Mescid-i Aksa’nın o mübarek beldede bulunmasıdır. Günümüzde Mescid-i Aksa içerisinde birçok mescidi, şadırvanı, minberi, mihrabı, minareyi ve medreseyi barındıran geniş bir alandır. İlk olarak Hz. Davud (as) tarafından inşa edilmeye başlanan Beytülmakdis, Hz. Süleyman (as) tarafından nihayete erdirilmiştir. Beytülmakdis, tarih boyunca iki defa yıkılmış, her yıkımda da şehir korkunç bir şekilde istila edilmiş, taş üstünde taş bırakılmamıştır.
Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de Resulullah’ın (sav) Mecid-i Haram’dan Mescidi Aksa’ya mucizevi bir şekilde götürülüşünü şu ayetle bizlere bildiriyor:
“Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsra, 1)
İsra-Miraç hadisesini anlatan bu ayette belki de en önemli kısım, Rabbimizin Mescid-i Aksa için kullandığı بَارَكْنَا حَوْلَهُ “Çevresini mübarek kıldığımız” tabiridir. Rabbimiz bu ifadeyi kullanarak Mescid-i Aksa’nın çevresinin mübarek kılındığını ifade etmekle birlikte bütün bir Kudüs şehrinin mübarek kılındığını bizlere bildirmektedir.
Kudüs sadece kutsallık açısından değil, peygamberler şehri olması hasebiyle tebliğ ve davet açısından da bereketli bir coğrafyadır. Tarih boyunca mukaddes Kudüs’ten haykırılan her hakikat karşılık bulmuş ve kısa sürede yeryüzünün her yerine yayılmıştır. Hiç şüphesiz bu bereket, Kudüs’ün Allah tarafından bereketli kılınmasından dolayıdır.
Bu sebeple Müslümanlar olarak var olmak istiyorsak Kudüs’e sahip çıkmalıyız, çünkü o mübarek şehir biz Müslümanların varlık-yokluk mücadelesidir. Tarihin sayfalarına şöyle bir göz attığımızda şunu net bir şekilde görebiliyoruz: Kudüs özgürse Müslümanlar da özgür olmuştur, Kudüs esirse Müslümanlar da esir olmuştur.
Resulullah’ın (sav) peygamber olarak gönderilişinden sonra özellikle Mekke’nin fethinden sonra, dört halife döneminde İslam orduları İslam’ın adaletini ulaştırmak üzere başta Irak, Suriye, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Anadolu olmak üzere dört bir tarafa cihada gitmiş, İslam’ın mesajını bölge halklarına ulaştırarak onları özgürleştirmişlerdir.
Mukaddes şehir Kudüs de cihadın korkusuz savaşçıları tarafından 637 (H. 16) yılında İslam orduları başkumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah (ra) komutasında kuşatılmıştır. Kuşatılmanın ardından Kudüs halkları, Ebu Ubeyde b. Cerrah’tan aman dilemiş, şehri Müminlerin Emiri Hz. Ömer’in gelmesi durumunda teslim edeceklerini bildirmiştir. Hz. Ömer kızıl tüylü devesine binerek Kudüs’e doğru yola çıkmış, şehri bizzat Patrik Sophronios’tan teslim almış ve bir anlaşma imzalamıştır. Anlaşmada Kudüs halkının din, ibadet ve can emniyeti teminat altına alınmıştır. Hz. Ömer’in Kudüs’e kızıl tüylü deveyle gitmesi, Kudüs’e ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Hz. Ömer ayrıca Kudüs’te mabedlere ziyaretler gerçekleştirmiş, mescit inşa etmiş, Kudüs’e idareci ve kadı tayin etmiştir.
Daha sonraki tarihlerde Kudüs, birçok Haçlı istilasına maruz kalmış, o mukaddes beldeden İslam’ın izleri silinmeye çalışılmıştır; ama Selahaddin-i Eyyûbî gibi kahraman komutan ve idareciler buna izin vermemiş, Kudüs’ten İslam’ın izlerini sildirtmemişlerdir.
Günümüzde ise Filistin ve Kudüs, maalesef terör çetesi israilin işgali altında bulunmaktadır. Müslümanlar olarak Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya ve Filistinlilere karşı sorumluluklarımız vardır. İşgalci İsrail’in Filistin’de yaptığı zulümleri, katliamları, ekonomik ambargoları, tehcirleri, insan hakları ihlallerini ve asimilasyonları bilmeliyiz, haykırmalıyız ve en önemlisi de engel olmalıyız.
Terör çetesi israil, çocuk-yaşlı, kadın-erkek ayırt etmeden Filistinlileri katlediyor. Filistinlilerin evlerini, yerleşim yerlerini bombalıyor; çocukları, gençleri hapsediyor; kadınların namusuna el uzatıyor; direnişçileri zindanlara atıyor... Dünya ise tüm bunlar yaşanırken israil terörünü seyrediyor! İnsan hakları, kadın hakları naraları atan ikiyüzlüler de israil terörüne karşı sus pus oluyor! Müslümanlar olarak bu zulme daha ne kadar seyirci kalacağız? Ses çıkarmanın, zulme engel olmanın vakti gelmedi mi?
İşgalci çete, 1948’den bu yana her geçen gün işgali daha da ilerletiyor, Filistinlileri topraklarından tehcire zorluyor. Evlerini yıkarak yerlerine Yahudi yerleşimcileri yerleştiriyor. Daha geçen günlerde Batı Şeria’nın Nablus bölgesinde Yahudi yerleşimciler Filistinlilere saldırmış, evlerini ateşe vermişti. Bu saldırılar sonucu 11 Filistinli şehid olmuş, yüzden fazla Filistinli de yaralanmıştı.
Kudüs ve Mescid-i Aksa davası sadece Filistinlilerin değil hepimizin davasıdır. Kudüs’ün işgal edilmesini kendi topraklarımızın işgal edilmesi olarak görmeliyiz. Filistinli kardeşlerimizin evlerinin yıkılmasını kendi evlerimizin yıkılması olarak görmeliyiz. Filistinli çocukların, kadınların katledilmesini kendi çocuklarımızın, kadınlarımızın katledilmesi olarak görmeliyiz. Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya bu şuurla bakmalıyız ki oradaki kardeşlerimizin acısını kendi acımız olarak görebilelim ve sahiplenebilelim.
Kudüs ve Mescid-i Aksa, Müslümanlar açısından sıradan bir şehir sıradan bir mescit değildir. Mescid-i Aksa bizim ilk kıblemiz ve ibadet maksadıyla ziyaret edilebilecek üçüncü mescidimizdir. Kudüs ve Mescid-i Aksa bizlere Hz. Davud’un, Hz. Süleyman’ın, Hz. Zekeriyya’nın, Hz. Yahya’nın, Hz. İsa’nın, Resulullah’ın (sav), Hz. Ömer ve Hz. Ebu Ubeyde gibi sahabilerin ve Selahaddin-i Eyyûbî gibi komutan ve idarecilerin bir miras ve emanetidir. Bu emanete ancak İşgalci İsrail’in zulümlerine ve katliamlarına engel olarak sahip çıkabiliriz. Tek çare direniştir! Özgür Kudüs’te buluşma ümidiyle...