Provokasyona ve İstismara Uğramış Bir Can Yeleği: Cihad!
İslamofobik çevrelerin provoke ettiği, toplumumuzun duyunca önyargıyla yaklaştığı yahut endişelendiği istismar edilmiş ‘Cihat’ kavramını ele alacağız bu ay. Cehd kökeninden türeyen ve ‘Gayret etme’ manasına gelen cihat ‘İslam uğruna mücadele etmek.’ demektir. İslam ise tabiatın ve beşerin yaratıcısının yarattıklarına gönderdiği yaşama kılavuzudur. Yani cihat esasında yaratıcıya ve onun ilkelerine vefasızlık edenlere yahut şükretmeyenlere geldikleri yeri hatırlatma gayretidir, vefa örneğidir. Oysa o kadar istismar edilmiştir ki o kadar politik çevrelerce ikonik garabetlerle birleştirilmiştir ki cihat kavramı artık terör eylemi yahut cebri bir dayatma olarak algılanıyor. İrtica yani geride kalmışlıkla suçlanılıyor, demodern, gelişim tavrına yabancı, geleneğin geçimsiz ve ufku kapalı şahıslarının yenilikten korkması sonucu geçmiş kültürün ihata ettiği bir yaşamın cihatla savunulduğu zannediliyor.
Oysa cehd ve cihat gelinen yerle (kalu bela) gidilecek yer (ahiret) arasında tamamen rasyonel dinamiklerle kurulmuş bir bağın tatbiki ve dünya saadeti elde etmek, yaratan huzuruna mahcup çıkmamak için mücadele vermek olarak anlaşılmalıdır. Beşerin ürünü köhne ve fani ideolojilerden sıyrılıp baki olanın göndermiş olduğu ilkelerin hakiki manada insana yarayacağı ve saadete kavuşturacağı fikrini cedel ve gayret ile topluma kazandırmaktır, cihat. Çeşitli kolları vardır, mukavemet yani savunma ve korunma, tebliğ, temsil ve daha altını dolduracağımız birçok kavramla ifade edilecek mümtaz bir eylemdir.
İlk olarak mukavemet yani savunma ve korunma hususuna değinmekte fayda vardır. Bilinmelidir ki mazlumları korumak, toplumu ıslah etmek, İslam’ın engin hoşgörü, müsamaha, merhamet ve adaletini göstermek, Müslümanlara saldıranları etkisiz hale getirmek, yaptıkları anlaşmayı bozanları cezalandırmak ve fitne ateşini körükleyenleri engellemek amacıyla cihat edilmiştir. İslam’ın iyi niyet taşlarıyla defaaten döşediği kardeşlik hukukuna karşı tamamen art niyetle hareket eden Medine Yahudilerine karşı artık yapacak başka caydırıcı bir hamle kalmadığından kılıç ve silahlı eylem tercih edilmiştir. Bu cihadın mukavemet ve saldırı kısmıdır. Kaldı ki yabancı isim ve eserlerin ifade ettiği üzere dünya üzerinde en çok iftiraya maruz kalan şahıs olan Hz. Peygamber’in kendi nefsi için asla silahlı eylemi tercih etmemesi fakat söz konusu mazlumlar olunca zalime çektiği kılıçla adaleti tesis etmesi de cihat kavramının gerekliliğini ve adaletten muğayir olmayışını gözler önüne sermektedir. Batılı Hristiyan romancı M. Pickthall’in ‘İslam peygamberinin asla savaşı sevmediğini, ancak düşmanların ona karşı savaş meydanına çıkınca, Medine’de onu öldürmek, halkı kılıçtan geçirmek ve İslam’ı yok etmek amacıyla yola çıkınca, o da zaruretten Müslümanlara savaş emrini verdiğini belirtir. Onun hiçbir zaman sertlik yanlısı olmadığını, dönemine kadar savaş esirlerine vahşice yapılan uygulamaları da değiştirerek onların haklarını koruduğu söyler. Müminleri savaşta bile kendi hallerine bırakmayıp onların adaletsiz bir şey yapmalarını engellediğini’ ısrarla vurgulaması ve bu ifadelerin bir Hristiyan tarafından dile getirilmesi çıkarımlarımızı destekler nitelikte olup cihat kavramının ne kadar adilane bir ıslah faaliyeti olduğunu ifade etmektedir.
Öte taraftan cihadın bir diğer anlamı da tebliğ etmektir. Yani İslam’ın ilkelerini intişar etmek, toplumsal refahı ilahi kaidelerle tesis etmektir. İnsanı yaratanın insan için en iyiyi göndereceği su götürmez bir gerçektir. Bu da vahyin, toplumsal ve bireysel tüm ihtiyaçlara cevap verecek kifayette olduğuna inanmışlıktan gelir. Bu cebren yani zorla değildir, iradenin ve imtihanın anlamı da buradadır. Zorla yapılan davete davet değil işgal denir ki İslam’da işgal yoktur, fetih vardır, kalpleri ısındıran. Bir örnekle pekiştirmekte fayda var: Ensar’dan Salim b. Avf, Hz. Peygamber’e (sav) gelerek iki oğlunun Hıristiyan olduklarını belirtti ve onları İslam’a girmeleri için zorlamak istedi. İşte bu sırada mezkûr ayet indirildi: “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde, kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” (Bakara-256) İfade ettiğimiz olay, cihadın tebliğ kısmının zorlamakla değil kalpleri ısındırmakla ilgili olduğu hakkında bize fikir verecektir.
Fakat gelinen süreçte anlaşılıyor ki bu kavram çok yanlış anlatılmış ve dahi müthiş şekilde istismar edilmiştir, tıpkı şeriat gibi. İlahi kaideleri ifade ve selamet dinini tenşir anlamına gelen cihat anlatıldığı gibi zulüm, vandallık yahut intihar eylemleri barındırmaz. Siyer okumalarının yetersizliği ve taklidi inanmışlığın had safhada oluşu kavramlarımıza yabancılaşmamızı sağlıyor. Bernard Shaw gibi ünlü bir İngiliz romancısının ‘günün problemlerini çözmek için Muhammed’de bir kahve içme şansımın olması yeterliydi.’ demesi esasında rahmet ve cihad peygamberi efendimizden tevarüs eden hiçbir eylem yahut yaklaşımın insana zarar değil aksine fayda sağlayacağını gözler önüne serebilirdi. Geçenlerde duyduğum ve toplumumuzun son dönem sosyolojisini güzel şekilde gözler önüne seren bir hikâye var:
Gecenin bir yarısı sokak lambasının ışığı altında bir adam yerde bir şeyler aramaktadır. Bunu gören bir polis adama ne yaptığını sorar. Adam, ‘Anahtarlarımı arıyorum.’ der. Ardından polis de ona eşlik eder ve beraberce yerde anahtarları aramaya koyulurlar. Bir süre sonra polis adama yılgın bir şekilde, ‘Anahtarlarınızı burada kaybettiğinizden emin misiniz?’ diye sorar. ‘Hayır, aslında şu arka tarafta kaybettim.’ der adam ve parmağıyla karanlık köşeyi işaret eder. Bunun üzerine polis ‘O zaman anahtarları neden burada arıyoruz?’ diye sorar. ‘Çünkü ışığın olduğu tek yer burası diye cevap verir adam. Biz özümüzü karanlık kabul ettik ve batı aydınlanmasında her şeyi aradık bu sebepten kendimize dair her şeye düşman olduk.
Cihat denince toplumsal hafıza da ilk “terör” belirsin istediler, şeriat denince “şiddet ve gericilik” getirildi oysa yıllarca ayakta kalmış bir dinin sırlarıdır bunlar. Arap cahiliyesinin en karanlık döneminden modern karanlığa kadar nuruyla insanlığı aydınlatan yegâne ışık kaynağıdır. Kaybedince dahi prensiplerden taviz vermez. Gazze bu anlamda bizim için cihadın mücessem halidir, yaşayan bir örnektir, en muasır temsiliyettir. Konvansiyonel silahlar, süpersonik modern makinalarla vandalca soykırım yapan siyonitlere karşı dahi prensipleri elden bırakmamak bize cihat ve mücahede ruhu Gazzeli mücahitlerce gösteriliyor. Esirlerin bakımını üstlenirken kaybettikleri akrabalarının hıncını almayarak silahlı eylemlerini terör çetesinin müfreze kollarına karşı yürütmesi dahi İslamiyet’in mücahede ruhunu alenen anlatıyor.
Hulasamız şu; dinimizi öğrenmezsek başkaları bize dinimizi öğretir. Spekülatif normları din zanneder, en barbarları selim, en selimleri de barbar olarak tanımlarlar bize. Yeri geldi o rahmet peygamberidir sineği bile incitmez dediler, oysa mazluma kalkan, küfre kılıç peygamberiydi de Hz. Muhammed (sav). İslam reel hayattan bağımsız değildir, düşmanlarına karşı aciz hiç değildir. Eline kılıç almasını da cehd edip kendini savunmasını da merhameti de şefkati de bu saydıklarımızın yaratıcısından öğrenmiştir. Kavramlarımıza sahip çıkalım, vesselam…