ÖLÜM KADEHİ
Rivayetlere göre eski zamanlarda bir ülkede ölüme mahkûm edilenlere bir kadeh şerbet içirilirmiş. Tadı oldukça tatlı olan bu şerbet, içene hafif bir uyku hali verirmiş. Uysallaşan mahkûm, gözünün önünde duran infaz mahfiline doğru sanki orada hiçbir şey yokmuş gibi ilerler, cellatlarına hiçbir güçlük çıkarmazmış. En dehşet verici sahnelere tepkisiz kalır, bakanlara da sarhoşa benzer ama sakin biri izlenimi verirdi.
Ölüm kadehi oldukça güzel bir kampanya veya ödül gibi görünebilir aslında. Tarihin o karanlık ve zulüm dolu sayfalarını açınca oldukça şaşırtıcı da gelecektir. Aslında mahkûmun o acı dolu çığlığını veya yalvaran sesini işitmemek için de olabilir. Az sayıdaki celladın veya o cellatların bağlı olduğu gücün çok fazla sayıdaki mahkûmla başa çıkabilmek için izlemek zorunda olduğu bir yol da olabilir. Vicdanının sesini işitmemek için mahkûmun sesini kısma amacıyla da olabilir. Kısaca her ihtimal konuşulabilir. Fakat tarihten alacağımız bir ders vardır ve olmalıdır ki ibret alınabilsin. Sonuçta bu hayatta hepimiz mahkûmuz. Uykuya, yemeğe, havaya, suya, şehvete ve sayamadığımız nice şeye mahkûmuz. Cellatlarımız olarak da görebiliriz onları. Belki de tüm bunlar birer idam sehpasıdır da o şerbeti bir kadeh içerisinde bize içiren biri vardır.
Öyle olmalı diye düşünüyorum. Yoksa bu mahmur halimiz bu manzaraya uyardı. Can havliyle koşup kaçmamız gereken bir sahne karşısında oturmuş izliyoruz. Bize doğru gelen ölümcül günahların karşısında yüz ifademizin değişmesi gerekirdi. O şerbetten içmiş olmalıyız. Yoksa acı dolu manzaralara bu anlamsız yüz ifadesi ile bakınır mıydık?
Ve evet, o ölüm kadehinden içmiş olmalıyız. Tadı her nasılsa artık acı tatları alamıyoruz. Tıpkı eğeyi yalayan gelincik gibiyiz. Gelincik eğeyi yalaya yalaya dili kan içinde kalır. Dilinden akan kanın tadı hoşuna gider ve bu tadın, dilini yok ettiğinin farkına dahi varmaz. Bu eğe hayatımızın neresindedir ki aynı tatlı tadı hissediyoruz ve farkına varmadan bir şeylerimizi kaybediveriyoruz?
Yeryüzünde bir yoksul var olduğunda kıtalararası bir acıyı ta yüreğimizde hissetmeliydik. “yardıma en önde ben gideyim” diyenler protokol krizi çıkarmalıydı. Yeryüzünde bir yoksul görüldüğünde “malım, bir yoksul var iken nasıl bir iken kırka ulaşır” deyip hüzünlenmeliydi insanoğlu. Dünyanın bir ucunda bir çocuk ağladığında Kâbe’de namaz hızlı hızlı kılınmalıydı. Biri hasta olduğunda tüm insanlar hasta hissetmeliydi kendilerini. Doktorlar teşhis koyarken, insanların bir kısmı ilacı hazırlar, kalan kısmı ise o ilacı içirmeliydi-yedirmeliydi hastaya. Bir genç haylazlık yapıp bir suç işlediğinde mahalleli kendini sorgulayıp “kötü örnek olmuş olmalıyız ki bu suç işlendi” deyip kendilerini mahkûm etmeliydi.
Belki de hayal veya ütopya gibi geliyor bu manzara. “Olmaz, mümkün değil’’ diyor içimizdeki mantıklı ses. Kadeh bu ya! Oldukça tatlı olan tadı, bize acı veren sorulara verecek bir cevabı da hemen bulabiliyor. Aksi halde nasıl kısılır bu ses? Ses kısılmalı ki celladın duyguları körelmesin!
Ciltler dolusu mazeretler bizi oyaladı. Tarihin sayfalar dolusu ibret manzumeleri bizi uykulu halimizden uyandırmaya yetmiyor. Tarih, uyku öncesi bir masal ve bir ninni gibi... Ayetin parıltıları kapattığımız gözlerimizi kamaştırmıyor. “Elhakumuttekasür” diyen ses elimizle kapattığımız kulaklarımıza hafif kısık bir terennüm gibi geliyor, biz biriktirdiklerimizi saymaya devam ederken.
Bu kadeh bizden hep almadı ya! Bize verdiği şeyler de var elbette. Yakına ve yakınlığa kör olan gözlerimiz, haritanın en uzak yerindeki elit mekânları görebilme yetisi kazandırdı. Acı çığlıkları işittirmese de sevinç naralarını çok iyi duyabiliyoruz, örneğin. Geçmişimizi unutturdu ama zaten çok da gerekli değildi ya! Asıl önemli olan geleceği çok parlak görebiliyoruz! Bir de bazı yerlere demokrasiyi kazandırdı, az mı? Bakmayın siz milyonlarca çaresiz ve aç insanın varlığına. Oldukça tok ve semirmiş insanlar da var. Hep kötüyü örnek veren art niyetlilere! Demokratik hakları ve hadleri bildirmeyi de öğretti bu bir kadeh şerbet. Gerektiğinde havadan ve karadan bir harekât ile yüzlere insan hakları beyannamesi okunur.
Bu şerbetin etkisinden kurtulmak mümkün ise de ciddi bir bedel istediği de açıktır. Olmamız gereken kişi, toplum veya devlet olmak uyanmayı gerektirir. Uyuyanların bunu başarması mümkün değil, kaldı ki içine düşmüş bulunduğu kötü durumun farkına dahi varmaz. Umudumuz ve duamız gerçeği görüp ona uyanlardan olabilmektir.
Mustafa Varol