Özlüyorum… Kum tanelerini biriktire biriktire özlüyorum. Yelkovanın akrebi kovaladığı her adımında, yitip giden her masum candan sonra, sessiz kalınan her dakikada yüreğim sızlaya sızlaya özlüyorum. Aldığım her nefeste, ömrümden boşalan her salisede, baharın gelişinde, isminin her geçişinde daha da özlüyorum. Seni anladıkça, eşsiz merhametini keşfettikçe, olsan burada diyorum, sarsan yaralarımızı, okşasan yine şefkat kokan ellerinle yetim başları…
Bazen tökezlediğimi hissediyorum dikenlerle dolu dünya serabında. Sonra dalıyorum hayallerin sonsuz derinliğine. Gözlerimi kapatıyorum. Dört bir yandan gelen gül kokusu işleyince tenime mest oluyorum, gül kokusuyla bezenmiş huzur doluyor ciğerlerime. O güne kadar kokladığım bütün güllerin kokusunu unutturuyor bu koku. Senin ümmetin için döktüğün inci tanelerine, dünyanın en güzel manzarasından daha güzel gülümsemene şahit olmuş o mübarek çöllerdeyim. Bir Mekke’de, bir Medine’de seni hissetmek için çırpınıyor yüreğim. Hissetmek istiyor Hz. Hatice’ye olan muhabbetini, Fatıma’yı “Babasının annesi“ diye okşayışını, Hz. Aişeyle çocuklaşmanı, Ebubekirle yoldaşlığını, sahabelerinle şakalaşmanı, talebelerin şehit olunca, evlatların tek tek vefat edinceki hüznünü. Ama sen Allah’ın Resulü’sün. Habibi’sin. Bize cennetin ucuz olmadığını da gösterensin tüm hayatınla. Sonra Mekke’ye girerkenki vakur duruşun geliyor aklıma, mağaradaki teslimiyetin, Bedir’de, Uhud’da Rabb’in için sabredişin. Işık huzmeleri misali sızan safhalar, gülün açılıp büyümesi gibi geçip gidiyor yüreğimin önünden. Hasretinle yanıp tutuşurken, bu kısacık zaman dilimi doyurmuyor sana susamış beni.
Seni görmeye layık olmuş en güzel dostların beliriyor gönlümün sızlayan yanında, Asr-ı Saadet beliriyor bir anda. Nankör dünyanın bile hayranlıkla izlediği, şeref bulduğu en güzel devir. Âh… Ebubekir, Ömer, Ali; Resul’ün gözbebekleri… Bir bilseniz ne kadar sizsiz, ne kadar hissiziz, ne kadar çok ihtiyacımız var ihlasınıza ve bir görseniz parçalanışlarımızı, oturur ağlardınız halimize. Siz incinmesin diye canınızı feda edebilecekken Kainat’ın Efendisi için, bu ümmet nasıl da silip atmış onu hayatından, nasıl bir sefalete doğru sürükleniyor bir görseniz…
Efendim! İnsanlık ölüyor, can çekişiyor. Senin birbirine kardeş ettiğin insanlar birbirlerini dışlamaktan, öldürmekten başka bir şey yapmıyor. Birkaç kilometre ötedeki kardeşinin sesi ulaş(a)mıyor sağır kulaklara. Dünya bataklığına öyle bir batmışız ki, onca katliam yaşanırken dönüp bakmaya bile tenezzül etmiyoruz. Biz hangi dünyalıkla uğraşırken bu hale geldik? Hangi ara hafızalarımızdan silmeye başladık seni? Ne zamandan beri bu kadar az düşünür olduk her damlası rahmet hayatını? Okunacak en güzel kitapken yaşamın, hangi cahillikle görmezden geldik sahifelerini?
Efendim! Doğsan yine güneş misali, aydınlatsan; nur olsan, canlandırsan ölü kalpleri. Nasıl söktüysen cahiliye ruhunu, söküp atsan yüreğimize işlemiş tüm kirleri. Yayılsa yine etrafa gül kokun. Sana ihtiyacımız var Efendim! Hiç olmadığı kadar…
Söz&Kalem - Makbule GÜNER