Söz&Kalem Dergisi | Muhammed Kaya
Apartman görevlisi merdiven basamaklarını, kısa saplı mavi fırçasıyla ağır ağır temizliyordu. Basamaklardan inerken, fırçanın metal korkuluklara çarpıp gürültü çıkarmamasına özen gösteriyordu. Üçüncü kata geldiğinde, bir üst katta bulunan asansörü çağırdı. Katlarda karşılıklı iki daire vardı. Asansörden geniş, kırmızı fırçasını aldı.
Beş numaralı dairenin kapısında çok sayıda ayakkabı vardı. “ Dört kişi nasıl oluyor da yirmi çift ayakkabı kullanabiliyor, anlamıyorum”
Daire sahiplerini her defasında, temizlik gününde kapılarının önünü boşaltmalarını söylese de garibanı önemseyen olmuyordu doğrusu. Kırmızı fırçasını duvara dayarken: “Ulan ben şimdi burayı nasıl temizleyeceğim?” diye mırıldandı.
Beş numaranın ziline uzanıp bastı. Kapıdan biraz uzaklaşıp açılmasını beklerken, sanki kapının bekçiliğini yapan sekiz yaşlarında bir kız çocuğu büyük bir heyecanla kapıyı açtı. Apartman görevlisi kafasıyla ayakkabıları işaret ederek “Şunları içeri alır mısın?’’ dedi.
Çocuğun annesi arkasından seslenerek “Kim o Kübra? Aa siz misiniz, kusura bakmayın misafirlerim vardı da unutmuşuz toplamayı” diyerek mahcubiyetini belirtti.
“Estağfurullah, hiç önemli değil” diye karşılık verdi apartman görevlisi. İçinden “Sanki her hafta bugün misafir geliyor da.”
Beş numara ayakkabılarını toplarken, mavi fırçasıyla altı numaranın ayakkabılığını çekip temizlemeye başladı.
-Beş numara “kolay gelsin.”
-“Teşekkür …” cevap veremeden kapı kapanmıştı.
Altı numaranın önü gayet temizdi. Hatta diğerlerine göre çok çok iyiydi. Düzeni hemen göze çarpıyordu. Sütbeyazı bir ayakkabılık, üzerinde kırmızı ve beyaz çiçeklerin konulduğu ahşap desenli mermer bir saksı uyum içindeydiler. Kapının eşiğinde dört çift ayakkabı özenle dizilmişti. Sırasıyla 44 numara parlak, siyah kundura bir ayakkabı, onun üzerinde her an parlatmak için hazır bulundurulan sünger parlatıcı, hemen yanında 39 numara beyaz ve güzel bir kadın spor ayakkabısı, onun da yanında yeni alınmış gibi duran çocuk spor ayakkabısı en sonda en fazla üç yaşındaki bir çocuğun giyebileceği pembe, üzerinde beyaz kurdeleler olan tatlı bir çocuk ayakkabısı vardı ve hemen önlerinde ise her iki tarafında gül resimleri olan, HOŞGELDİNİZ yazılı güzel bir paspas vardı.
Altını temizlemek için paspası kaldırdığında tertemiz olduğunu görünce tekrar yerine bıraktı. Bu sabah temizlenmişe benziyordu. “Helal olsun ne kadar da temiz bir ev”
Süpürdüğü tozları asansörün yanına biriktirdi. Asansörden faraşı aldı. Topladığı tozları çöp poşetine boşaltırken, altı numaradan şen şakrak sesler duymaya başladı. Kulak misafiri olmamak için kapıdan biraz uzaklaştı. Görevli de olsa kapı aniden açılırsa hem yanlış anlaşılma olabilir. “uygun olmaz” diye düşündü. O uzaklaştıkça sesler daha da yakınlaşıyor gibiydi.
Anne bir şeyler mırıldanıyor, ama ne dediği anlaşılmıyor, ardından baba bir şeyler söylüyor; en sonunda tatlı bir çocuk kahkahası yükseliyor ve tekrar baştan başlıyorlardı. Bu garip aile müziği mutluluğun nağmelerinden başka bir şey değildi.
Apartman görevlisi istemeden de olsa duyduğu altı numaranın bu güzel bestesinden çok etkilendi. O da duyduğu şarkıyı ya da türküyü her neyse içinden eşlik ediyordu. Gülümseyerek temizliğe devam etti.
Bundan sonra üçüncü kata her geldiğinde, altı numaralı dairenin düzenine ve temizliğine hayranlıkla bakar geçerdi. Hatta bazen paspaslarını alır, bodrum katta bulunan temizlik odasında yıkar getirirdi.
Bu da onun altı numaranın disiplini için kendilerine bir armağanıydı. Ama kendilerine arada bir de olsa paspaslarını yıkadığını söylese her zaman kendisine yıkatacaklarını düşünüyordu. Bu yüzden kimsenin duymasına gerek yoktu. Bir de komşular duyarsa tamam yandı demektir. Sonra herkes paspaslarını yıkatmaya çalışırdı. Hatta sitede paspas temizleme günü bile yaparlardı.
Yine bir Perşembe günü 2. Binanın üçüncü katındaydı. Altı numaranın kapısı biraz dağınıktı. Sırayla ayakkabıları dolaba yerleştirdi. Aslında bunu yapmak zorunda değildi ama bazen idare etmek gerekiyordu. Paspası kaldırdığında altındaki tozlar havaya uçuştu. Bu durum biraz tuhafına gitmişti. Temiz ve düzenli altı numaraya yakışmıyordu. Ama her zaman aynı olmuyor tabi. Hangi gün birbirini tutuyordu ki. “Ama yine de… Neyse…”
Ertesi Perşembe durum bir öncekinden farksızdı. Ayakkabılar dağınık, kapının önü tozlu, ayakkabılık kirliydi. İçeriden neşeli çocuk sesleri ve garip neşe şarkıları da gelmiyordu artık. “Bunlara ne oldu böyle, Allah Allah…”
Altı numaranın bu garip değişimine bir anlam veremiyordu. Evde kimse yaşamıyor gibiydi “Yoksa başlarına bir şey mi geldi?” diye söylendi asansör butonunu temizlerken.
“Eğer bir yerlere gitmişlerse. Yoo ben her akşam çöplerini kapıdan alıyorum. Aman neyse ne canım banane yahu, ben niye kafamı yoruyorum ki. Temizmiş pismiş sen temizle geç.”
Üçüncü kata her geldiğinde, altı numara daha çok değişiyordu. O her zaman kahkahalarıyla etrafına neşe saçan çocuk, bu defa hüngür hüngür ağlıyordu. Anne ve babasının birbirlerine bağırmaları çocuğu korkutmuş olmalıydı. Zavallı çocuk nasıl da için, için ağlıyordu.
Tozlu paspası kaldırıp çırparken altı numaranın gürültüsü iyice artmıştı. Çocuğun ağlamasına dayanamadı ve biraz hızlı hareket ederek yerlere paspas atıp ikinci kata indi.
Altı numaranın kavgaları her gün biraz daha artıyordu. Akşamları çöpleri toplarken de sesleri geliyordu. Apartman görevlisinin üçüncü kata her geldiğinde takdir ettiği, kapı önünün temizlik ve düzenine hayretle baktığı ve bazen içinden mutlu şarkılarına eşlik ettiği altı numara düzensiz ve huzursuzdu artık. Buna canı sıkılıyor, üzülüyordu.
Bir akşam 2. Binanın önünde polisler vardı. Çöp arabasını kenara bırakıp yanlarına vardı. Polis arabasının yanında duran orta yaşlı ve gözlüklü polis binanın girişini işaret ederek “Tamam geldiler” dedi yanındakilere. Binadan altı numarada oturan hanımefendi kucağında üç yaşındaki kızıyla göründü. Kadın bir elinde kızını tutmaya çalışırken diğer eliyle de valizini taşıyordu. Evden çıkarken çocuğun ayakkabılarını tam giydirmemiş olacak ki basamaklardan inerken, ayakkabısı çıktı. Apartman görevlisi eğilip pembe, üzerinde beyaz kurdeleler olan ayakkabıyı kadına uzattı.
Hemen arkalarında kadının kız kardeşi, diğer çocuğun elinden tutmuş bir şekilde binadan çıktı.
Apartman görevlisi birkaç gün sonra üçüncü kata geldiğinde altı numaranın kapısında süt beyazı ayakkabılığı göremedi. Ahşap desenli mermer saksı ve çiçekler de yoktu. Kapıda sadece bir çift kirli siyah kundura bir ayakkabı ve kapıdan uzak kalmış bir paspas vardı. Paspası çırpıp yerine bıraktı. Arada bir o bir çift kundura ayakkabı da olmazdı kapıda. Bazen gider, uzun süre gelmezdi. Paspas yalnız kalırdı. Paspas bazen katın ortasında, bazen katlanmış ya da üstü çamurlu olurdu. Şimdi ise altı numaranın kapısında ne kirli bir çift kundura ayakkabı ne de tozlu bir paspas vardı.